Kıyametin büyük alametleri nelerdir? Büyük alametler nedir? Kıyametin habercisi büyük olaylar neler?

Dinî litaretürümüzde kıyamet alâmetleri olarak kaydedilen ve belirmeleri durumunda kıyametin kopmasının yaklaştığına veya fiilen başladığına delâlet eden alâmetlere kıyametin büyük alâmetleri denilmekte, bunların bir kısmına müphem bir şekilde Kur’ân-ı Kerim’de de işaret edilmektedir. Bir kısmı ise sadece hadislerde geçmektedir.

  1. Müslim’in Ebû Hüreyre tarikiyle Sahîh’ine aldığı bir rivayete göre Hz. Peygamber, “Güneşin battığı yerden doğması, deccal ve dâbbetü’l-arz olmak üzere üç alâmet belirdiği zaman; kişi önceden inanmamışsa ve imanı uğruna bir hayır yapmamışsa, bu andaki imanı ona fayda sağlamaz.” buyurmuştur.
  2. Müslim’in Ebû Hüreyre tarikiyle Sahîh’ine aldığı diğer bir rivayete göre Hz. Peygamber, “Güneşin battığı yerden doğması, duhân, deccal, dâbbetü’l-arz, birinizin başına gelecek olan ölüm ve hepinizin başına gelecek olan umumi felâket olmak üzere altı alâmeti” saymıştır.
  3. Müslim’in Huzeyfe b. Esîd el-Gıfârî yoluyla Sahîh’ine aldığı riayete göre Hz. Peygamber, “Duman, deccal, dâbbe, güneşin batıdan doğması, Îsâ b. Meryem’in nüzûlü, Ye’cûc ve Me’cûc, biri doğuda, biri batıda, biri de Arap yarımadasında olmak üzere üç yer yarılması zuhur etmedikçe kıyamet kopmayacaktır.” şeklinde buyurmuştur. Bunlara Medine’nin harap edileceği, Kâbe’nin yıkılacağı, mehdînin çıkacağı ve ayın ikiye bölüneceği gibi rivayetler de eklenebilir.

Bunların içinden sadece Ye’cûc ve Me’cûc, dâbbetü’l-arz, duhân ve ayın ikiye bölünmesi haberleri Kur’ân-ı Kerim’de zikredilmektedir. Bazı müfessirler Hz. Îsâ’nın nüzûlü ve güneşin batıdan doğmasına da Kur’ân-ı Kerim’de işaret edildiğini ileri sürmektedir. Diğer haberler ise tamamen sünnet kaynaklıdır.

Ye’cûc ve Me’cûc

Ye’cûc ve Me’cûc kelimeleri, dilcilerin çoğunluğuna göre Arapça asıllı olup, “ateş alevlenip durulmak; su tuzlu ve acı olmak; düşmana saldırmak; hızlı koşmak” mânalarına gelen ecc kökünden türemiştir ve “hızlı hareket eden, etrafa dağılan, ateş gibi yakıp yok eden kimse veya topluluk” mânalarında mecaz olarak kullanılır.

Bu kelimeler Kur’ân-ı Kerim’in iki yerinde geçmekte olup, biri Kehf sûresindedir (18/83-101. âyetler). Zülkarneyn’in çağdaşı olan, komşularını huzursuz eden yakıcı, yıkıcı ve çapulcu bir topluluğu ifade etmektedir. Bunların nerede yaşadıkları ve hangi millete mensup oldukları hakkında Kur’an’da bilgi verilmemektedir. İkincisi ise Enbiyâ sûresinin 95-97. âyetlerinde yer almakta, gelecekte ortaya çıkacakları haber verilmekte ve Zülkarneyn ile herhangi bir irtibatlandırma yapılmamaktadır.

Ye’cûc ve Me’cûc’ün ortaya çıkışının, kıyamet öncesi bir alâmet mi yoksa kıyametin kopmaya başlamasıyla vuku bulacak bir hadise mi (safha) olduğu, ayrıca Ye’cûc ve Me’cûc’ün özel isim mi yoksa nitelik konumunda mı bulunduğu hususu Kur’an’da açık değildir. Hadislerde ise onlar hakkında daha detaylı ve tanıtıcı bilgiler verilmektedir.

Dâbbetü’l-arz

Arap dilinde “debb” kökü, “yavaş ve sessizce yürümek, nüfuz ve sirayet etmek, emeklemek” mânalarına gelir. Kur’ân-ı Kerim’de ise yerde ve gökte bulunan canlı, ağaç kurdu anlamlarına gelir. Kıyametin yaklaştığını ifade eden âyet ve hadislerde dâbbetü’l-arz kavramına da yer verilmiştir.

