Kuran korunmuş mudur? Kuran’ın korunmuşluğu ne demektir? Kuranı bir insan yazmış olabilir mi?

Hemen her yaştan insanın kafasına takılan soruların başında Kur’an’ın bir insan tarafından yazılmış olup olamayacağı yani başka bir ifade ile gerçekten Allah’tan olup olmadığı sorusu gelmektedir. Çoğu zaman da bu kişinin peygamberimiz Hz. Muhammed olup olamayacağı merak edilmektedir. Çalışmanın sınırları göz önünde bulundurularak bu bölümde olabildiğince kısa biçimde cevap verilmeye gayret edilecektir.

Her iddiada olduğu gibi söz konusu iddianın geçerliliği ve kabul edilebilirliğinin çeşitli açılardan test edilmesi gerekir. Dolayısıyla Kur’an’ın bir insan örneğin peygamberimiz tarafından yazılmış olduğu görüşünde olan birinin, Kur’an’ı okuyup anlamış ve üzerine düşünmüş olması gerekir. Çünkü Kur’an herhangi bir kitap değildir. Onun lehinde de aleyhinde de söz edebilmek için en doğru biçimde bilinmesi gerekir.

Kur’an’ın insan sözü olmaktan uzak muhteşem içeriği dikkate alındığında ve vahyedildiği dönem (yedinci yüzyıl) ve o dönemin Mekke şartları hesaba katıldığında, bir insanın hatta o dönemin en bilge insan topluluklarının dahi Kur’an’a yaklaşabilecek bir kitap yazmalarının mümkün olmadığı görülür. Kur’an’ın tüm dönemleri aşan ve gaybi bilgiler taşıyan içeriğinin, insanüstü olduğu da insan müdahalesinden korunduğu da çok açıktır.

Allah tarafından yaratılmış olan bu düzende imtihan dünyasında olduğumuza göre Allah’ın bizi ne şekilde imtihan edeceğini, hem Allah’a hem de yarattıklarına karşı görev ve sorumluluklarımızın neler olduğunu, Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmanın yolunu ve çirkin bulduğu şeylerden nasıl uzak durmamız gerektiğini öğrenmemiz gerekir. Bunu öğrenebilmenin tek yolu ise vahiydir. Dolayısıyla Allah insanları yaratarak kendi hallerine bırakmamış ve aralarından seçtiği elçiler vasıtasıyla onları mesajları ile buluşturmuştur. Bu anlamda Allah’ın vahiy göndermesi zaten olması gereken yani beklenen bir şeydir. Önce bu konudaki şüphelerin giderilmesi, ondan sonra Kur’an’ın insan sözü olup olamayacağının değerlendirilmesi gerekir.

Yine Kur’an üzerine düşünmeden önce, Kur’an’ın tarihe ve günümüze damga vuran dönüştürücü etkisine bakmak ve tarih boyunca hakkında ortaya atılan her türlü itiraza karşı haklı çıkışını da göz ardı etmemek gerekir. Tarihteki hiçbir kitap, Kur’an kadar birbirinden çok farklı konulara temas etmesine ve hatta gerektiğinde en ince ayrıntısına kadar girmesine rağmen hiçbir surette yanlışlanamadan günümüze kadar gelebilmiş değildir. Bu anlamda Kur’an’ın bir benzeri olmadığı gibi ona yaklaşabilecek başka bir kitap da söz konusu değildir. Tek başına bu bile Kur’an’ın insan sözü olmadığına yeterli bir delildir.

Düşünün ki; elinizdeki kitap bir yandan anne rahmindeki gelişim aşamalarına dikkat çekerken, diğer yandan evrenin genişlediğine vurgu yapacak, yani insanlığa en küçüğünden en büyüğüne kadar muhteşem bir bilgi şöleni sunacak ve temas etmiş olduğu hiçbir konuda gerek bilimsel gerekse mantıksal açıdan yanlışlanamayacak.

