Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı varlıkların bir çeşidini teşkil eden melekler, mânevî âlemin en değerli elemanları konumundadırlar. Yüce olan Allah, duyulur âlemdeki canlıların her bir nevine kendilerine özgü birer tabiat ve bu tabiatın gereği olan görevler verdiği gibi, duyular ötesi âleme ilişkin varlıklara da özel tabiatlar ve buna paralel görevler vermiştir. İnsanların aksine meleklere verilen görevler ihtiyarî değil, mecburîdir. Dolayısıyla onların, kendilerine verilen görevleri kabul etmeme veya yerine getirmeme gibi tercihleri söz konusu değildir. Meleklere verilen bu görevleri, hepsine yönelen umumi ve bazılarını ilgilendiren hususi görevler şeklinde ikiye ayırmak mümkündür.
Meleklerin Umumi Görevleri
- aa) Allah’ı hamd ile tesbih etmek, O’na secdede bulunmak. Bütün meleklerin ortak görevlerinden biri, Cenâb-ı Hakk’ı hamd ve tesbihle anmaktır. Kur’an’da, “Kuşkusuz rabbin katındakiler O’na kulluk etmekten kibirlenmezler, O’nu tesbih eder ve yalnız O’na secde ederler;”
“O’nun huzurunda bulunanlar, O’na ibadet hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar. Onlar bıkıp usanmaksızın gece gündüz tesbih ederler.” buyurulmaktadır.
- ab) Allah Teâlâ ile insanlar arasında elçilik yapmak. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın emirlerini peygamberlere ulaştırma şeklinde olabileceği gibi, O’nun vereceği başka görevleri yerine getirme şeklinde de olur. Allah insanlar gibi meleklerden de elçiler seçmiştir:
: “Allah meleklerden de, insanlardan da elçiler seçer;”
: “Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a hamdolsun!”
- ac) Peygamberlere ve müminlere destek olmak, onları sıkıntılı ve üzüntülü anlarında teselli etmek. Allah Teâlâ, Bedir Savaşı’nda melekleri göndererek düşmanlarına karşı müminleri takviye ettiğini şu şekilde haber vermektedir: “Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir’de de size yardım etmişti. Öyle ise Allah’tan sakının ki O’na şükretmiş olasınız. O zaman sen, müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir? Evet, siz sabır gösterir ve Allah’tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, rabbiniz nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder.”
Cenâb-ı Hak, Enfâl sûresinde ise Allah’a ve resûlüne karşı gelenlere azabın şiddetli olacağını, müminlerin kalplerini yatıştırmak ve onları zafere ulaştırmak için Allah’tan istedikleri yardıma karşılık olarak “peşpeşe gelen bin melek ile yardım edeceğini”, meleklere de, “iman edenlere destek olmalarını ve kâfirlerin boyunlarına ve parmaklarına vurmalarını vahyettiğini” haber vermektedir.
- ad) Ölüm sırasında kâfirleri azarlamak ve Allah’a inanıp dosdoğru yolda yürüyenleri taltif etmek. Kur’ân-ı Kerim’de ölüm anında müminlerin meleklerle taltif ve tebşir edildikleri şu şekilde bildirilmektedir:
“Rabbimiz Allah’tır deyip sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara, ‘Korkmayın, üzülmeyin, size vaat edilen cennete kavuşmanın sevincini taşıyın. Biz dünya hayatında da, âhirette de sizin dostlarınızız. Gafûr ve rahîm olan Allah’ın ikramı olarak, canlarınızın çektiği ve istediğiniz her şey sizindir.’ derler.”
“(Onlar), meleklerin, ‘Size selâm olsun. Yaptığınız işlere karşılık cennete giriniz.’ diyerek tertemiz olarak canlarını aldıkları kimselerdir. (Kâfirler) kendilerine meleklerin gelmesinden veya rablerinin emrinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar?”
- ae) Allah’ın emirlerini yerine getirme. Melekler mâsum varlıklar olup, Allah’ın buyruklarını aynen yerine getirmektedirler. Kur’an’da meleklerin bu özelliği şu şekilde dile getirilmektedir: “Onlar, üstlerindeki rablerinden korkarlar ve kendilerine ne emrolunursa onu yaparlar.”
- af) Kâinatın idaresi ve ilahî kanunların icrasıyla ilgili görevleri. Allah Teâlâ bazı buyruklarını doğrudan, bazılarını da dolaylı olarak yani görevlendirdiği melekler aracılığı ile uygulamaktadır. Kur’an’da, “Bir iş çeviren ve âlemi idare edenlere yemin olsun.”
Öte yandan Cenâb-ı Hak, insanı yaratacağı zaman bu iradesini meleklere açarak yarattığında ona secde etmelerini istemiş ve “Meleklerin hepsi de hemen secde etmişlerdir.”
