Meleklerin özellikleri nedir? Melekler nasıl canlılar? Meleklerin farkı nedir?

Kur’ân-ı Kerim’de Resûlullah’ın mîracı anlatılırken vahiy meleği Cebrâil şöyle vasıflandırılmaktadır: Güçlü kuvvetli, üstün yaratılışlı, yaklaşan/yürüyen. Aynı âyetlerde Hz. Peygamber’in onu yüksek ufukta gerçek şekliyle gördüğü beyan edilmekte ve bunun iki defa tekrar edildiği bildirilmektedir. Melekler nurdan yaratılmış varlıklar oldukları için onları eni, boyu yüksekliği olan hacimli varlıklar şeklinde düşünemeyiz. Ancak bu, onların kendilerine özgü bir varlık ve mahiyetlerinin olmadığı anlamına gelmez. Bütün yaratılmış varlıklar gibi onların da mekânda yer tuttuklarını, maddeyi oluşturan unsurlardan (cevher ve araz) oluşturduklarını söylemeliyiz. Dolayısıyla bazı filozofların iddia ettiği gibi onların arazlardan soyutlanmış, mekân kaplamayan mücerret varlıklar konumunda bulunduklarını söylemeliyiz. Nasslarda geçen bilgi ve işaretler çerçevesinde meleklerin kendilerine has yapı ve özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür:

  1. İnsan suretine bürünebilen, elleri olan, güçlü, kuvvetli, iki, üç, dört kanatlı, arşı taşıma kudretine sahip ve süratle hareket edebilen varlıklardır.
  2. Nurdan yaratılmış, yeme-içme, erkeklik-dişili gibi maddî özelliklerden arınmış ruhanî varlıklardır.
  3. Allah’tan korkan, Allah’ın kendilerine verdiği görevleri yapan ve O’nun emri dışına asla çıkmayan itaatkâr varlıklar olup, kibirlenmeksizin ve bıkıp usanmaksızın gece gündüz Allah Teâlâ’yı tesbih ederler.

İskoç Şarkiyatçısı MacDonald, meleklerin, Allah Teâlâ’nın insanı yeryüzünde halife olarak yaratmasına karşı çıkmalarını, İblis’in Hz. Âdem’e secde etmeyişini ve Hârût ile Mârût kıssasını örnek göstererek meleklerin mâsum olduğu görüşüne karşı çıkmıştır. Kanaatime göre birinci örnekte bir karşı koyuş değil, geleceği bilememekten kaynaklanan bilgisizlik ve acziyet söz konusudur. Nitekim melekler bu eksikliklerini anladıkları anda hemen teslimiyetlerini arzetmişlerdir. İkinci örnekte itiraz, İblis’in melek olduğu faraziyesi üzerine kurulmuştur. Halbuki bu faraziye zayıf bir görüştür. Hârût ve Mârût ile ilgili olarak ise şöyle bir yorum yapmak mümkündür: Kur’an onların sihir yaptıklarını değil, onu öğrettiklerini haber vermektedir. Bir şeyi öğretmekle uygulamak ayrı ayrı şeylerdir.

  1. Allah’ın emir ve izni ile çeşitli şekillere girebilmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim insan suretine bürünerek Hz. İbrâhim’e gittiklerini şöyle haber vermektedir:

“İbrâhim’in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi? Onlar İbrâhim’in yanına girmişler, selâm vermişlerdi. İbrâhim de selâmı almış, içinden de ‘Bunlar, yabancılar.’ demişti.”

Cibrîl hadisinde ise Cebrâil’in insan suretine büründüğü hadisi rivayet eden sahâbî tarafından şöyle ifade edilmiştir:

“… Birden karşımıza, üzerinde yolculuk izi görülmeyen, bizden kimsenin tanımadığı bembeyaz elbiseli ve simsiyah saçlı bir adam çıkageldi. Resûlullah’ın önünde oturdu, dizlerini onun dizlerine dayadı ve ellerini baldırlarına koydu.”

  1. Normal şartlarda gözle görülmezler. Peygamberler, melekleri, aslî şekilleri ve büründükleri biçimleriyle görebilir, diğer insanların ise onları sadece temsilî halleriyle görebileceği kabul edilmiştir. Nitekim Tevbe sûresinde, “Sizin görmediğiniz ordularını indirdi.” (9/26); Ahzâb sûresinde, : “Hani size ordular gelmişti de biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik.” (33/9) buyurulmaktadır.
  2. Gaybı bilmezler. Meleklerin bilgisi tâlimîdir yani Allah Teâlâ’nın öğretmesine bağlıdır. Kur’ân-ı Kerim mutlak gayp bilgisinin Allah’a özgü olduğunu bildirmektedir. : “De ki göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı bilemez.” Nitekim Kur’an’da beyan edildiği üzere Cenâb-ı Hak yeryüzünde bir halife yaratacağını meleklere bildirmiş, bunun hikmetini anlamayıp bir nevi itirazda bulununca, “Sizin bilemeyeceğinizi ben bilirim.” buyurmuş, Hz Âdem’e bütün isimleri öğrettikten sonra meleklere, “Eğer sözünüzde sadık iseniz, bunların isimlerini bana bildirin.” demiştir. Bunun üzerine melekler, “Bizim, senin öğrettiklerinden başka herhangi bir bilgimiz yoktur.” diyerek acziyetlerini itiraf etmişlerdir.

Bu hususta İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe şöyle demektedir: Allah, yazıcı meleklere, insanlardan sâdır olup kendilerince bilinen hususları kaydetmelerini emretmiştir. Onların insanların kalplerine nüfuz etme imkânı yoktur. Çünkü kalplerdekini yalnızca Allah veya kendisine vahiy indirilen elçi bilir. Vahiy dışında kalplerdekini bildiğini iddia eden kimse, âlemlerin rabbinin ilmine sahip olduğunu ileri sürmüş olur. Evet, kalplerde ve kalplerin dışında sadece Allah’ın bildiklerine vâkıf olduğunu iddia eden kimse büyük bir günah işlemiş ve kâfirlerle beraber cehennemi hak etmiş olur.