Diğer taraftan Kur’an’ın yazım tarzı da alışılagelmiş tüm yazım tarzlarının çok ötesinde, kendine hastır. Örneğin konu anlatımları bölüm bölüm değildir. Kur’an’ın tamamına yayılmış bir bütünlük ve ayetler arasında doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkilendirilebilecek muhteşem bir bağ bulunur. Bir konu hakkında bilgi edinmek için o konu ile alakalı tüm ayetlerin dikkate alınması gerekir. Kur’an’ın dil kullanımı da son derece eşsiz ve estetiktir. Sahip olduğu incelikler ile insanı kendine hayran bırakan bir yönü vardır. Kur’an’ın üstünlüğüne erişmek mümkün değildir. Kur’an gerek içeriğindeki üstünlük gerekse karşısındakini aciz bırakan benzersizliği ile karşı konulamaz bir mucizedir.

Bu kadar geniş içeriğe sahip bir kitap, yedinci yüzyıl şartlarında bir insan tarafından yazılmış olsaydı hem kendi dönemindeki bilgilerin bir derlemesi olması hem de içinde birçok çelişki ve tutarsızlık olması beklenirdi. Oysa Kur’an, dönemler üstü içeriği ve kendi içindeki muhteşem tutarlılığı ile bir insan tarafından yazılamayacağını açıkça gösterir.

Öncelikle Kur’an’daki mesajlar son derece açık, kendi içinde tutarlı ve anlaşılır bir dildedir. En zor konular bile en basit şekilde anlaşılabilecek bir sadelikte ifade edilmiştir. Seçilen örnekler yaşamın içinden ve insanların anlayabilecekleri türdendir. Abartılı olmadığı gibi sıradan da değildir. Kur’an bilim kitabı olmadığı gibi bilimsel bilgi verme derdinde de değildir. Ancak Kur’an’ın Allah’tan geldiği konusunda insanların kafalarında şüphe kalmaması için insanları aşan bir içeriğe sahip olması gerekir. Kur’an bazen kendisinden önce kimsenin bilmediği gerçeklere dikkat çeker, bazen de insanlar tarafından bilinen bilgiler içinden doğru olanı ortaya koyar. Hem geçmişten hem de gelecekten haberler verir. Yaşayan herhangi bir insanın içinde bulunduğu şartlar ve ortam da hesaba katıldığında tüm bunları bilmesi mümkün değildir. Bu konuda birçok örnek verilebilir. Ancak bu kısımda sadece üç karanlıktan yani uzaydaki, denizlerin altındaki ve anne rahmindeki karanlıklardan örnekler verilmekle yetinilecektir.

Evrenin ezeli olup olmadığı, insanlık tarihi açısından en çok tartışılmış konuların başında gelir. Evrenin bir başlangıcının olduğunun bilimsel anlamda ispat edilmesi ondokuzuncu yüzyılın sonu ile yirminci yüzyılın başlarındadır. Oysa Kur’an, insanlık tarihi açısından en dev soruların başında gelen bu soruya yedinci yüzyılda açıklık getirmiş, Allah’ın her şeyi, bir örneğe dayanmaksızın yoktan var ettiğine dikkat çekmiş ve haklı çıkmıştır.680 Kur’an’a göre evrenin bir başlangıcı vardır ve yerler ile gökler bitişikken birbirinden ayrılmıştır. Yine tarih boyunca evrenin sonsuz ya da sınırlı ve sonlu olduğu yönündeki, temel görüşlerin hâkim görüş olduğu bilinmektedir. Antik Yunan düşünürlerinden Batı bilim tarihinin en önde gelen bilim insanlarına kadar hiç kimse, sürekli genişleyen dinamik bir evrende olduğumuz gerçeğini fark edememiştir ve bu gerçek ancak yirminci yüzyılda keşfedilebilmiştir. Oysa Kur’an yüzlerce yıl öncesinden sürekli genişleyen bir evrende olduğumuza dikkat çekmiş ve haklı çıkmıştır.

