Mukaddesat, Mukaddes kelimesinin çoğuludur. Mukaddes, kutlu, kutsal ve temiz demektir. Dinî yönden, temiz ve manevi üstünlüğü olan şeylere “mukaddesat” denir. Manevi yönden üstünlüğü ve saygınlığı olan şeylerle bunlara gösterilecek saygının nasıl olacağı kısaca maddeler hâlinde gösterilmiştir.
Allah Teala
Bizi, kâinatı ve kâinatta olan her şeyi yaratan, yaşatan, sayısız nimet ve yeteneklerle donatan yüce varlığın adıdır.
Her hayırlı ve yararlı işe başlanırken O’nun adı anılarak başlanmalıdır. Yani “Bismillâhi’rRahmâni’rRahîm” denmelidir. Allah’ın adı anılarak başlanılmayan herhangi hayırlı ve önemli bir işten bereketli bir sonuç alınamaz.
Nitekim Peygamberimiz;
“Herhangi önemli bir işe Bismillah ile başlanmazsa o iş sonuçsuz kalır” buyurmuştur.
Kur’an okumanın dışında herhangi bir işe başlanırken besmele yeterlidir. Ancak Kur’anı Kerim okunurken besmele’den önce “Eûzü billâhi mine’şşeytani’rracim” denmelidir. Eti yenen herhangi bir hayvan, kesilirken de Allah’ın adı anılarak kesilir.
Allah’ın adı anıldığı zaman, ululuğunu ifade eden “Celle Celâlühu” denir. Bütün bunlar, Allah’a has birer saygı ifadesidir.
Kitaplar
Bilindiği üzere Allah’a inanmak ve O’na saygının en büyüğünü göstermek farz olduğu gibi, O’nun peygamberleri aracılığı ile gönderdiği kitaplara inanmak ve saygı göstermek de farzdır. Kur’anı Kerim, Cenabı Hakk’ın gönderdiği Kitapların sonuncusudur. Peygamberimize vahyedildiği gibi, hiçbir değişikliğe uğramadan elimizdedir. Çünkü Cenabı Hak, Kur’anı Kerim için,
“Kur’an’ı biz indirdik, elbette onu biz koruyacağız.” buyurmuştur.
Kur’an, insan sözü değil, Allah’ın sözüdür.
Bunun için Kur’anı Kerim abdestli olarak tutulur. Abdesti olmayan kimse Kur’anı Kerim’i okuyabilirse de, ona el süremez.
Onu okumaya başlamadan önce eûzü besmele çekilir, yani “Eûzübillâhi mine’şşeytani’rracîm. Bismillâhi’rRahmani’rRahîm” denir, sonra okunur.
Kur’anı Kerim, temiz yerlerde ve onu dinleyebilecek durumda bulunan kimselerin yanında okunur. Pis yerlerde, edep yerleri açık veya başka bir işle meşgul olan kimselerin yanında açıktan okunmaz.
Çarşıda, pazarda, parkta ve dinlenme yerlerinde bulunan ve dinlemeye müsait durumda olmayan insanların işitecekleri şekilde Kur’anı Kerim’i sesli okumak uygun değildir. Çünkü bunda, Kur’an’ı duyanları manevi sorumluluk altına sokmak vardır. Buna sebebiyet verilmesi ise doğru değildir.
Üzerinde Kur’anı Kerim bulunduğu hâlde tuvalete girilmeyeceği gibi, parmağındaki yüzükte veya boynuna takılı kolyede Kur’an’dan yazılı bir ayet varsa bunlarla da tuvalete girilmez.
Okunamayacak hâle gelen Kur’anı Kerim’i temiz bir beze sararak çiğnenmeyecek temiz bir yere gömmek lazımdır. Kur’anı Kerim’i öpmek caizdir. Buna “diyanet öpmesi” denir.
Peygamberler
Bilindiği gibi, peygamberler, Allah’ın en seçkin kullarıdır. Cenabı Hak onları, emir ve yasaklarını insanlara duyurmak üzere görevlendirdiği mübarek zatlardır. Bütün peygamberlere, ayırım yapmadan inanmak ve saygı göstermek gereklidir.
Peygamberlerden birinin adı anıldığında, selam ile anılır. Mesela, İbrahim (as.), İsa (as.) gibi.
Peygamberimizin adı anıldığı zaman, ona salâtü selam getirilir. “Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem” veya “aleyhi’ssalâtü ve’sselam” denir.