“Lâyık oldukları azabın gerçekleşme zamanı gelince, onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da bu varlık insanların âyetlerimize gerçekten inanmadıklarını kendilerine söyler.”

Burada yer alan “haklarındaki söz vâki olduğu zaman” ifadesi kıyametin kopma anı olarak yorumlanmış ve dâbbenin işte bu esnada çıkarılacağı bildirilmiştir. Hadislerde ise dâbbetü’l-arzın Hz. Süleyman’ın mührü ile Hz. Mûsâ’nın asâsına sahip olacağı, asâ ile müminin yüzünü parlatırken mühürle kâfirin burnunu damgalayacağı haber verilmektedir.

Dâbbetü’l-arzın neden ibaret olduğu hususunda Sünnî ve Şiî âlimlerinin bazı yorumları varsa da, ne Kur’an’da ne de sıhhati sabit hadis rivayetlerinde bu konuda herhangi bir bilgi vardır. Kur’ân-ı Kerim’de dâbbenin “kâfirlere vaat edilen azabın vâki olacağı zaman yerden çıkacağı ve onlarla konuşacağı (veya onları yaralayacağı)” dışında herhangi bir tasvir yer almamaktadır. İlgili âyetten sonra gelen âyette, “Bugünde yalancıların haşredileceği” ifade edilmektedir. Kur’an’ın ifadelerinden azabın vuku bulacağı zaman ile haşr günü arasında irtibatın bulunduğu anlaşılmaktadır. Buna göre Ye’cûc ve Me’cûc’de olduğu gibi dâbbetü’l-arzın da kıyametin vukuundan önce ortaya çıkacak bir alâmet değil, kıyametin vukuu ile ortaya çıkacak bir husus (safha) olduğunu gösterir.

Duhân

“Tütmek, dumanı çıkmak” anlamındaki dahn kökünden türemiş bir isim olup, “duman” mânasına gelir. Kur’an’da Duhân adıyla anılan sûrede konu hakkındaki beyanlar şu iki âyetle başlar:

“Göğün açık bir duman getireceği günü bekle! O, insanları bürür. Bu, elem dolu bir azaptır.”

Âyetlerin devamında şaşkınlık içinde kalan inkârcılara fırsat tanımak için geçici olarak azabın kaldırılacağı ancak bunların, fırsatı değerlendirip peygamberin getirdiklerine inanma yerine eski inkârcılıklarına dönecekleri bildirilmekte ve müthiş bir yakalayışla helâk edilecekleri haber verilmektedir.

Dinî litaratürde duhân, kıyametin yaklaşması sırasında onun alâmeti olarak zuhur edecek zehirli bir duman (gaz) olarak tanımlanır. Bazı âlimler duhânın Hz. Peygamber döneminde Mekke’de zuhur eden kıtlık sonucu kâfirlerin, çevrelerini duman kaplamış gibi görmelerine işaret ettiği kanaatindedir. İbn Mes‘ûd’dan rivayet edilen bir habere göre söz konusu duhân, Bedir Savaşı’nda müşriklerin başına gelecek bir olaydır. Buhârî’nin kaydettiği bir rivayete göre de Mekke müşrikleri hakkındadır. Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbâs ve Ebû Hüreyre gibi sahâbîlere nispet edilen rivayete göre ise söz konusu âyette geçen duhândan maksat, kıyametin yaklaştığı zaman ortaya çıkacak dumandır.

Kanaatime göre kıyametin kopuş safhaları içinde “duhân” diye anılan bir olayın vuku bulması, söz gelimi okyanusların dibinde bulunan karbondioksit depolarının su yüzüne çıkması imkân dahilinde olmakla beraber, Kur’ân-ı Kerim’de bu anlamı bildiren açık bir ifade bulunmamaktadır.

Deccal

Sözlükte “bir şeyi örtmek, yaldızlamak, boyamak” anlamındaki decl kökünden türeyen bir sıfat olup, “Âhir zamanda ortaya çıkıp göstereceği hârikulâde olaylar yoluyla bazı insanları dalâlete sürükleyeceğine inanılan kişi.” diye tanımlanır. Kelime, Kur’an’da yer almamaktadır. Bazı hadis rivayetlerinde deccalin kıyamet alâmeti olarak zuhur edeceği, önce peygamberlik, sonra ilâhlık iddiasında bulunacağı haber verilmektedir.