Bu ve benzeri âyetler meleklerin dünya ile irtibatlarının bulunduğunu ve ilahî iradenin yerine getirilmesinde vasıta olarak kullanıldıklarını gösterir. Aksi takdirde kendilerine insanın yaratılacağı isteğinin açıklanmasının bir anlamı olmaz.
Ayrıca arşı taşıyan ve arşın etrafında dolaşan meleklerden söz edilmektedir: “O gün rabbinin arşını, bunların da üstünde sekiz (melek) yüklenir.”
Bu ve benzeri âyetlerdeki beyanlar göz önünde bulundurulduğunda meleklerin tabiat kanunlarının yerine getirilmesinde çok etkili olduğu görülür. Çünkü arş, kâinatın Allah tarafından idare edildiğine işaret eden bir semboldür, bunu taşıyan melekler de bu idarenin sağlanmasında kullanılan vasıtalardır.
- ag) İlâhî cezaları icra etmek. Kur’an’da, kendilerine elçi olarak melek gönderilmesini isteyen kâfirlere kıyametin kopma zamanına işaret edilerek, “Gökyüzünün bulutlarla yarılıp meleklerin bölük bölük indirildikleri gün, gerçek mülk çok merhametli olan Allah’ın olacaktır. O gün kâfirler için de pek çetin bir gündür.” buyurulmakta; başka bir âyette de şöyle denilmektedir: “Meleklerin, kâfir olanların canlarını aldıkları zaman, yüzlerine ve arkalarına vurup ‘Cayır cayır yakıcı ateş azabını tadın!’ dediklerinde onları bir görseydin.”
- ah) Peygamberleri salâtüselâm ile yüceltmek, müminlere dünyada hayır duada bulunmak. Konuyla ilgili âyetlerden ikisi şöyledir: “Allah ve melekleri peygambere salavat getirirler.”; “Arşı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar, rablerini hamd ile tesbih ederler, kalpleri ile O’na inanır, müminler için yarlığanmak dilerler: ‘Ey rabbimiz! Rahmetin ve ilmin her şeyi kapsamıştır. Artık tövbe edip senin yolundan gidenleri yarlığa, cehennem azabından koru. Rabbimiz! Onları da, atalarından, zevcelerinden, zürriyetlerinden iyi davranışta bulunanları da kendilerine vaat ettiğin adn cennetlerine koy. Şüphesiz aziz ve hakîm olan sensin.’ derler” diye buyurulmaktadır.
Meleklerin Sayısı ve Çeşitleri
Meleklerin sayısı hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz, Onların sayısını ancak Allah bilir. Kur’ân-ı Kerim’de meleklerin sayısını incelemenin bir faydasının bulunmadığı beyan edildikten sonra “Rabbinin ordularını, kendisinden başka kimse bilemez.” buyurulmuştur.
Meleklerin çeşitlerine gelince; nasslarda çeşitli işleri yerine getirmekle görevli meleklerin bulunduğu beyan edilmiş, Cebrâil, Mîkâil örneklerinde olduğu gibi bunların bir kısmı özel isimle anılırken, bir kısmı da ölüm meleği, arşı taşıyan meleklerde görüldüğü üzere özel görevleriyle zikredilmiştir.
- Cebrâil. Vahiy meleğinin özel adı olup, İbrânîce’de “Allah’ın kulu” anlamına gelir. Kur’ân-ı Kerim’in sadece üç yerinde Cibrîl şeklinde geçmektedir. Ayrıca Cibrîl kastedilmek üzere ruh, resûl, er-rûhu’l-emîn ve rûhu’l-kud kelime ve terkipleri zikredilmektedir. Hadislerde ise Cebrâil, Cibrîl, “en-nâmûsu’l-ekber” diye isimlendirilmektedir.
- Mîkâil. İbrânîce asıllı olup, “Allah’ın kulcağızı (Ubeydullah), hizmet edeni” anlamlarına gelir. Kur’ân-ı Kerim’de sadece Bakara sûresinde geçmektedir. Hadislerde de Mîkâil’den söz edilmekte ve genellikle Cebrâil ve İsrâfil ile beraber zikredilmektedir.[ Nasslarda Mîkâil’in özel görevi ile ilgili herhangi bir bilgi yer almamaktadır. Akait ve kelâm kitaplarında ise onun yağmurun yağdırılması, bitkilerin geliştirilmesi ve canlıların rızıklarının taksimi gibi tabiat olaylarıyla ilgili görevli olduğu bildirilmektedir.