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in göğün sürekli olarak genişlediğini gözlemleyebileceği bir teleskobu yoktu. Kendinden önce ve kendi döneminde böyle bir bilgi olmadığı gibi kendisinden sonra yüzlerce sene de insanlık bu konuda bilgi sahibi değildi. Yine Kur’an’da Güneş’in hareket halinde olduğu ifade edilir ve bu bilgi ile Kur’an, tüm bilim tarihini ve öne çıkmış tüm bilim insanlarının bu konudaki görüşlerini dize getirir. Aristoteles gibi Antik Yunan düşünürlerine ve sonrasında Batlamyus’a göre Dünya evrenin merkezinde sabit bir biçimde durmakta, Güneş ve diğer gezegenler ise sabit bir biçimde duran Dünya’nın etrafında dönmektedirler. Bu görüş, Kilise tarafından da resmi görüş olarak benimsenmiş ve Kopernik, Kepler ve Galileo sürecine kadar hâkim görüş olarak kabul edilmişti. Kopernik, Kepler ve Galileo ise bu görüşe karşı çıkmış ve Dünya’nın değil Güneş’in sabit bir biçimde durduğunu, Dünya dahil diğer gök cisimlerinin ise sabit duran Güneş’in etrafında döndüklerini savunmuşlardı. Oysa Kur’an yüzlerce yıl öncesinden bu tartışmaya açıklık getirmiş ve ancak gelişmiş teleskoplar ile modern çağda keşfedilebilmiş olan bir gerçeğe yani Dünya’nın da Güneş’in de sabit durmadığı ve hareket halinde olduğu gerçeğine dikkat çekmişti. Dolayısıyla Güneş’i sabit ama Dünya’yı hareket halinde ya da Dünya’yı sabit ama Güneş’i hareket halinde kabul eden tüm görüşler yanılmış ve her birinin hareket halinde olduğuna dikkat çeken Kur’an her zaman olduğu gibi haklı çıkmıştır.

Sadece geçmiş dönemde yaşayan insanlara değil günümüz insanlarına dahi “Dünya’nın en karanlık yeri neresi olabilir?” diye sorsanız muhtemelen kimsenin aklına derin denizlerin altı gelmeyecektir. Oysa derin denizlerin altı yeryüzünün en karanlık bölgeleridir. Bu gerçek insanlık için çok yeni bir bilgidir. Kur’an ayetleri, denizlerin altındaki karanlıklardan ve dip dalgalardan bahseder. İnsanoğlunun dalış merakının çok eski dönemlere kadar gittiği bilinmektedir. Hayvan derilerinden yapılmış tulumların içindeki havayı soluyarak belirli bir süre denizin altında kalma ve avlanma milattan öncesine kadar dayansa da bu tip bir dalışın son derece sınırlı ve denizlerin altındaki karanlıklara şahit olunabilecek bir dalış olmadığı göz ardı edilmemelidir. Denizlerin altındaki karanlıklara şahit olabilecek biçimde bir insanın o dönemde denizlerin altına dalması mümkün değildir. Denizaltı olarak bilinen araçların kullanılmaya başlanmasının da onyedinci yüzyıl ve sonrasında olduğu ve daha derine dalma ve daha uzun süre denizin altında kalma imkânı veren dalış tüplerinin ise yirminci yüzyılda geliştirildiği unutulmamalıdır.

Denizlerin iki yüz metre derinlikleri son derece karanlık ortamlardır. Bin metre civarı derinlikler ise yeryüzünün en karanlık noktası olarak kabul edilir. Bu derinlikler kimi yerlerde on bin metre civarı derinliklere kadar gidebilmektedir. Denizlerin üstü gündüzün en aydınlık anını yaşarken bile denizin iki yüz metre altı zifiri karanlıktır. Kur’an ayetleri bu gerçeğe dikkat çekmektedir. Oysa o dönemde de bu gerçeğin fark edildiği zamana kadar gelen süreçte de bunun bilimsel ve gözlemsel olarak bilinmesi mümkün değildir. Ayetin denizler altındaki dalgalara dikkat çekmesi de son derece mucizevidir. Çünkü denizlerin altındaki dalgaların keşfi de yirminci yüzyılın hemen başlarına denk gelmektedir. Güneş’ten gelen ışık, bulutlara çarpmak suretiyle kırılır ve bu kırılma ışık kaybına neden olur. Denizlerin yüzeyine ulaşan ışığın etkisi derinlere indikçe yavaş yavaş azalmaya ve en sonunda da tamamen kaybolmaya başlar. Denizin derinliklerinde ise ışık tamamen yok olur ki burası artık yeryüzünün en karanlık yerine dönüşür.