Peygamberimizden başkası salâtü selam ile anılmaz. “Ömer aleyhi’ssalâtü vesselâm” veya “Ömer aleyhi’sselâm” denmez. Ancak Peygamberimizle birlikte anıldıkları zaman “Allah Teala, Muhammed’e ve onun âl ve ashabına salât ve selam buyursun” anlamına gelen “sallallahu aleyhi ve alâ âlihi ve sahbihi” denir.
Cenabı Hakk, Kur’anı Kerim’de Peygamberimize, salâtü selam getirmemizi emretmekte ve şöyle buyurmaktadır:
“Allah ve melekleri Peygambere çok salât ederler. Ey müminler! Siz de ona salât ve tam bir teslimiyetle selam edin.”
Allah’ın salât etmesi, rahmet etmesi demektir. Meleklerin salâtı,
Peygamberin şanını yüceltmek ve müminlere Allah’tan af dilemektir.
Müminlerin salât etmesi ise dua etmeleri demektir.
Peygamberimize salâtü selam getiren kimseye Cenabı Hak rahmet eder. Peygamberimiz buyuruyor:
“Her kim bana salavat getirirse, Allah Teala o kimseye on rahmet eder.”
Yine Peygamberimiz;
“Günlerinizin en faziletlisi Cuma günüdür. O günde bana çokça salâtü selam getirin. Çünkü sizin salât ve selamlarınız (melekler aracılığıyla) bana sunulur.” buyurdu. Ashab;
—Ey Allah’ın Resulü, getirdiğimiz salâtü selamlar, size nasıl arz olunur, hâlbuki siz çürümüş bulunacaksınız, dediler. Peygamberimiz,
—Allah Teala, peygamberlerin cesetlerini yeryüzüne haram kılmıştır (yani onların cesetleri çürümez), buyurdu.
Abdurrahmân İbn Ebî Leylâ (ra.) şöyle demiştir:
—Bana bir kere Ka’b b. Ucre karşı geldi ve dedi ki:
—Ey İbn Ebî Leylâ! Peygamber’den (sas.) işittiğim bir salâtü selamı sana hediye edeyim mi? Ben de;
—Evet, onu bana hediye et, dedim. Ka’b; —Biz bir kere Resulullah (sas.)’a;
—Ya Resulallah, Ehli Beytine has olarak sana nasıl salât edelim? Çünkü Allah, bize yalnız size nasıl selam edeceğimizi öğretti, dedik. Resulullah, bize;
—Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahime inneke hamidün mecîd. Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kema bârekte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahime inneke hamidün mecîd, deyin, buyurdu.
Salâtü selam Allah rızası için getirilir. Dünya ile ilgili bir çıkar için getirilmez. Bir satıcı malını müşteriye gösterirken “Sübhânallâh” der veya Peygamberimize salâtü selam getirir ve bununla da malını beğendirmek isterse, bu mekruh olur. Çünkü bu tesbih ve salâtü selam, Allah rızası için değil, mala revaç sağlamak için söylenmiş olmaktadır.
Peygamberimize salât ve selam getirmek, Kıyamet gününde ona yakın olmaya ve şefaatine ermeye vesile olur.
Ashabı Kiram
Ashab, Peygamberimizi ona inanarak görme mutluluğuna eren kimselere denir.
Bunlar, ilk Müslümanlardır. Peygamberimizin sohbetiyle şereflenmiş ve doğrudan doğruya Peygamberimizden feyiz alma bahtiyarlığına ermiş kimselerdir. Peygamberimizle birlikte İslamiyet’i yayma uğrunda büyük fedakârlıklara katlanmış, mallarını ve canlarını bu uğurda feda etmiş seçkin kişilerdir. Müslümanlar nazarında bunların büyük bir saygınlığı vardır. Zaten onlardan sonra gelen hiç kimse bunların Allah katındaki derecelerine erişemez.
Peygamberimiz, Ashabı ile ilgili olarak şöyle buyuruyor:
“Sakın, sakın Ashabım aleyhinde bulunmayınız. Onları hedef seçmeyiniz. Onları seven, bana olan sevgisi sebebiyle sever. Onlara buğz (kin ve nefret) eden, bana olan kini ve nefreti sebebiyle buğz eder. Onlara eziyet eden bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden de Allah’a eziyet etmiş sayılır. Allah’a eziyet eden ise çok sürmez, Allah onun cezasını verir.”
