Peygamberler neden hep ortadoğu’da çıkmıştır? Dinler neden hep ortadoğu’da çıkmıştır?

Birçok insan peygamberlerin neden hep Ortadoğu’ya gönderildiğini sormakta ve doğru bilinen yanlışlardan biri olan bu konu, birçok insanın kafasının karışmasına bazen de Kur’an hakkında şüphe duymasına neden olmaktadır. Kur’an’da ismi geçen peygamberlerden bahsedilen bölümde de dikkat çekildiği gibi ayetlerde hemen her topluma mutlaka bir elçi gönderildiği ve o toplumların elçiler vasıtasıyla uyarıldıkları haber verilmektedir. Üstelik ayetlerde, gönderilen elçilerin sadece bir kısmından haber verildiği hatırlatılmaktadır.

Dolayısıyla bu sorunun “Peygamberler neden hep Ortadoğu’ya gönderilmiştir?” şeklinde sorulması doğru değildir. Çünkü peygamberler sadece Ortadoğu bölgesine gönderilmiş değillerdir. Belki bu soru “Kur’an’da neden sadece Ortadoğu’da yaşamış olan peygamberlerin ismi geçmektedir?” şeklinde sorulabilir. Şayet Kur’an’da sadece Kur’an’ın vahyedilmiş olduğu Mekke ve Medine’ye son derece uzak olan bölgelere gelen nebi ve resullerden, örneğin Uzakdoğu’ya gönderilmiş elçilerden bahsediyor olsaydı bu soru “Kur’an’da neden sadece Uzakdoğu’da yaşamış olan peygamberlerin ismi geçmektedir?” şeklinde de sorulabilirdi. Öte taraftan Kur’an’ın vahyedildiği yedinci yüzyıl şartlarında dünyanın çeşitli yerlerinden insanlar günümüzde olduğu gibi etkileşim halinde ve her anlamda birbirinden sağlıklı bilgiler ile haberdar değildir. Belki de çoğu insan doğup büyüdüğü şehirden başka bir şehre bile çıkıp gitmiş değilken, bu insanlar için kendilerine çok uzak yerlerden haberlerin verilmesi çok da anlamlı olmayabilirdi.

Ortadoğu olarak bilinen bölgenin aynı zamanda insanlığın en eski yerleşim yerlerinin başında geldiği, birçok geçmiş kültür, medeniyet ve aynı zamanda inanca beşiklik ettiği, coğrafi açıdan da Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının birbirlerine en çok yaklaştıkları bölge olduğu hatırlanmalıdır. Kimi kaynaklarda medeniyetin beşiği olarak kabul edilen Mezopotamya’nın da Ortadoğu’da olduğu göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla Ortadoğu bölgesi dünyanın kenarında köşesinde kalmış ve tarih sahnesinde önemsiz bir bölge olarak yer almış değildir. Aksine insanlık tarihi açısından her anlamda kadim ve zengin köklere sahip bir bölgedir. Çatalhöyük ya da Çayönü gibi Anadolu’nun en eski yerleşim merkezleri ve Göbeklitepe gibi inanç ve kültür mirası yerleri ile Mısır, Yemen, Lübnan, Filistin gibi ülkeler ve Kudüs, Şam, Halep gibi şehir ve merkezler hep Ortadoğu bölgesindedir. Sümer, Babil, Asur, Akad, Hitit, İran gibi binlerce yıllık medeniyetler ve ardından Antik Yunan ve Roma İmparatorluğu gibi devletler bu bölgede yaşamışlar ve birbirleriyle etkileşim içinde olmuşlardır. Bu bölge aynı zamanda, çok eski dönemlerden itibaren yazının kullanılmaya başlandığı, matematik, tıp ve astronomi gibi alanlarda çalışmaların yapıldığı, birçok ünlü düşünür ve bilim insanının yaşadığı bir bölgedir. Dolayısıyla Allah’tan insanlığa bir mesaj gelecek ve bu mesajı iletmek üzere bir elçi seçilecekse bunun en başta, insanlığa beşiklik etmiş bir bölgeden olması zaten beklenecek bir durumdur. Çünkü kadim yerleşim merkezlerine yurt olan Ortadoğu bölgesi kültürel etkileşimlerin ve geçmiş nebi ve resullerden izlerin bulunduğu bir bölgedir. Dolayısıyla Ortadoğu, İslam evrensel mesajının insanlığa yayılabilmesi için stratejik bir öneme sahiptir. Kur’an mesajı Mekke’ye değil de Avusturalya’da bir kabileye ya da kutuplarda bir bölgeye gelmiş olsaydı, hem içeriği hem de mesajın insanlığa yayılabilmesi açısından pek bir anlam ifade etmeyebilirdi.