Kur’an bir yandan insanın yaratılışının ham maddesi olarak toprak ve suya dikkat çekmekte, diğer yandan anne rahmindeki gelişim aşamalarını en ince ayrıntısına kadar aktararak gözler önüne sermektedir. İnsan, toprak ve suyun karışımı olan bir çeşit balçıktan yaratılmıştır. İnsan vücudunun ve toprağın analizi yapıldığında, içerdikleri maddeler açısından aralarında bir fark olmadığı kolaylıkla görülebilir. Alüminyum, demir, kalsiyum, oksijen, silikon, sodyum, potasyum, magnezyum, hidrojen, klor, iyot, manganez, kurşun, fosfor, bakır, gümüş, karbon, çinko, kükürt ve azot gibi maddeler hem insan vücudunu hem de toprağı oluşturan maddelerdir. Bilimsel ve gözlemsel olan bu gerçeğin yedinci yüzyılda bilinmesi mümkün değildir.

Yine Kur’an’da insanın anne rahmindeki gelişim aşamaları anlatılmakta ve anne karnındaki üç karanlıklı bir aşama ile yaratıldığına vurgu yapılmaktadır. Ayetlerde insanın yaratılışının aşama aşama olduğu gerçeğine de vurgu vardır. Anne rahmi, son derece dayanıklı ve korunaklı bir yapıdadır. Anne rahmindeki üç karanlık bölge, cenini dış etkilere karşı korumaya alır: karın duvarı, rahim duvarı ve amniyon kesesi. Bunlar, ceninin gelişebilmesi için hazırlanmış üç karanlık ortamdır. Aynı zamanda üç karanlık yaratılış aşaması da söz konusudur ki ayetin her ikisine de dikkat çekmiş olduğu düşünülebilir. Bu üç karanlık yaratılış aşaması ise pre-embriyonik aşama, embriyonik aşama ve fetal aşamadır. Kur’an ayetleri anne rahminde kemiklerin oluşumuna ve sonrasında etle kaplanmasına da dikkat çeker. Başlangıçta kemiksiz bir çiğnemlik et formunda olan embriyodaki kıkırdak doku, tam da ayette dikkat çekildiği gibi sonradan kemikleşmeye başlar. Ardından ayette dikkat çekildiği gibi kemikleşme başladıktan sonra oluşan kas etleri kemikleri sarar.

Yine Kur’an, ancak yakın geçmişte bilimsel olarak öğrenebildiğimiz ama geçmişten günümüze kadar hatta halen daha günümüzde birçok kişi tarafından yanlış bilinen cinsiyetin belirlenmesi konusuna dikkat çeker ve bu konuda da gerçeği açık bir biçimde ortaya koyar. Tarih boyunca hep doğan çocuğun cinsiyetini belirleyenin kadın olduğu zannedilmiştir. Hatta erkek çocuk doğuramadığı gerekçesi ile kadınlar mağdur edilmiştir. Oysa Kur’an ayetleri yedinci yüzyılda bu yanlışlığa dikkat çekmiş ve cinsiyeti belirleyen şeyin erkek spermi olduğunu söylemiştir.694 Ancak yakın geçmişte icat edilmiş gelişmiş mikroskoplar ve mikro kameralar ile tespit edilebilecek bu muazzam yaratılış aşamalarının modern tıp ile uyumlu biçimde aktarılmış olması, Kur’an’ın insan sözü olamayacağının delillerindendir. Kur’an’ın bu türden daha birçok mucizesi vardır.

