İslam gelmeden önce Araplar arasındaki gelenekte, genelde, kadınların miras hakkı bulunmazdı. Miras, erkekler arasında paylaşılırdı. Kadınlar aleyhine adetlerin yerleştiği Arap toplumundaki uygulamalara göre, kocası ölen kadın, erkek varisler tarafından elde edilecek bir mal gibi kabul edildiğinden; ya kocasının kabilesine ya da kendi kabilesine ait olurdu. Dul kadına varis olan erkek, aceleyle pelerinini dul eşin üzerine atarsa o kadınla evlenme hakkını ele geçirirdi. Ama eğer kadın, varis gelmeden kendi kabilesine kaçmayı başarırsa varis artık ne kadında ne de malında hak sahibi olabilirdi. Kadın da malı da artık kendi kabilesinin olurdu. Bir adam vefat ettiğinde üvey oğlu üvey annesine varis olurdu. Kadının buna itiraz edebilecek bir gücü yoktu. İsterse onunla evlenir ve üvey annesiyle yaşardı (Nisa Suresi 22. ayette bu çirkin uygulama yasaklanmıştır). Ölen adamın oğlu çok küçükse üvey annenin başka biriyle evlenmesi engellenir ve çocuğun büyüyüp üvey annesi hakkında karar vermesi beklenirdi. Bu uygulamalarda önemli olan maddi kaygılardı zira üvey anneyle evlenmezse kadının payına düşen mirası kadının kabilesindeki erkeklere vermesi gerekirdi.
Kadınlara yapılan bu zulümler sadece evli kadınlarla sınırlı değildi. Babası ölen kızlar da çok zor durumlarda kalabilirlerdi. Sadece kendilerine düşen malları alamamakla kalmaz aynı zamanda cinsel istismara ve kötü muameleye maruz kalırlardı. Kuran’da, yetim kızların haklarının korunmasının emredilmesiyle bu kötü durumu düzeltme hususunda önemli mesafeler kat edilmiştir. Babası ölen kız çocuklarından güzel olanları, birçok zaman, vasileri ile evlenmek zorunda kalırlardı; böylece vasi, hem malın başkalarına gitmesini engellemiş hem de başlık parası vermekten kurtulmuş olurdu. Kimi zaman, kızlar yeteri kadar güzel bulunmazlarsa, vasi onların evlenmelerini engeller ve ölene kadar yine mallarının kontrolünü elinde tutardı.
Bu ve benzeri uygulamaların olduğu ortamda kadınlar ciddi şekilde zulüm görmekteydi. Bu zulümlerin arkasındaki önemli sebeplerden biri, kadının malı üzerinde tasarruf hakkı olmamasıydı. Miras ise mal sahibi olup üzerinde tasarruf etmek konusuyla ilgili en önemli hususlardan birisidir. Kuran, kadınlara malları üzerinde tasarruf yetkisi vererek, yetimlerle ilgili sömürülere karşı uyarılarda bulunarak, mirastan kadınlara pay vererek, kadınların mallarının gasp edilmesini önleyerek, kadınların durumlarında ciddi düzeltmeler yapmıştır.
Tüm bunlara karşılık, Nisa Suresi 11. ayette, mirasın nasıl paylaşılacağı tavsiye edilirken “erkek için iki kadının payı kadar” denildiği için, o dönemde Kuran’ın kadınlara birçok hak vermesine karşılık, bugün o hakların az olduğu söylenebilir mi? Biz, böyle bir şey söylenemeyeceği kanaatindeyiz. Kuran’daki bu hükmü değerlendirmek için, Kuran’da erkek ile kadın arasındaki malla ilgili etkileşimleri bütüncül şekilde ele almak zorundayız. Öncelikle vefat eden bir kişinin anne ve babası sağsa, iki tarafın eşit miras aldığını, burada erkek ve kadın arasında eşitlik olduğunu bilmeliyiz (Birçok modern hukuk devletinde, ölenin çocukları varken annesine ve babasına bir pay verilmemesi bu devletlerin ciddi bir eksikliğidir). Ayrıca evlilikte erkek kadına mehir verdiğinden kadının lehine bir durum oluşurken erkek için bir harcama durumu ortaya çıkmaktadır. Buna ek olarak dünyanın birçok yerinde yaygın olan gelenekte çocukların masrafını baba üstlenmektedir. Kuran’a göre eğer karı koca boşanırlarsa, erkek emzirme dönemi boyunca annenin ve çocukların masraflarını da üstlenmek zorundadır (Bakara Suresi 233). Görüldüğü gibi Kuran’da, genelde yaşın ilerlediği anne babalık döneminde vefat eden çocuklardan kalan mirasta anne ve babaya eşit miras önerilmekteyken; erkeğin mehir ve çocukların bakımı gibi unsurlarla malını bölmesi gereken dönemde erkeğe kadının iki katı miras önerilmektedir. Ayrıca dul kadınların, aldıkları mehirleri ve sahip oldukları mallar geçinmeleri için yeterli değilse, uygun tarzda ihtiyaçlarının görülmesi Allah’ın dinine titiz tüm Müslümanların vazifesi olarak tarif edilmiştir (Bakara Suresi 241). Buradaki tabloya bütüncül bir şekilde baktığımızda kadının erkeğe göre dezavantajlı bir durumda olduğu söylenemez. Hatta Kuran’da, kadınların ekonomik durumlarının korunmasıyla ilgili pozitif bir ayrımcılığın olduğu bile söylenebilir.
Bunların yanında Kuran’da var olan esneklikleri de hatırlamalıyız. Mehir ile ilgili önceki başlıkta dikkat çektiğimiz gibi, maddi durumu yerinde olan ve yüksek bir mehir talep etmeyen kadına bir yüzük, bir bilezik gibi düşük bir mehir vermek ile de Kuran’ın mehir hükmü yerine getirilebilir. Miras konusunda ise, Kuran’da, vasiyet edilenin dağıtılmasına öncelik verildiğini ve bunun kişinin değişik şartlara uyması için müthiş bir esneklik olduğunu unutmamalıyız (Maide Suresi 106, Bakara Suresi 180, Nisa Suresi 10, 11). Kuran vasiyete öncelik verdiği için bir kişi eğer isterse erkek ve kız çocuklarına eşit miras bırakabilir. Böylece kişinin, tarihin ve subjektif şartların getirdiği farklı durumlara göre adapte olacak şekilde hareket etmesini sağlayacak esnekliğin Kuran’da mevcut olduğu görülmektedir.
Tam bu noktada, Kuran’da anlatılan din ile gelenekte anlatılan dinin önemli bir farkına dikkat çekmeliyiz. Kuran’da, mirasın nasıl dağıtılacağını tavsiye eden ayetlerin içinde apaçık bir şekilde vasiyete öncelik verilmiş olmasına rağmen geleneksel anlayışta “Varise vasiyet yoktur” şeklinde uydurma bir hadisle, Kuran’ın dört ayetinde geçen vasiyet etme hakkı iptal edilmeye çalışılmıştır. Bu yaklaşımla, hadisle dine ilave yapma da aşılarak hadisle Kuran ayeti iptal etmek gibi bir hadsizlikte bulunulmuştur. Vasiyetin önceliğini anlamak bu başlık açısından özel öneme sahiptir.