- Azrâil. İbrânîce’de yardımcı anlamına gelip ölüm meleğinin özel adıdır. Kur’ân-ı Kerim’de Azrâil ismi geçmez, bunun yerine “melekü’l-mevt” (ölüm meleği) kullanılır: : “De ki: Sizin için görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacaktır.” buyurulmaktadır. Hadislerde de ölüm meleğinden söz edilmekte, ölüm meleği ile Azrâil arasındaki irtibat ise Kâ‘b el-Ahbâr ve Vehb b. Münebbih gibi râviler tarafından nakledilen rivayetlerde kurulmaktadır.
Kur’an ve hadislerde belirtildiği üzere yaşatan ve öldüren (muhyî ve mümît) Allah’tır. Bu sebeple de ecelin belirlenmesi ve ölüm Allah’a nispet edilmiştir. Söz konusu metinlerden ise Allah Teâlâ’nın, bu fiili, görevlendirdiği melekler yoluyla icra ettiğini anlıyoruz.
- İsrâfil. İbrânîce’de “Rahmanın kulu” anlamına gelir. Birçok âyette sûra üfleneceği meçhul sîgasıyla haber verilse de bu isim yer almamaktadır. Hadislerde ise onun adı dört büyük melek içinde zikredilmekte ve İsrâfil, kıyametin kopması meyanında görev açısından tanımlanarak “melekü’s-sûr”, “sâhibü’s-sûr” ve “sâhibü’l-karn” diye isimlendirilmektedir.
- Mukarrebîn melekleri. Bunlar illiyyûn ve kerûbiyyûn melekleri diye de adlandırılır. Nisâ sûresinin 172. âyetinde, “Mesih ve Allah’a yakın melekler, Allah’ın kulu olmaktan çekinmezler.” buyurulmaktadır. Enbiyâ sûresinde de “indehû” (huzurunda) kelime terkibiyle meleğe işaret edilmektedir. Kur’ân-ı Kerim’de arşı taşıdıklarından ve onun çevresinde bulunduklarından bahsedilen melekler de bunlar içinde mütalaa edilmiştir.
- Hafaza ve Kirâmen kâtibîn melekleri. İnsanların sağında ve solunda oturup iyi-kötü türünden fiillerini kaydeden ve onları koruyan meleklerdir. Çeşitli âyetlerde “hafaza”, “muakkıbât”, “rusülünâ… yektübûn”, “el-mütelekkiyân”, “rakîbün atîd”, “hâfızîn”, “kirâmen kâtibîn” kelimeleriyle anılmaktadır. Kur’an’da koruyucusu ve denetleyicisi bulunmayan hiçbir insanın bulunmadığı, kişilerin üzerinde muhafızlık eden değerli kâtiplerin mevcut olduğu ve onların yapmakta olduklarını kayda geçirdikleri haber verilmektedir. “İki melek insanın sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadır. İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” Başka bir âyette ise “Onun önünde ve arkasında Allah’ın izniyle onu koruyan takipçisi vardır.” buyurulmaktadır.
- Cennet ve cehennemde görevli melekler. Kur’an ve hadislerde cennet ve cehennemde görevli meleklerden söz edilmektedir. Meleklerin, cennetlikleri, “İşte bu size vaat edilmiş olan (mutlu) gününüzdür.” diye karşılayacakları, bölük bölük cennete sevkedilip kapıları kendilerine açıldığında “Onun (cennetin) bekçileri (hazenetühâ): ‘Selâm size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya!”diyecekleri, babalarından, eşlerinden ve çocuklarından sâlih ve sâliha olanlarla beraber adn cennetlerine girecekleri haber verilmektedir.
Cehennem işlerine bakmak üzere de iri gövdeli, sert tabiatlı, meleklerin görevlendirileceği, bunların Allah’ın buyruklarına karşı gelmeksizin kendilerine emredilen şeyleri yaptıkları, cehennemin kapıları açılarak küfredenlerin bölük bölük oraya atılacağı ve “Cehennem bekçilerinin (hazenatühâ) onlara, “Size, içinizden rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi?” diyecekleri”, azaba dayanamayan inkârcıların, “Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin.” diye seslenecekleri ve Mâlik’in onlara, “Siz böyle kalacaksını.z” diye cevap vereceği, cehennem bekçilerine (hazenetü cehennem), “Rabbinize dua edin, bizden bir gün olsun azabı hafifletsin.” diyecekleri, bekçilerin onlara, “Size peygamberleriniz açık açık deliller getirmediler mi?” diye karşılık verecekleri ve “Evet getirdiler.” demeleri üzerine, “O halde kendiniz yalvarın.” diyecekleri haber verilmekte; cehennemde oraya girenleri karşılamak üzere zebânilerin bulunduğu bildirilmektedir.
- Hârût-Mârût. Hârût ve Mârût kıssası Kur’ân-ı Kerim’de sadece Bakara sûresinin 102. âyetinde geçmekte olup, şu bilgiler verilmektedir:
“Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Bâbil’de Hârût ile Mârût isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek herkese, ‘Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız.’ demeden hiç kimseye öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların âhiretten nasibinin olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!”
