Uyku halinde görülen düşlere “rüya”, bunların yorumlanarak mânalar çıkarılmasına da “rüya tabiri” denilmektedir. Her insan rüya görür. Dolayısıyla o bir gerçektir. Rüyaların nasıl meydana geldiği konusunda farklı görüşler söz konusudur. Bazı psikologlara göre rüyalar uyanıkken bastırılmış duyguların rüyada ortaya çıkması, bazılarına göre ise toplumsal şuur altının sembollere bürünerek tezahür etmesi olayıdır.
İslâm bilginleri rüyaları, rahmanî, şeytanî ve nefsânî olmak üzere üç gruba ayırmaktadır. Birincisi yol gösterici, ikincisi yanıltıcı ve saptırıcı, üçüncüsü ise günlük hayatta bastırılan duyguların rüyada ortaya çıkması demektir. Rüyalarda olaylar çoğu zaman sembollere bürünmüş olarak görülür. Rüyaların yorumu da bu sembollerin çözümü demektir. Kur’an’da özellikle Hz. Yûsuf’un rüya tabirlerine işaret edilir. Peygamberler için rüya ve onun tabiri, vahyin bir parçası sayılır.
Peygamber olmayan kişilerin rüyaları ve yaptıkları yorumlar ise özel ve kişisel tecrübeler olup, dinî ve hukukî bir sonuç doğurmadığı takdirde, gören tarafından değerlendirilmesinde bir sakınca yoktur. Ancak bu yöntemin, rüyaların bilgi edinme yollarından olduğu şeklinde yanlış bir anlayışa götürebileceği tehlikesine karşı dikkatli olmak gerekmektedir.
Sözlükte “hayırlı olanı isteme” mânasına gelen istihâre, terim olarak,, “Kılınan nâfile namaz ve duadan sonra bir iş veya davranışta Allah katında hayırlı olanı talep etme.” demektir. İstihâre kelimesi Kur’an’da yer almaz. Hadislerde ise Hz. Peygamber’in Kur’an’dan bir sûreyi öğretir gibi istihâreyi öğrettiği bildirilmektedir (Buhârî, “Daavât”, 49, “Tevhîd”, 10). Onun öğrettiği bu duada kul, yapacağı işin dinî ve dünyası açısından hayırlı olması halinde Cenâb-ı Hakk’ın onu yaratmasını, aksi takdirde meydana getirmemesini talep etmekte, kendisinin geleceği bilmediğini itiraf edip her şeyi bilen ve her şeye güç yetirenin Allah Teâlâ olduğunu ifade etmektedir.
Günümüzde istihâreyi dua boyutunun dışına çıkararak gayba ilişkin hususları bilme yöntemi haline dönüştüren tutum ve uygulamalar tasvip edilemez. Bu tarz yaklaşım ve uygulamalar, dinin istediği “aklî değerlendirme” ile hareket etmeyi ihmale sebep olduğu gibi, bazı kişilere de hak etmedikleri avantaj ve prestiji kazandırmaktadır.