“Sakın Ashabıma sebbetmeyiniz (kötü söylemeyiniz. Çünkü onların fazileti yüksektir.) Sizden birinin Uhud dağı kadar altın sadaka verdiği farz edilirse, bu (sadakanın sevabı) Ashabdan birisinin iki avuç sadakasına erişemez. (Hatta) bunun yarısına da ulaşamaz.”
Ashabı Kiram anıldığı zaman saygı ile anılır ve “Allah ondan razı olsun” anlamında “Radiyallâhü anh”, anılan kadın olursa “Radiyallâhü anhâ” denir. Anılan iki kişi olursa “Radıyallâhü anhumâ”, ikiden fazla kişi olursa, “Radıyallâhü anhüm” denir. Bu, Ashaba mahsus bir saygı ifadesidir.
Âlimler
Kur’anı Kerim’in ilk emri “Oku”dur. Okumak, bilgi sahibi olmak insan için bir üstünlüktür. Çünkü Cenabı Hak, bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığını bildirmiştir.
Kur’anı Kerim’de şöyle buyruluyor:
“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”
“Allah, içinizden iman edenlerle, kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir.”
“Allah’tan kulları içinde ancak bilgi sahibi olanlar korkar.” Peygamberimiz de,
“Allah Teala kimin hayrını dilerse, onu dinde âlim ve fakih yapar.” buyurmuştur.
Bilgi yolu cennet yoludur.
Peygamberimiz;
“Bilgi öğrenmek için yola çıkan kimse, evine dönünceye kadar Allah yolundadır.” buyurmuştur.
Bilgi insan için büyük bir değerdir. Bilgisiz ibadet bile yapılmaz.
Bilgi, insanın kafasını ve çevresini aydınlatan bir ışıktır. Bu ışıktan mahrum olan kimsenin doğru yolu bulması zordur.
İlmin ve âlimin üstünlüğünü ifade eden şu hadisi şerife dikkat edilmelidir.
Ebû’dDerdâ (ra.) şöyle diyor: Peygamberimizden şöyle buyurduğunu işittim:
“Her kim bilgi öğrenmek için yola çıkarsa, Allah Teala ona Cennet yolunu kolaylaştırır. Şüphesiz melekler de ilme talip olanlara, hoşlandıklarından dolayı, kanat gererler. Göklerde ve yerde bulunan varlıklar, hatta sudaki balıklara varıncaya kadar, hepsi ilim sahipleri için Allah’tan af dilerler. Bir ilim sahibinin, bir ibadet eden üzerine üstünlüğü, Ay’ın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir.
Âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne bir altın ve ne de bir gümüş miras bırakmamışlardır. Ancak ilmi miras bırakmışlardır. İşte o mirasa konan, sonsuz bir haz ve nasip almış demektir.”
Bu sebeple bilgi sahiplerine saygı göstermek, İslami terbiyenin gereğidir. İslam dünyasında âlimler daima saygı görmüşler ve anıldıklarında, Allah onlara rahmet etsin anlamında, “Rahmetullahi aleyh” veya “rahimehullah” demek, onlara has bir saygı ifadesi olmuştur.
Peygamberimizin bütün arkadaşlarını, din âlimlerini hayırla, saygıyla anmak, hepsine karşı sevgi duymak, hiçbiri hakkında kötü söylememek, saygısızlık yapmamak, dinimizin öğrettiği edeptir, terbiyedir. Bunların kendi aralarında meydana gelen çekişme ve tartışmaları ileri sürerek haklarında saygı ve edebe aykırı sözler söylemek doğru değildir. Olgun bir mümine yakışmaz.
Mâbetler
Cami ve mescitler, Allah’a ibadet edilen kutsal mekânlardır. Bunların başında Kâbe’yi çevreleyen “Mescidi Haram” ile içinde Peygamberimizin kabrinin bulunduğu “Mescidi Nebi” ve Kudüs’teki “Mescidi Aksa” gelir.
Cami ve mescitler, hürmet edilmesi gereken yerlerdir. Buralara saygıyla girilir. İçlerinde cami adabına yakışmayan davranışlardan sakınılır. Camilerde uyumak ve yemek mekruhtur. Ayrıca camilerde toplanıp dünya işleriyle ilgili konuşmak da mekruhtur. Çünkü camiler bu iş için yapılmamıştır.