Kader ve kaza nedir? İslam’da ve Kuran’da kaza ve kader inancı nedir? Kader yazgısı nedir?

“Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” Kader (veya kadr); “gücü yetmek, bir şeyin hacmini ve şeklini belirlemek, bir nesneyi biçimlendirmek, bir şeyi başka bir şeyle mukayese etmek” gibi anlamlara gelir. Terim olarak, kader veya takdir, Cenâb-ı Hakk’ın bütün nesne ve olaylarıyla kâinatı ezelde planlamasından ibarettir. Sözlükte “hükmetmek, emretmek, ifa etmek” mânalarına gelen kazâ ise, söz konusu nesne ve olayları ezeldeki plan uyarınca icra edip yerine getirmektir. Bu anlayış Mâtürîdî âlimlerine aittir. Eş‘arî kelâmcıları bu tariflerden kadere ait olanı kazâya, kazâya ait olanı da kadere nispet ederler.

Kader, Allah’ın sıfatlarıyla bağlantılı bir konudur. Bütün İslâm âlimleri, hatta kâinatın yaratıcısı ve yöneticisinin varlığını benimseyen bütün din mensupları, Allah’ın yetkin sıfatlarla nitelendiği noktasında fikir birliği içindedir. O’na nispet edilen sübûtî sıfatlardan ilim, kudret ve iradeyi ele alalım. İlim, gizli âşikâr, küçük büyük, yakın uzak farkı olmaksızın, zaman ve mekân engeli bulunmaksızın Allah’ın her şeyi bilmesi; kudret gücünün her şeye yetmesi; irade de zor ve cebir altında olmaksızın dilemesi demektir. Cenâb-ı Hakk’ın bu üç sıfatı O’nun yaratıcılığı ve yöneticiliğinin (halk ve tedbir), dolayısıyla fiillerinin temelini ve tabir câizse alt yapısını oluşturur: Bilmek, gücü yetmek ve dilemek. Tabiatın kendisi, zerreden küreye kadar onun her parçası ve orada olup biten her şey Allah’ın ilmi, kudreti ve iradesi dahilindedir.

“Gökleri ve yeri yaratan onlar (âhireti inkâr edenler) gibisini yaratmaya güç yetiremez olur mu hiç? Elbette O, kadirdir, her şeyi bilen yaratıcıdır.”

“Rabbin, dilediğini seçip yaratır. Onlarınsa seçim ve tercih hakkı yoktur. Şanı yüce olan Allah, puta tapanların ortak koştukları şeylerden münezzehtir. Rabbin, onların, iç dünyalarında gizlediklerini de açıkladıklarını da bilmektedir.”

Buraya kadar anlatılanların genelinde herhangi bir fikir ayrılığı yoktur. Ancak tabiatta olup biten her şeyin, her nesne ve olayın Allah’ın ezelî ilmi, kudreti ve iradesi çerçevesinde vuku bulduğunu söylemeliyiz. İnsanların işledikleri iradî fiiller de bu çerçeveye girer. Zaten kelâm ilminde “kader” denince özellikle bu fiiller akla gelir. İradî fiiller (ef‘âl-i ibâd), kendi arzu ve isteklerimizle yaptığımız işler olup, iç organlarımızın çalışması, ihmalimiz olmadan hastalanmamız gibi hususlar dışında hayatımızı dolduran söz ve davranışlardır.

Erginlik çağına erişen her insan kural olarak bu söz ve davranışlarından hem yaratana hem de insanlara karşı sorumludur. İşte bu noktada ilahî irade ile beşerî irade kesişmektedir. İnsanların işledikleri fiiller (bu çerçevede söz de fiil sayılır), iyi ve kötü (hayır ve şer) olmak üzere ikiye ayrılır. İyi fiiller iyi sonuçlar doğurduğundan hem ilahî hem de beşerî planda herhangi bir problem oluşturmaz. Kötü fiiller ise hukuk, ahlâk ve ilahî emirlere aykırı düştüklerinden maddî ve mânevî müeyyidelerle karşılaşır.

İslâm âlimlerinin kader problemine yaklaşımları ve çözüm arama yöntemleri birbirinden farklı olmuştur. Bazıları konunun ilahî sıfat yönüne ağırlık vermiş, ilim, kudret ve irade sıfatlarına sınırlama gelebileceği endişesiyle fiilleri tamamen Allah’a nispet etmiş, kula herhangi bir rol tanımamıştır. Cebriyye diye tanınan bu grubun İslâm tarihindeki taraftarları fazla olmamıştır.

Kaderiyye ve Mu’tezile diye isimlendirilen ikinci grup ise kulun sorumluluğunu esas almış ve iradî fiillerin meydana gelişinde ilahî bir müdahalenin bulunmadığını ileri sürmüştür.

Çoğunluğunu Mâtürîdiyye mezhebi mensuplarının oluşturduğu Ehl-i sünnet âlimleri ise kaderle ilgili olarak Kur’ân-ı Kerim’de bulunan âyetlerin bağlantılarını, kişinin psikolojik yetenek ve davranışlarını göz önünde bulundurarak birleştirici bir yöntem (terkip metodu) izlemeye çalışmışlardır.