Diğer bir husus da şayet Kur’an Allah’tan gelmiş değil de Hz. Muhammed tarafından yazılmış olsa, ayetlerde Allah’ın mesajından çok Hz. Muhammed’in kişiliğinin öne çıkması beklenirdi. Bir insan, kitabı kendi eli ile yazsa ve o kitabın Allah’tan geldiğini iddia etse mutlaka pozisyonunu garantiye alabilmek için kendisi ile ilgili birçok abartılı ve ayakları yere basmayan ifadeyi de bu kitabın içine koyması beklenirdi. Mesela kendisine birtakım mucizeler ve insanüstü vasıflar yüklemesi ve kendisini gölgesi yere düşmeyen, teri gül kokan, önünü görür gibi arkasını da gören, en uzaktaki sesleri bile işitebilen, tükürüğü ile acı suları tatlı yapan ve her türlü yarayı iyileştiren, acıkmayan, açlık hissi duymayan çünkü zaten her daim bizzat Allah tarafından yedirilip içirilen, öldüğünde cesedi bile çürümeyecek biri olarak tarif etmesi beklenirdi. Yine insanlardan bir beklenti içinde olması, onlardan ücret istemesi, bir uyarıcıdan çok daha fazlası olduğunu söylemesi gerekirdi. Kur’an dışı kaynaklarda geçen bazı ifadelerde olduğu gibi Allah’ın peygamberimize habibim (sevgilim) diye hitap etmesi, o olmasaydı kâinatı yaratmayacağını söylemesi, hiçbir şey yaratılmadan önce onun nurunun yaratıldığının haber verilmesi, kâinatın ve tüm insanlığın efendisi olduğunun belirtilmesi, nebi ve resullerin en üstünü ve efendisi olduğunu bildirmesi, hesap günü tüm nebi ve resullerin bile kendisinden medet isteyeceğinin söylenmesi, kendisine dilediği herkesi ateşten kurtarabilme yetkisinin verilmesi, kendisinin günahsız ve masum olduğunu iddia etmesi, dilediğini helal dilediğini ise haram kılabilmesi, gaybı bildiğini söylemesi ve kıyametin ne zaman kopacağını haber vermesi beklenirdi. Oysa bunların hiçbiri Kur’an’da yoktur.

Kur’an’da her fırsatta peygamberimize bizim gibi bir beşer olduğunu insanlara hatırlatması söylenmekte ve herkes gibi ölümlü olduğu hatırlatılmakta, peygamberimizin sadece bir uyarıcı olduğuna, insanlar üzerinde bir zorba olmadığına, elçilerin yalnızca müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderildiğine, dolayısıyla peygamberimizin de insanların bekçisi kılınmadığına vurgu yapılmaktadır. Çünkü aksi türlü bir elçi beklentisi, tam da gerçeği yalanlayan inkârcıların itiraz edip bahane ürettikleri gibi biri olmalıdır; yiyip içmeyen ve herkes gibi çarşı pazar gezinmeyen bir elçi. İnsanüstü vasıflara sahip bir elçinin gelmesiyle ilgili beklentinin arkasında, insanların Allah’a karşı bahane üretme istekleri vardır. Şayet örnek alınabilir insan bir elçi değil de mesela bir melek gönderilmiş olsaydı bu kez gerçeği yalanlayan inkârcılar “İnsan olanlara melek elçi mi geldi?” türünden itirazlar ile gerçeği yalanlamalarına ve melek olan bir elçiyi örnek alamayacak olmalarına kılıf bulma yoluna gideceklerdi.

Kur’an’da hiçbir nebi ve resulün insanlardan bir karşılık ve ücret beklentisi içinde olmadığına dikkat çekilir.704 Hatta öyle ki bu durum tüm nebi ve resullerin getirmiş olduğu ortak mesajın en öncelikli gerçeklerinden biridir. Peygamberimizin de insanlardan bir ücret beklentisi içinde olmadığına ayetlerde açıkça dikkat çekilmiştir. Öte taraftan peygamberimizin Allah’ın hazinelerine sahip olmadığı, gaybı bilmediği ve bir melek olmadığı ısrarla vurgulanmıştır. Din Allah’ın dini, hüküm Allah’ın hükmüdür. Peygamberimiz, Allah’ın hükümlerini iletmekle görevlidir. Allah’ın kendisine Kur’an ayetleri ile vahyetmiş olduğu şeyler dışında Allah adına hüküm koyamaz. Çünkü Allah hükmüne ve hükümranlığına kimseyi ortak kılmaz. Peygamberimiz de insanlara vekil kılınmamış, kendisine vahyedilene uyması ve Allah hükmünü verinceye kadar sabretmesi söylenmiştir. Peygamberimiz, insanları doğru yoldan çıkarma ya da kendi isteği ile onları doğru yola yöneltme gücüne sahip değildir. Yine peygamberlerin ilki olmadığı ve kendi sonunun dahi ne olduğunu bilmediği söylenir. Son saatin (kıyametin) ne zaman kopacağını bilmediği, hakkında ateş hükmü verilmiş birini kurtarmasınıns öz konusu olmadığı, sevdiğini ve dilediğini doğru yola iletemeyeceği, yine manen ölü gibi olanlara, vurdumduymaz olup manen sağır kesilenlere ilahi sözleri dinletemeyeceği, gerçekleri göremeyip körleşenleri sapıklıktan kurtarıp doğru yola iletemeyeceği, insanlara hidayet verecek olanın peygamberimiz olmadığı, ve Allah’ın ayetlerine inanıp teslim olanlardan başkalarına duyuramayacağı hatırlatılır.