Yine nakledilen hadislerin bir kısmında deccalin fizik ve ruhî portresi çizilmekte, yapacağı kötülüklerden söz edilmekte ve nihayet nüzûl edecek olan Hz. Îsâ tarafından öldürüleceği belirtilmektedir. Ancak söz konusu rivayetlerin muhtevalarında epeyce farklılıkların bulunmasının yanı sıra bazı çelişkiler de göze çarpmaktadır.

Sayıları fazla olmayan bir kısım âlim, hakkında Kur’an’da açık bir beyan bulunmayan, hadis rivayetleri isnad ve metin açısından problemli olan “deccal”in bir şahıs olarak sabit olmadığını söylemiş, sem‘iyyât konuları çerçevesine girmesi açısından bakış yapan âlimlerin çoğunluğu ise meselenin İslâmî konular arasında yer aldığına kanaat getirmiştir.

Ancak sayıları giderek artan eski ve yeni dönem âlimleri, deccal hakkındaki nebevî metinleri tevile tâbi tutarak onun belli bir şahıs değil, her dönemde şerri, küfrü ve bâtılı temsil eden bir tipten ibaret bulunduğunu belirtmişlerdir. Nitekim Sahîhayn’da yer alan hadislerde Hz. Nûh’tan itibaren bütün peygamberlerin, ümmetlerini deccal fitnesine karşı uyardıkları ve otuz kadar deccalin zuhur edeceği beyan edilmiştir.

Başta Ebû Hanîfe, Ahmed b. Hanbel, Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî ve Ebû Mansûr el-Mâtürîdî olmak üzere Sünnî kelâm âlimlerinin büyük çoğunluğu, kıyamete yakın deccalin çıkacağı ve Hz. Îsâ tarafından öldürüleceği görüşünde birleşmişlerdir. Muhammed Abduh, Mahmud Şeltût, Sait Nursi gibi bazı son dönem âlimleri de onu şer ve bozgunculuğu temsil eden bir prototip olduğu şeklinde tevil etmişler; bu tip ile her devirde deccal olarak isimlendirilebilecek yalancı ve aldatıcıların bulunabileceğini, onların yalan ve aldatmalarına karşı ümmetin uyanık olmasının amaçlandığını söylemişlerdir.

Hâricîler’in ve Mu’tezile’nin bir kısmı ile Cehmiyye mensupları, herhangi bir yoruma gitmeksizin deccal inancını bütünüyle reddetmişlerdir. Hadis usulü açısından deccalle ilgili rivayetlerin bir kısmı sahih, bir kısmı ise zayıf kabul edilmektedir. Bu özellikleri dolayısıyla da kesin bilgi meydana getirecek bir güce ulaşmamışlardır. Deccalle ilgili rivayetlerin sahih kabul edilenlerinde çok mücmel ifadeler kullanılırken bazı rivayetlerde tutarsız ve çelişkili tasvirler yapılmaktadır.

Hz. Îsâ’nın Nüzûlü

Kur’ân-ı Kerim’de beyan edildiği üzere Hz. Îsâ babasız olarak dünyaya gelmiş, Rûhu’l-kudüs tarafından desteklenmiş, kendisine mûcizeler verilerek İsrâiloğulları’nın peygamberi olarak görevlendirilmiştir. İsrâiloğulları onu önce yalancılıkla itham etmişler sonra da çarmıha germek istemişler ancak Allah Teâlâ onu kurtararak kendi katına yükseltmiştir.

Bu yükseltme işinin ölmeden önce mi, öldükten sonra mı, ayrıca ruhen mi yoksa ruh-beden birlikteliği ile mi gerçekleştiği hususu âlimler arasında tartışmalı bir konu olmuştur. Bazı müfessirler, onun tekrar dünyaya döndürüleceği mânasını elde etmek için yükseltme (ref‘) kavramına “canlı beden yükseltmesi” mânasını vermiştir. Bu görüşü desteklemek için de Hz. Îsâ’ya hitaben  “Seni vefat ettirip katıma yükselteceğim ve inkâr edenlerden arındıracağım” beyanında takdim-tehir yaparak Hz. Îsâ’nın diri olarak ve bedenen göğe yükseltildiği görüşünü benimsemiş ve buna bağlı olarak onun bir gün yeryüzüne indirileceği, orada son görevini yaptıktan sonra öleceği sonucunu çıkarmışlardır. Bunun yanında Ehl-i kitap’tan her birinin ölümünden önce Îsâ’ya iman edeceğini ve kıyamet gününde kendisinin bunlara şahit olacağını bildiren âyeti, Îsâ’nın, kıyametin habercisi olduğunun delili olarak iddia etmektedirler.

