Vergi nedir? Vergi tarihi nedir? Vergi kanunu nedir? Vergilendirme ne demek?

Alm. Steuer, Fr. Impot, İng. Tax. Devletin veya devletten aldığı yetkiye dayanan kamu tüzel kişilerinin, geniş anlamdaki faaliyetlerinin gerektirdiği harcamaları karşılamak ve amme hizmetlerinin gereklerini yerine getirmek gâyesiyle, ekonomik birimlerden (bunlar gerçek veya tüzel kişiler olabilir) kânunda öngörülen esaslara uymak kaydıyla ve hukûkî zorlama altında özel bir karşılık vaadi olmaksızın geri vermemek üzere aldıkları para tutarları. Günümüzün şartlarına uygun olmak maksadıyla yapılan bu târifin târih boyunca vergi kavramının geçirdiği çeşitli değişmeleri kavramadığı açıktır.

Türk vergi mevzuatında ve özellikle VergiUsul Kânunu’nda, verginin târifi yapılmamıştır. Ancak 1982 Anayasası’nın 73. maddesinde Vergi Ödevi başlığı altında şöyle bir ifâde mevcuttur: “Herkes kamu giderlerini karşılamak üzere, mâli gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi, resim, harç ve benzeri mâlî yükümlülükler kânunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.” Anayasanın bu târifine göre:

  1. Verginin gâyesi kamu giderlerini karşılamaktır.
  2. Verginin miktarı ödeyenin mâli gücüyle orantılı olacaktır.
  3. Kânunla alınacaktır.

Vergi, çağdaş devlet gelirlerinin en önemlisidir. Kaynağı millî gelir ve servettir. Özelliklerinin başında cebrî ve karşılıksız oluşu gelmektedir. Vergi bir kamu tüzel kişisi olan devletin egemenlik hakkı dolayısıyla tek taraflı irâdeyle ihdas edilmiş bir mükellefiyettir. Devlet açısından bir alacak olan bu yükümlülük, yükümlü açısından bir kamu borcudur. Kapitalist ve karma ekonomi düzenindeki ülkelerin devlet gelirlerinin % 70-90 arasındaki bir kısmını vergi gelirleri teşkil etmektedir.

Vergi gelirlerinin toplam devlet gelirleri içindeki payı ülkelerin iktisâdî seviyelerine göre değişmektedir. Gelişmiş ekonomilerde devlet gelirlerinin % 90’ı hattâ daha fazlası vergi yoluyla elde olunmaktadır. Gelişmekte olan ekonomilerdeyse bu nispet % 70 civârındadır. Vergi gelirlerinin toplam gelirler içindeki payını etkileyen diğer bir faktör de gelirin elde edildiği dönemin şartlarıdır. Olağan dönemlerde vergi gelirlerinin payı genellikle yukarıda açıklandığı şekildedir. Olağanüstü dönemlerde ise borçlanma yoluyla gelir elde etmek yöntemine daha çok başvurulduğu için vergi gelirlerinin toplam gelirler içindeki payı nisbî olarak azalmaktadır. Sosyalist ekonomilerdeyse durum farklıdır. Bu ekonomilerde temel finansman aracı merkezî plânlama otoritesi tarafından belirlenen fiyattır; vergi tamamlayıcı nitelikte bir fonksiyon îfâ etmektedir. Bu sebeple sosyalist ekonomilerde vergi gelirlerinin payı piyasa ekonomisindeki ülkelere oranla daha düşüktür.

Cumhûriyet dönemi îtibâriyle vergi sistemimize bakıldığında (1925-1950) zaman diliminde kayda değer en önemli olay olarak âşarın kaldırılması görülür. Âşar 1925’te tamâmen ilga edildi. 1926 yılında ihdas edilen ve 1914 târihli Temettü Vergisi’nin yerini alan Kazanç Vergisiyle Umûmî İstihlâk Vergisi’dir. Bu ikincisi Husûsî İstihlâk ve Eğlence Vergisiyle tamamlanmıştır. Lozan Antlaşması hükümlerine paralel olarak 1927’den îtibâren hâmi karakterde (koruyucu) bir gümrük târifesi de kabul edilmiştir. Kendi içinde tutarlı ve modern bir vergi sisteminin kurulması yönündeki çabalar 1925-1950 döneminde başarıya ulaştırılmamıştır. Bu dönemde vergi sisteminin geliştirilmesi bir yana, bâzı dış siyâsî ve ekonomik olaylar tarafından engellenmesi söz konusu olmuştur. Bu olayların en önemlileri 1929 Dünyâ Ekonomik Buhranı ile İkinci Dünyâ Savaşıdır. 1929 krizinin ortaya çıkardığı güçlükleri gidermek için 1931’de yürürlüğe konan Buhran Vergisi, krizin 1933’te sona ermiş olmasına rağmen 1950 yılına kadar yürürlükte kalmıştır.