Öte taraftan Kur’an’da, peygamberimizin ciddi anlamda uyarıldığı ayetler de yer alır. Geleneksel inanca göre peygamberler günahsızdırlar. Oysa Kur’an’a baktığımızda peygamberlerin de çeşitli günahlar işlediklerine ve peygamberimizin de günahları olduğuna tanıklık ederiz. Bu gayet doğaldır. Zira tüm peygamberler bizler gibi insandır. Ancak Allah onları vahyi tebliğ etmek noktasında korumuş ve bu konuda bir hata yapmaktan alıkoymuştur. Bazı ayetlerde kişisel karar ve hataları nedeniyle peygamberimizin uyarıldığı görülür Yine örneğin ayetlerde peygamberimizin Allah’tan af dilemesi ve asla hainlik edenlere taraftar olamaması söylenir. Başka bir ayette ise muhtemelen toplumun ileri gelenlerini hoşnut edebilmek ve yanında bulunanlar nedeniyle ön yargılı davranmalarına sebep olmamak adına; toplumun alt kesimlerini oluşturan ama Rablerinin rızası peşinde olan kimseleri yanından uzaklaştırmaması, şayet bunu yaparsa zalimlerden olacağı bildirilerek uyarılmıştır. Yine peygamberimizin eşlerinin hoşnutluğunu gözeterek Allah’ın kendisine helal kıldığı şeyi haramlaştırması konusunda da uyarıldığı görülür. Bir diğer ayet grubunda ise kendini hiçbir şeye muhtaç görmeyen kibirli bir kişiye yönelerek ona Allah’ın ayetlerini tebliğ etmek istediği bir sırada, Allah’a olan saygısı nedeniyle koşarak yanına gelen bir görme engelli ile ilgilenmemesi ve kibirli kişiye öncelik vermesi nedeniyle uyarıldığı görülür. Hatta kendisine gelen vahiyden ayrılarak ondan başkasını Allah’a isnat etmesi noktasında kendisini fitneye düşürmeye çalışanlara karşı az da olsa eğilim gösterdiği ancak Allah’ın onu koruyup dirençli kılması sonucunda bundan kurtulduğu ve şayet bu hataya düşüp onlara eğilim göstermiş olsaydı kendisi için hayatın da ölümün de azabının kat kat artırılmış olacağı haber verilir. Başka bir ayette, Allah dilerse vahyetmiş olduklarını ortadan kaldırabileceği ve peygamberimizin de bu durumda Allah’a karşı kendine bir yardımcı ya da dayanak bulamayacağı bildirilmiştir.726 Yine bir ayette peygamberimize kimseden çekinmeden kendisine indirileni tebliğ etmesi, bunu yapmaması durumunda Allah’ın elçiliği görevini yerine getirmemiş olacağı söylenir. Başka bir ayette, müşriklerin peygamberimizin bir hazinesi ya da beraberinde gelen bir melek olması gerektiği iddia ve itirazında bulundukları için göğsü sıkışıp daralarak kendisine vahyedilmekte olanın bir kısmını terk etmeye kalkabileceği hususuna vurgu yapılır ve kendisinin sadece bir uyarıcı, vekil olanın ise Allah olduğu hatırlatılır. Bir ayette ise Kur’an’ın peygamberimiz tarafından uydurulduğunu iddia edenlere “Ben onu uydurmuşsam, Allah tarafından bana gelecek şeyi (azabı) savmaya gücünüz yetmez.” demesi söylenmektedir. Ayetlerde peygamberimize, dinlerine uyuncaya kadar Yahudilerin de Hıristiyanların da ondan asla razı olmayacakları oysa asıl rehberliğin Allah’ın rehberliği olduğu ve kendisine gelen bilgiden sonra onların arzularına uyması durumunda, Allah’tan gelecek herhangi bir azaba karşı ne bir dost ne de bir yardımcı bulacağı hatırlatılır. Yine Kur’an’ın bir şair ya da kâhin sözü olmadığı ve âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından indirilen bir gerçek olduğu bildirilirken, diğer yandan şayet peygamberimiz Allah adına bazı sözler uyduracak olsaydı onun tüm gücünün alınacağı ve can damarının koparılacağı ve hiç kimsenin de buna engel olamayacağı bildirilir. Hem önceki peygamberlere hem de peygamberimize, Allah’a ortak koşmaları durumunda amellerinin boşa gideceği ve kaybedenlerden olacakları haber verilmiştir. Kendisine indirildikten sonra, artık onların kendisini Allah’ın ayetlerinden alıkoymamaları, Rabbine davet etmek konusunda bir tereddüt yaşamaması ve asla müşriklerden olmaması ve Allah ile birlikte başka hiçbir ilaha yalvarmaması çünkü Allah’tan başka ilah olmadığı noktasında da uyarılmıştır.