Müfessirlerin diğer bir kısmı ise Kur’ân-ı Kerim’deki ilgili beyanlardan “Hz. Îsâ’nın yahudilerden korunduğu, daha sonra eceli gelince öldüğü ve ruhunun refedildiği“ sonucunu çıkarmışlardır.

Kur’ân-ı Kerim’de nüzûl konusunda açık bir ifade bulunmadığı gibi, rivayet edilen hadisler de tevâtüre ulaşmış değildir. Bu sebeple nüzûl-i Îsâ’yı benimsememek, dinin temel konularından birini inkâr etmek anlamına gelmez. Kur’an’da mesih kelimesine de yahudi ve hıristiyanlarda olduğu gibi “beklenen kurtarıcı” anlamı yüklenmemiştir. Yine Kur’an’da “halen yaşayan ve bir gün dünyaya dönecek olan Îsâ” inancı dile getirilmemiştir. Cenâb-ı Hakk’ın tabiatın işleyişi için koyduğu kanunları (sünnetullah) ihmal ederek onu olağanüstü bir konumda yaşatmak isabetli değildir. Dolayısıyla nassın açıkça beyan etmediği hususlarda tabii olanı yani sünnetullahı esas almak gerekmektedir.

Bu tartışmalar söz konusu olmakla beraber Sünnî âlimlerinin çoğunluğuna göre bir kıyamet alâmeti olarak deccalin ortaya çıkışından sonra Hz. Îsâ gökten inecek, deccalin etkilerini ortadan kaldıracak, yedi veya kırk yıl Hz. Muhammed’in şeriatına bağlı olarak hak dini hâkim kılacak, bundan sonra da kıyamet kopacaktır. Taberî, Mâtürîdî, Ebû Hayyân el-Endelûsî ve İbn Kesîr gibi müfessirler, söz konusu âyetlerde açık bir beyanın bulunmadığını, bunlardan çıkarılabilecek sonuçların başka şekillerde de yorumlanabileceğini kabul etmiş; özellikle Mâtürîdî, Zuhruf sûresinden (43/61) kıyametin alâmetlerinden biri olma şeklinde çıkarılabilecek hükmün Hz. Îsâ’ya değil, Hz. Muhammed’e yönelik olmasının ağırlık taşıdığını belirtmiştir.

Ebû Abdullâh el-Halîmî ve Sa‘deddîn et-Teftâzânî gibi kelâmcılar da nüzûl-i Îsâ’ya işaret eden âyetlerin tevil edilebileceğini kabul etmişlerdir. Günümüzde yaşayan bazı araştırmacılar, nüzûl-i Îsâ meselesinin, Cenâb-ı Hakk’ın, “Her canlı ölümü tadacaktır.” hükmüyle bağdaşmadığını, delil olarak zikredilen hadislerin de âhâd seviyesinde kaldığını, dolayısıyla insan ömrüne oranla çok uzun olan dünya hayatı boyunca belli sosyal kanunlar çerçevesinde devam eden hak-bâtıl mücadelesinin, nüzûl anlayışına göre bitmesinin hikmete uygun olmadığını söylemektedir.

Güneşin Batıdan Doğması

Kur’ân-ı Kerim’in, kıyametin kopmasını tasvir eden beyanlarının birinde gözlerin kamaşacağı, ayın tutulacağı ve güneşle ayın bir araya getirileceği ifade edilmektedir. Buhârî ile Müslim’de yer alan bir hadiste de “Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kopmaz.” buyurulmaktadır. Bu beyanlar dünyamızın da içinde yer aldığı güneş sistemine bağlı gezegenlerin kozmik bir değişikliğe mâruz kalacağı şeklindeki ilmî gerçeği dile getirmektedir.

Yemen veya Hicaz’dan Kuvvetli Bir Ateşin Zuhur Edeceği

Bu da bir önceki beyan çerçevesine girmekte olup, hadislerde kıyamet öncesinde Yemen veya Hicaz yöresinden çıkacak bir ateşin geniş bir alana yayılacağı ve insanları haşrolunacakları yere sürükleyeceği haber verilmektedir.

Yer Küresinde Çöküntülerin Başlaması

Çeşitli hadis kaynaklarında batıda, doğuda ve Arap yarımadasında olacağı (veya başlayacağı) belirtilen çöküntüler de kozmik bozulmanın safhalarına işaret etmektedir.