İnsan hayatının geçirdiği aşamaları ve ileride onu bekleyen halleri beş devre halinde ifade etmek mümkündür. Bunların birincisi ruhun yaratıldığı andan bedene üfleninceye kadar geçen ruh aşaması, ikincisi ana karnında geçirdiği bebeklik devresi, üçüncüsü doğumla başlayıp ölünceye kadar devam eden dünya hayatı, dördüncüsü ölümle başlayan ve tekrar dirilişe kadar sürecek olan kabir hayatı, beşincisi de dirilişle başlayıp cennet veya cehennemde devam edecek olan âhiret hayatıdır. Buna göre ölümden sonraki hayat ba‘s ile başlayacaktır. Zaten bir hadiste de kabir, âhiret duraklarının ilki olarak nitelendirilmektedir.
Ölüm sonrası bu hayata, mezara konulan insanın yaşadığı bir devre olması dolayısıyla kabir hayatı denildiği gibi, dünya hayatı ile âhiret hayatı arasındaki geçiş dönemini ifade etmesi sebebiyle berzah âlemi diye de anılmıştır.
Kur’ân-ı Kerim’de “kabr” kavramı bir âyette fiil kalıbıyla şeklinde geçmektedir. “İki şey arasındaki engel” anlamına gelen berzah ise Kur’an’da sözlük anlamının yanında, “ölümle başlayıp yeniden diriltilmeye kadar sürecek olan dönemi” ifade etmek üzere şu şekilde kullanılmıştır:
“Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında, ‘Rabbim, beni geri gönder, tâ ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş yapayım.’ der. Onun söylediği bu söz laftan ibarettir. Onların gerisinde ise yeniden dirilecekleri güne kadar süren bir berzah vardır.”
İslâm inancına göre kabir hayatı, mezara bağlı bir şey değildir. Dolayısıyla bir insanın kabir hayatını yaşaması için bedeninin mutlaka mezara konulmuş olması gerekmez. Ölen kişi ister mezara konulsun, ister denizde balıklara yem olsun, isterse bir kazada yanıp kül olsun kabir hayatını geçirir.
Kabir hayatını bedenin bütün organlarıyla diri olması şeklinde değil, insanın lezzet veya elem hissetmesi tarzında anlamak gerekir. Burada hissedilen lezzet ve elemler konusunda iki farklı görüş bulunmaktadır. Birincisine göre hayatta mizaç ve bünye şart değildir. Cenâb-ı Hak, kabre konulan ölüyü Münker ve Nekîr’in sorularına cevap verecek kadar diriltir, sonra haşre kadar bedenini oluşturan cüzlere elem ve lezzetleri tattırarak bu hayatı devam ettirir. İkincisine göre ise söz konusu lezzet ve elemleri tatma, cismanî haşre kadar insanın özünü oluşturan nefs-i nâtıkaya aittir.
Her iki durum da Allah’ın kudreti dahilinde bulunmakla birlikte ikinci görüş, birinciye göre daha güçlü, akla ve nasslara daha uygun görülmektedir. Elem ve lezzetlerin bedenle ilişkisi konusunda da farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazılarına göre bu durum, elem ve lezzetlerin bedenin tamamını kapsaması suretiyle, bazılarına göre ise bedenin cüzlerinden sadece birine taalluk etmesi şeklinde olabilir. Kabirde, bedenin olduğu gibi muhafaza edilmediğini düşünürsek, insanın bütün özelliklerini taşıyan bir cüzün, belki genin diriltilerek ona elem ve lezzetlerin tattırılması şeklinde olması daha mâkul görünür.
Kur’ân-ı Kerim’de kabir hayatı veya azabını açık bir şekilde beyan eden bir âyet bulunmamaktadır. İleri sürülen örnekler tevile tâbi tutulmak suretiyle elde edilmiş olup, bunların kabir hayatına delâleti kesin değildir.
Tefsir ve kelâm kitaplarında kabirde hayatın varlığına delil olarak getirilen âyetler şunlardır:
- “Onlar, ‘Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik, bir daha çıkmaya yol var mıdır?’ derler.”
- “Ölü idiniz sizleri diriltti, sonra öldürecek sonra tekrar diriltecek ve sonunda O’na döneceksiniz; öyleyken Allah’ı nasıl inkâr edersiniz?”
- “Allah inananları dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar…”
Berâ b. Âzib’den rivayet edilen bir hadiste, bu âyetin tefsiri konusunda Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Müslüman kabirde sorgulandığı vakit Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna tanıklık eder. Sağlam bir söz üzerinde tutmaktan maksat budur.”
- “Kötü azap Firavun’un adamlarını sardı. Onlar sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet çattığı gün, “Firavun’un adamlarını azabın en ağırına sokun.” denir.”
- “Onları iki kere azaba uğratacağız. Sonra da daha büyük bir azaba döndürüleceklerdir.”
Bu âyetlerden birincisinde iki defa ölüm ve iki defa diriltilme, ikincisinde ise sayı verilmeden ancak yine iki defa ölüme ve iki defa da dirilmeye delâlet eden kelimeler kullanılmaktadır. Söz konusu iki ölümden birinin dünya hayatının sonunda tahakkuk eden ölüm, diğerinin ise kabir hayatındaki sorgudan sonra gerçekleşecek ölüm olduğu kabul edilmektedir. Üçüncü âyette sözü edilen “âhirette sağlam bir söz üzerinde durmaktan kasıt da kabirde kelime-i şehâdet getirmek olduğu”, zikrettiğimiz hadiste beyan edilmektedir. Dördüncü âyette sözü edilen “Sabah akşam ateşe sunularak azaba çarptırılmanın” da kabirde olacağı cumhûr-ı ulemânın ittifakıyla kabul edilmektedir. Beşinci âyette dile getirilen iki azaptan birinin kabir azabı olacağı da müfessirlerce ifade edilmiştir.