Kur’an ayetleri, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olmak üzere insanlık için kurulan ilk evin yani ibadet merkezinin Mekke’de kurulan Kâbe olduğu bilgisini verir. Üstelik insanlık için kurulan ve ibadet merkezi olan bu ilk evi, Allah “evim” olarak nitelendirmiştir. Bu ev, her türlü şirkten ve kötülükten uzak bir biçimde içtenlikle Rabbine yönelerek ibadet etmek isteyenler için bir arınma merkezi kılınmıştır.

Kur’an’da da dikkat çekildiği gibi bu evin yani Kâbe’nin yerini bizzat Allah belirlemiş, Hz. İbrahim de oğlu İsmail ile Kâbe’nin temellerini yükselterek, insanlık için bir toplanma ve ibadet merkezi kılınan bu evi inşa etmiştir.676 Kâbe, Allah’ı birlemenin ve yalnız O’na kulluk ve ibadet etmenin merkezidir. Kur’an’da adı geçen nebi ve resullerin büyük kısmının Hz. İbrahim’in soyundan geldiği kabul edilmektedir. Peygamberimiz Hz. Muhammed de Hz. İbrahim’in soyundan gelmektedir. Dolayısıyla tüm bu nebi ve resullerin birbirleriyle organik bağları bulunmaktadır. Üstelik insanlık için kurulan ilk ibadet merkezi olan evin yani Kâbe’nin Hz. Muhammed’e peygamberlik gelmeden önce müşrikler yani Allah’a ortak koşanlar tarafından şirk merkezine dönüştürülmüş olduğu düşünüldüğünde, peygamberimizin neden Hz. İbrahim’in soyundan ve Kâbe’nin bulunduğu Mekke’den seçildiğini anlamak kolaylaşmaktadır. Hz. Muhammed’in Mekke’den seçilmesi, insanlık için kurulan ilk evin şirkten arındırılması ve Hz. İbrahim’in döneminde olduğu gibi yalnız Allah’a teslimiyet mabedi kılınması içindir.

Kur’an, din adına gerekli olan tüm mesajları içeren ve bizzat Allah tarafından tam da olması gereken ölçüde tutulmuş, benzersiz bir kitaptır. İlgili bölümlerde de dikkat çekildiği gibi Kur’an’da gerekli olan her detay verilmiş, gereksiz olan detaylardan ise kaçınılmıştır. Hiçbir şey eksik ya da fazla kılınmamıştır. Dolayısıyla Kur’an’ın optimum bir kalınlığı vardır. Kur’an’ın bırakın gönderilmiş tüm nebi ve resullerden bahsetmesini, ayetlerde isimleri yer alan nebi ve resullerin hayat kesitlerini anlatması bile ciltlerce dolusu kitap yeri gerektirir. Öte taraftan yukarıda da vurgulandığı gibi Kur’an’da ismi geçen nebi ve resullerin tamamına yakınının birbirleriyle organik bağları bulunmaktadır. Bu isimler daha önce kendilerine vahiy gelmiş olan kitap ehli yani Yahudi ve Hıristiyanlar tarafından da bilinmektedirler. Aynı bölgede yaşamış, benzer süreçlerden geçmiş ve aynı ilahi mesajları farklı zaman ve mekânlarda insanlara duyurmuştur, bu elçiler. Kur’an’da ismi geçen nebi ve resullerin bu ortak noktalarının vurgulanması son derece önemlidir.

Bunun yanında dünya üzerinde hemen her merkeze elçiler gittiği gerçeği dikkate alındığında Kur’an’ın Güney Amerika kıtasına ya da Uzakdoğu’ya gönderilmiş ama Ortadoğu’da kimsenin kendisinden haberdar olmadığı, ismini dahi duymadığı nebi ve resullerden bahsetmesinin insanlar üzerinde etkili olmayacağı ya da sırf daha önce bu isimleri duymadıkları için peygamberimizi yalanlama yoluna gideceği açıktır. Kur’an’da, daha önce ismi hiç duyulmamış ve hakkında hiç bilgi sahibi olunmayan bir elçiden “Falanca kulumuzu da an.” şeklinde bahsedilmesi insanların bu konuda şüphe duymasına ya da kendisine yabancı gelen bu örnekler üzerinden bahaneler üretmesine neden olacağı açıktır.

Yeryüzünde tek Tanrılı inanç sisteminin inananları olup kurumsal ve yaygın bir biçimde varlığını sürdürebilmiş olanlar; Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlardır. Kur’an son ilahi beyan olduğundan ve Kur’an’dan sonra yeni bir vahiy ya da nebi ve resul gelmeyeceğinden; ayetlerde ismi geçen nebi ve resullerin, varlığını sürdürebilmiş inanç mensuplarının bilip kabul ettikleri ve kendi kitaplarında da tanıklık ettikleri elçilerden seçilmiş olduğu düşünülebilir. Bunlar bizim düşünüp anlayabildiklerimizdir. Her şeyin gerçek bilgisi ve hikmeti ise yalnızca Allah’a aittir.

Emre Dorman