Hârût ve Mârût hakkında farklı görüşler olmakla beraber Bâbil’de “insanlara sihir ilmini öğretmek suretiyle onları imtihan etmek üzere gönderilen iki melek oldukları” en yaygın kanaattir. Kur’ân-ı Kerim bu olayla ilgili daha başka bilgi vermemektedir. Muteber hadis kitaplarından Buhârî’de “Kitâbü’t-Tıbb”ın sihre tahsis edilen 47. babının başlığında Bakara sûresinin 102. âyeti zikredilmekte, bu münasebetle âyet içinde Hârût-Mârût adı geçmektedir. Söz konusu isimlerle ilgili başka bir bilgiye rastlanmamaktadır. Bunlar, Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde ise insanlar gibi birtakım arzu ve istekleri bulunan varlıklar olarak tasvir edilmektedir.
- Münker-Nekîr. Kabirde sorgu-sual işiyle görevli meleklerdir. Kur’ân-ı Kerim’de adları geçmemektedir. Hadislerde ise ölü defnedildiği zaman ona, birine Münker, diğerine Nekîr denilen siyah tenli, mavi gözlü iki meleğin geldiği, kabrinde oturtup sorular sorduğu, verdiği cevaplara göre kabrini genişlettiği veya daralttığı bildirilmektedir.
Fazilet Açısından Melek-Peygamber Karşılaştırılması
Kelâm kaynaklarında tafdîl meselesi diye yer alan bu husus, itikadı ilgilendiren temel bir problem olmamakla birlikte müminin, dolayısıyla insanın değeri açısından önemli kabul edilmiştir. Bazı âlimler, meleklerden Âdem’e secde etmelerini isteyen âyeti delil getirerek derecesi aşağı olanın, üstün olana secde etmesi hikmetin gereğidir, ilahî buyruk bu yönde tecelli ettiğine göre insan türü melek türünden üstündür demişlerdir. Bu görüşte olanlar, insan davranışlarının ihtiyarî oluşunu ve onun hırs, nefsânî arzuları, öfke ve ihtiyaç gibi hallere rağmen ibadete yönelmesini de aklî delil olarak ileri sürmüşlerdir.
Mâtürîdîler’in büyük çoğunluğu bu görüştedir. Konuyla ilgilenen diğer âlimler şeytanın cennette Hz. Âdem ile Havva’yı “Melek olursunuz diye rabbiniz bu ağaçtan yemenizi yasaklamıştır.” diye kandırdığını ve onların da melek mertebesine çıkmak için yasak ağaçtan yediklerini göz önünde bulundurarak meleklerin insan türünden üstün olduğunu söylemişlerdir. Bunlar ayrıca meleklerin mâsum ve Allah’a daha yakın oluşunu hırs ve arzuların kaynağı olan maddî yapıdan arınmış bulunuşunu da delil getirmişlerdir. İslâm filozofları ile bazı Eş‘arî ve Mûtezilî kelâmcıları bu görüştedir. Görüldüğü üzere iki tarafın da delili kesin olmayıp nassların yorumundan kaynaklanan bazı zannî bilgilerden oluşmaktadır. Bu sebeple itikat alanında kesinlik ifade etmemektedir.
Melek İnancının Etkileri
İnsan, yeryüzündeki diğer canlılardan farklı olarak iradeli bir canlı varlık şeklinde yaratılmıştır. İrade, “Farklı seçeneklerden birini tercih etmek.” demektir. Allah Teâlâ insana özgü iradî fiillerin önünde farklı alternatifler koymuş ve onun dünyaya gelişinin gayesini “imtihan olmak” şeklinde belirlemiştir.
Cenâb-ı Hak insanı kötülüğe çağırmak üzere şeytanı, hayra davet etmek üzere de melekleri yaratmıştır. Onun meleklere inanması demek, şeytanın ve meleklerin sunduğu seçeneklerle dolu bir âlemde yaşandığını, meleklerin telkini ve doğrultusunda hareket edip yeteneklerini bu yönde geliştirmesinin gerektiğini kabul etmesi, meleklerin kendisini daima gözetlediğini ve yaptıklarını kaydettiklerini unutmaması demektir.
İnsana iyi düşünceler aşılayan meleklerin yanı sıra ona vesveseler telkin eden şeytanın varlığı da ontolojik bir gerçek olmakla beraber, Kur’an şeytana değil, meleklere imanı öne çıkarmak, tâgūtu inkâr edip Allah’a inananın sağlam kulpa sarılmış olacağını bildirmek suretiyle şeytanın ontolojik varlığını ikinci dereceye almış, onunla hemhal olmayıp aksine meleklere kulak vermeyi öngörmüştür.