Pozitivizm nedir? Pozitivizm tarihi nedir? Pozitivizm felsefesi nedir? İslam’ın ve dinlerin Pozitivizm’e bakışı!

Bilginin kaynağını yalnızca deney ve tecrübe ile sınırlayan ve doğru bilginin ancak bu yolla elde edilebileceğini savunan felsefî akımdır. Pozitivizm, bilgiyi matematiksel ve empirik olanla sınırlayan felsefedir. Bilgiyi yalnızca tecrübe ve matematiksel olanla sınırlamaları yanında bilgi elde etmede yalnızca deney ve gözleme dayanmaları onlara bu ismin verilmesine yol açmıştır. Olguculuk da denen bu düşünce akımına göre, gerçekliğe yalnızca tecrübe ile ulaşılabildiğinden, onun dışında kalan her çeşit ilâhî ve metafizik bilginin epistemik değeri bulunmamaktadır. Bilgi anlayışlarının merkezine tecrübî olanı yerleştirmeleri ve hakikate yalnızca bununla ulaşılabileceğini savunmaları sebebiyle, bütün fizik ötesi açıklamaları ve fizik ötesine ilişkin sorular sormayı bile anlamsız ve faydasız görürler. Bu sınırlayıcı, dar ve indirgemeci yaklaşım onları bütün metafiziksel ve dinî ifadelerin anlamsız ve gerçek anlatımlar olmadığı sonucuna götürmüştür.

Pozitivistlerin bilginin sınırlarını maddî olana ve hakikati de tecrübe edilebilir olana indirgemeleri yönüyle materyalizme öncülük ettiklerini söyleyebilmek mümkündür. Aslında materyalizm, madde ile sınırlı bir ontolojiyi tercih ederken, bilgi teorisi olarak pozitivizmi seçmiştir. Diğer taraftan evrenin pozitivist bir yöntemle incelenmesi materyalizme götürdüğünden her iki akımın karşılıklı biri diğerini sonuç verdiğini söyleyebilmek mümkün görünüyor. Zaten her ikisinin de ortak yanı, dinî ve metafizik olanı tamamıyla dışlayan tutumlarıdır.

Pozitivizmin izlerini pek çok tabiatçı ve deneyci filozofa kadar dayandırabilmek mümkün olsa da, gerçekliği yalnızca deney ve gözlemle sınırlama anlamında onu sistematik hale getiren Auguste Comte (17981857) olmuştur. Olgu ve deneye dayanan pozitif felsefeyi, insan zekâsının ulaşabileceği son merhale olarak gören Comte, bunu üç hal yasasıyla açıklar. İnsanın bu sözüm ona mükemmel duruma ulaşabilmesi için mitolojik, metafizik ve pozitif halleri yaşaması zorunludur. Ona göre bu üçüncü safhaya gelindiğinde, artık dinlerin çağı kapanmış ve bilimin çağı başlamış olacaktır. Böylece mitoloji bilimle, vahiy akıl ile, mûcize ise ilmî keşiflerle, mâbet ise üniversite ile yer değiştirecektir. A. Comte, geliştirdiği bu yöntemi “insanlık dini” diye isimlendirmiş ve pozitivizmin ilmihalini yazmıştır. Buna bir de Viyana çevresi düşünürlerinin matematik temelinde geliştirdikleri mantıkçı pozitivist tahliller eklenince, yalnızca din ve dinî olan değil, bu konularda söz söylemek bile anlamsız bulunmuş ve reddedilmiştir.25

Dikkat edilirse, aslında pozitivizm, mantıkî sınırlarına götürülmüş bir empirizmdir.26 Bu sebeple, deney ve gözlem yoluyla çözümlenemeyecek her şeyi doğrulanamayacak konular arasında görür ve anlamsız sayarlar. Bununla birlikte gelinen noktada pozitivizm, bu iddiasını sürdürememiş ve hatta kendi kullandığı önermeleri bile metafizikten kurtaramamıştır. Pozitivistler, hem bilgi konusunda takındıkları yüzeysel ve indirgemeci tutum hem de kullandıkları temel önermeleri tecrübî olarak doğrulayamayıp zorunlu olarak metafizik bir dil kullanmaları sebebiyle, hem içeriden hem de dışarıdan ciddi eleştirilere mâruz kalmışlardır.

Her şeyden önce pozitivizmin, bilimin gelişmesiyle dinlerin fonksiyonunu yitireceği ve tarih sahnesinden silineceği şeklindeki kehaneti tutmamıştır. Tam tersine bilim ve teknolojinin zirve yaptığı günümüzde, dinlerin de canlı bir şekilde varlığını sürdürdüğüne ve pek çok insanın hayatını anlamlandırmaya devam ettiğine şahit olmaktayız. İnsan hayatının çok boyutluluğu ve derinliği açısından bakıldığında, aşkın ufuklara yelken açmak düşünceye muhteşem bir derinlik kazandırdığı gibi, modern hayat tarzının oluşturduğu kaygan zeminde mutlak bir yaratıcıya sığınmak kadar insanı rahatlatıcı başka bir şey bulunmamaktadır.