Kabir hayatı ve kabir azabıyla ilgili olarak hadis kaynaklarında birçok rivayet yer almaktadır. Buhârî, “Kitâbü’l-Cenâiz”de, kabir azabına tahsis ettiği bab’a Kur’an âyetleriyle başlar. Hadis litaretüründe yer alan rivayetlere örnek olarak aşağıdakileri verebiliriz:
İbn Abbâs’tan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber bir gün mezarlıktan geçerken iki mezardaki ölülerin büyük olmayan günahlardan dolayı azap çektiklerini görmüş, sonra da “Evet biri koğuculuk eder, diğeri de sidiğinden sakınmazdı.” buyurmuştur. Arkasından da yaş bir dal alarak iki parçaya bölüp her birini bir kabrin üzerine dikmiş ve şöyle buyurmuştur: “Bunlar kurumayıp taze kaldıkları müddetçe, bu kabirlerdekilerin azabının hafifletileceği umulur.”
Abdullâh b. Ömer’den rivayet edildiğine göre Resûlullah, “Sizden biri öldüğü zaman, ona varıp oturacağı yeri sabah akşam gösterilir. O kimse cennet ehlinden ise cennetten; cehennem ehlinden ise cehennemden olan yeri gösterilir ve ona, ‘İşte senin oturacağın yer burasıdır, nihayet kıyamet günü Allah seni buraya gönderecek, denilir.’
Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Ölü kabre gömüldüğü zaman ona -birine Münker, diğerine Nekîr denilen- kara yüzlü ve gök gözlü iki melek gelip, “Siz bu zat (Hz. Muhammed) hakkında ne dersiniz?” diye sorarlar. Eğer o mümin ise, “O, Allah’ın kulu ve peygamberidir. Şehâdet ederim ki Allah’tan başka hiçbir tanrı yoktur ve yine şehâdet ederim ki Muhammed O’nun peygamberidir.” cevabını verir. Melekler de, “Biz de (dünyada) böyle ikrar ettiğinizi biliyorduk.” derler. Sonra o ölünün kabri enine boyuna yetmişer zira genişletilir ve aydınlatılır. Sonra ona “uyu” denir. Bunun üzerine o, ailesine dönüp mutluluğunu haber vermek ister. Melekler ona, “Döşeğinden ancak ailesinin sevgisiyle uyandırılan gelin ve güvey gibi uyu.” derler. O, ba‘s vaktine kadar bu hal üzere kalır. Eğer ölü bir münafıksa cevabında der ki: “İnsanlardan, ona Allah’ın peygamberi dediklerini işitir de ben de öyle derdim. Hakikatte onun bir peygamber olup olmadığını bilmiyorum.” Bunun üzerine melekler, “Biz de öyle söylediğini biliyorduk.” derler. Artık toprağa, “Onu olanca şiddetinle sık.” denilir. Toprak da onu sıkar, kaburga kemikleri birbirine geçer ve artık o diriliş (ba‘s) vaktine kadar bu durumdan kurtulamaz.”
Çeşitli rivayetlerde Hz. Peygamber’in, ashaba kabir azabından Allah’a sığınmayı tavsiye ettiği, kendisinin de böyle davrandığı bildirilmektedir. Örnek olarak şu Buhârî hadisi gösterilebilir: Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber, “Ey Allahım! Kabir azabından, cehennem azabından, hayat ve ölüm imtihanlarından ve deccal mesih fitnesinden sana sığınırım.” diye dua ederdi.
Bunlara ilâve edilebilecek daha başka rivayetler de bulunmaktadır. Örnek olarak Hz. Âişe’nin sorusu üzerine Hz. Peygamber’in, “Kabir azabı haktır.” buyurduğunu bildiren rivayet gösterilebilir.
Sonuç olarak kabir azabı, Mu’tezile’den ayrılmış bulunan Dırâr b. Amr ve Cehmiyye’ye mensup bazı kişiler hariç, bütün İslâm mezhepleri tarafından kabul edilmektedir. Yaygın olan kanaatin aksine Mûtezilîler de muvakkat bir kabir azabını kabul etmektedir. Kâdî Abdülcebbâr bu hususta yanlış anlaşıldıklarından ve haksız ithamlara mâruz kaldıklarından söz ederek Haşviyye gibi “ölü iken insanlara kabir azabı yapıldığını” ve Cebriyye gibi “Kabir azabının aslı yoktur.” demediklerini, aksine haberlerde geçtiği üzere kabir azabı, Münker ve Nekîr’i kabul ettiklerini ve kabirde diriltilen insanların bir müddet azap gördükten sonra tekrar öldürüldüklerini söylediklerini kaydetmektedir.
Ehl-i sünnet âlimleri ise, ilgili âyet ve hadisleri delil göstererek kabir hayatının ve kabir azabının hak olduğunu söylemektedir. Ancak bu hayatın ve azabın mahiyeti konusunda ortak bir görüş belirtilmemektedir. Azabın ruha mı, bedene mi yoksa her ikisine birden mi olduğu konularında farklı görüşler ileri sürmektedir. Âyetlerin delâletinin zannî oluşu ve hadislerin bir kısmı sahih olmakla beraber tevâtür derecesine ulaşmaması sebebiyle sübût yönünden kesin bilgi ifade edecek yeterlikte olmadıkları, dolayısıyla inkâr edenlerin küfürle itham edilemeyeceği kanaatini serdetmektedirler.