Şayet Kur’an’ı peygamberimiz Hz. Muhammed yazmış olsaydı bu kadar apaçık uyarı ve kimi zaman tehdit içerikli ayetler Kur’an’da yer alır mıydı? Şüphesiz almazdı. Kur’an Allah’tan gelen ilahi bir yasa olduğu için hâkimiyet dili yalnız Allah’a aittir. Allah gerçeği açıklayıp ortaya koymaktan çekinmez.

Kur’an, Allah’ın insanlığa son hitabıdır. Onun bir benzerini meydana getirmek mümkün değildir. Kur’an, her türlü kuşku ve şüpheden arınmıştır ve bunun aksini iddia edenlere açıkça meydan okumaktadır. Bütün insanlar ve hatta cinler bir araya gelse de Kur’an’ın bir benzerini meydana getirmelerinin mümkün olmadığı tüm insanlara hatırlatılır.

Muhtemelen pek çok kişinin aklındaki temel sorulardan biri de Kur’an’ın günümüze kadar korunmuş olup olmadığına dair sorudur. Bu soruya verilen cevapların başında genelde ayetlerin bu konu hakkındaki açıklaması gelmektedir.736 Ancak çoğu kişi için tek başına bu ayetin yeterli olmayacağı ve hatta birçok kişinin “Kur’an bozulmuş ya da değiştirilmiş olsa da böyle bir açıklama yine de Kur’an’da yer alabilir” şeklinde bir itiraz ile meseleye yaklaşacağı açıktır.

Bu türden bir sorunun cevabını merak eden kişiye Kur’an’ın nasıl toplandığı, kayıt altına alınarak ayetlerin nasıl yazıldığı ya da nasıl ezberlendiğini anlatmak da yeterli olmayabilir. Bu kişinin yapması gereken şey bizzat Kur’an’ı anlayarak okuması ve onu, günümüze kadar gelen süreç içinde tarih ile bilim ile felsefe ve bilgi ile yargılamasıdır. Ön yargısız ve sağlıklı bir zihin ile bu yargılamayı yapan kişi, anne rahminde bir bebeğin oluşum aşamalarından uzayın derinliklerine, toplumsal meselelerden insan psikolojisine, insani ve ahlaki değerlerden huzur ve barış içerisinde bir arada yaşayabilme kültürüne kadar gerekli olan tüm alanlarda ortaya koymuş olduğu iddialarının haklılığına tanıklık edecek ve Kur’an’ın her dönemin ilerisinde, kendi içinde müthiş bir tutarlılık gösteren mucizevi bir kitap olduğunu bizzat görecektir.

Kur’an vahyi, Hz. Âdem’den peygamberimiz Hz. Muhammed’e kadar gelen ortak ilahi vahyin kıyamete kadar geçerli olacak son halkasıdır. İnsan aklına ve yaratılışına en uygun sistem olan tüm peygamberlerin ortak mesajı İslam’ın son defa ortaya konulmasıdır. Dolayısıyla Allah’ın koruması altındadır. Kur’an bu konuda şüphesi olanlara net bir şekilde meydan okur. Dolayısıyla Kur’an, Allah tarafından peygamberimiz Hz. Muhammed’e vahyedildiği gibi muhafaza edilmiş ve korunarak günümüze kadar gelmiştir.

Emre Dorman