1950 yılı Türk vergiliciğinde bir dönüm noktasıdır. Çünkü, Yasama Organı’nda 1949 yılında kabul edilen Gelir Vergisi, Esnaf Vergisi, Kurumlar Vergisi ve Vergi Usul Kânunu’ndan oluşan mâlî reform kânunları manzumesi 1950 yılında yürürlüğe girmiştir. 1953 yılında Tahsili Emvâl Kânunu’nun yerini alan Amme Alacaklarının Tahsili Kânunu’nu da bu kategoride mütâlaa etmek gerekir. 1950-1960 döneminin büyük reformları 1956 yılında kabul edilip, 1957 yılında uygulanmasına başlanılan Gider Vergileriyle tamamlanmıştır.

1960’tan sonraki dönemde Türk Vergi Sistemi’nin yeniden düzenlenmesi husûsunda yoğun çalışmalara girişilmiş ve bunların sonucu olarak modern fiskalitenin gereklerine uygun olumlu bâzı adımlar atılabilmiştir. 1960 sonrasının vergi sistemini düzeltmek konusundaki ilk girişimi, sözü geçen yılın sonunda Gelir Vergisi Kânunu ile Vergi Usul Kânunu’nun yeniden yazılmasıyla başlanmıştır (193 ve 213 sayılı Kânunlar). Evvelce politik sebeplerle vergi dışında bırakılan tarım kesimi Gelir Vergisi kadrosu içinde vergilendirilmeye başlanmış; vergi kaçakçılığını önlemek gâyesiyle bir güvenlik tedbiri olarak “servet beyanı” müessesesi ihdas edildiği gibi 1950 yılında 5421 sayılı Gelir Vergisi Kânunu ile vergi sistemine ithal edilmiş bulunan “ortalama kâr hadleri” ve “gider esâsı” müesseseleri de esaslı bir şekilde tâdil edilmiştir.

1960’tan sonra vergi Reform Komisyonu’nun da katkılarıyla gerçekleştirilen reform hareketleri sonunda vergi sistemine kazandırılan yeni müesseseleri şöyle sıralamak mümkündür: Yatırım indirimi, değer fazlası istisnası, yeniden değerleme azalan bakiyeler üzerinden hesaplanan (degressif) amortisman usûlü, zarar nakli, vergi uzlaşması.

12 Eylül 1980 târihinde işbaşına gelen yönetim, iktisâdî politika yönünden 24 Ocak Kararlarını benimsediğini ve bunun uygulanmasına devam edileceğini açıkça belirtmiştir. Nitekim, iktisâdî alandaki ilk hareket, vergi kânunlarında yapılması artık kaçınılmaz hâle gelen fakat politik sebeplerle münfesih parlamento tarafından bir türlü ele alınamayan değişikliklerin gerçekleştirilmesi olmuştur. Yalnız yapılan değişiklikler vergi sistemi yönünden bir reform değildi. Tamâmen pragmatik bir yaklaşımın gereği yapılması mecburî hâle gelen ve ayrıca benimsenen iktisat politikasının gereklerine uygun bir vergi düzenlemesini uygulamaya koymak idi.

12 Eylül 1980 sonrasında vergi kânunlarında yapılan değişikliklerle ulaşılmak istenilen başlıca gâyeler şunlardı: 1) Vergi yükünün dağılışı çok adâletsiz hâle gelmişti ve bunu düzeltmek gerekiyordu. 2) Piyasa ekonomisi iktisat politikasının esâsını meydana getireceğine göre vergi kânunlarında tasarrufu arttırıcı ve bunları yatırımlara yöneltici tedbirlere yer verilmesi öngörülüyordu. 3) Döviz darboğazını aşabilmek için vergi kânunlarında mal ve hizmet ihracını teşvik edici düzenlemeler yapılması gâye alınıyordu. 4) Enflâsyonla mücâdelede vergi politikasından da yararlanılmasına ve vergi kânunlarında vergi hâsılatını arttıracak düzeltmeler yapılmasına özen gösteriliyordu. Vergi yükünün dağılışındaki adâletsizlikler özellikle Gelir Vergisi târifesindeki bozulmadan kaynaklanıyordu. Sözü geçen târife son olarak 1963 yılında düzenlenmiş, daha doğrusu düzeltilmişti. Aradan geçen süre içinde enflâsyon oldukça hızlı bir trend göstermiş fakat târifeye hiç dokunulmamıştı. Sonuçta temel niteliklerinden biri artan oranlılık olarak tanımlanan Gelir Vergisi fiilen düz oranlı hâle gelen târife ıslah edildi. 12 Eylül 1980 sonrasında getirilen bir diğer önemli yenilik “vergi alacağı” sisteminin getirilmiş olmasıdır. 1981-82’de peşin vergi uygulamasına geçildi. 1983’te hayat standardı temeline dayalı asgarî bir vergi ödeme zorunluluğu getirildi. Bu şekildeki ödeme 1986’ya kadar sürdü. 1986-88 arası bir başka peşin vergi ödeme sistemi olan “dâhilî tevkifat” sistemi uygulandı. 1989’dan sonra aynı vergi politikası “geçici vergi” adıyla devam ettirildi. Ayrıca 1985 yılı başında yürürlüğe konulan Katma Değer Vergisi gerçek bir vergi reformu niteliğindedir. Aynı dönemde KDV toplayan ücretlilere vergi iâdesi verilmeye başlandı. Bu arada yazar kasa uygulamasının başlatılması vergi toplanmasının tabana yayılmasına katkıda bulundu.