Pozitivist düşüncenin, bilginin tek ve yegâne kaynağı olarak deney ve gözlemi merkeze alan indirgemeci yaklaşımı da bir yanılgıdan ibarettir. Çünkü bilginin değeri ve geçerliliği açısından, ortaya konulacak bilgi tanımının “efradını cami” (bütün fertlerini ihtiva etmesi) olması zorunludur. Yalnızca olgu ve tecrübe temeline dayanan bir bilgi anlayışının bu anlamda bir muhteva geçerliliği ve tutarlılığı da bulunmamaktadır. Çünkü olgusal tecrübe beşerî tecrübenin önemli bir yönünü oluştursa da, insanî tecrübenin bütün derinliğini ifade etmekten uzaktır.

Gözlem ve deney bir bilgi kaynağı olmakla birlikte tek bilgi kaynağı değildir. Yalnızca bilginin sebepleri adı verilen bütünün bir parçasıdır. Kaldı ki burada tecrübe kavramının da eksik bir tanımı söz konusudur. Çünkü beşerî tecrübe son derece kapsamlıdır. Olgusal dünyayı ihtiva ettiği gibi metafizik tecrübeyi de ihtiva eder. Dolayısıyla insanî tecrübenin bir yönünü kabul edip, hatta mutlaklaştırıp diğer yönünü inkâr etmek çelişkili bir durumdur. Zira insan yalnızca fiziksel bir varlık değildir ve yalnızca olgular dünyasıyla yetinmez. Bunlar dışında dinî, estetik ve sanatsal merak ve ilgileri de vardır.

Ayrıca pozitivist tezde, din ile bilimin karşıt kutuplarda konumlandırılması söz konusudur; biri var olunca diğerine yer kalmayacağı varsayılmaktadır. Oysa ki din ve bilimin bir birine karşıt konumda bulunma zorunluluğu yoktur. Çünkü her ikisinin hedefinde de hakikat vardır ve hakikati araştırma yolunda farklı kulvarlardan hareket ederler ve yöntemleri birbirinden farklıdır. Din ve bilimin aynı kulvarda yarışma zorunluluğu yoktur. Bilimsel bilginin hakikate ilişkin keşfinde, din, bilimin yoldaşıdır; onun eksik bıraktığı alanları tamamlar ve ona derinlik katar. Hayatın anlamı ise yalnızca laboratuvar ortamının ve mikroskobik incelemelerin sonucuyla değil, aynı zamanda ressamların, şairlerin, ediplerin ve peygamberlerin dile getirdikleri hakikatlerle de tamlık kazanır.

Pozitivistlerin, anlamlılık ölçütü olarak tecrübî doğrulanabilirliği ortaya koymaları da tartışmaya açıktır. Çünkü gündelik yaşamımızda varlığından emin olduğumuz, ancak tecrübî ve olgusal olarak doğrulayamadığımız pek çok şey bulunmaktadır. İnsan aklı bunların başında gelir. Her ne kadar metafizik bilgi alanını tecrübî olarak doğrulamak çoğu kere mümkün olmasa da, aynı yöntemle onun yanlışlığını göstermek de mümkün değildir. Elbette ki tabiat bilimlerine uygulanan emprik yöntemlerle Tanrı’nın varlığını doğrulayabilmek mümkün olmayabilir. Ancak aynı yöntemden hareketle O’nun var olmadığını da gösteremeyiz.

Deney ve gözleme açık olgular dünyası dikkatle incelendiğinde ve insaflı bir gözle bakıldığında, yüce yaratıcıya götüren bir yol bulabilmek de mümkündür. Çünkü kelâm âlimlerinin ifadesiyle her eser, bir müessire (eser sahibine) götürecektir. Ayrıca bir müminin namaz, oruç vb. ibadetlerinde ve yönelişlerinde yaratıcı derunî bir tecrübenin konusu olmaktadır. Tecrübe kavramının sınırları geniş tutulduğunda, Tanrı aslında böylesi bir derunî tecrübenin konusu olabilmektedir ve aynı tecrübeyi yaşayan bireylerin ortak şuurunda doğrulanmaktadır. Tecrübenin alanını daraltarak yalnızca olgusal düzleme hasretmenin ve buna dayanarak da metafizik olanı reddetmenin bilimsel değeri bulunmamaktadır.