İslam’ın ortaya çıktığı dönemde, cahiliye Arapları arasında uğursuzluk inancı önemli bir yer tutmaktaydı. Çeşitli varlıklar, eşyalar, hayvanlar, zaman dilimleri o dönem insanınca uğursuz kabul ediliyor ve bu inançlar toplumun hemen her kesimi tarafından benimseniyordu. Dolayısıyla uğursuz sayılan şey karşısında derin endişelere ve vesveseye kapılan bir toplum mevcuttu. İslam, geldiği toplumda yerleşik bulunan bu uğursuzluk inancını boş bir kuruntu, aslı olmayan bir hurafe olarak tasvir etmiş, insanları bu tür düşüncelerden uzaklaştırmaya çalışmıştır. Peygamberimiz (s.a.s.) hiçbir şeyde uğursuzluğun bulunmadığını, uğursuzluğa inanmanın şirk olduğunu ifade etmiştir. Cahiliye Araplarınca uğursuz sayılan nesneler hakkında “Eşyada uğursuzluk yoktur, safer ayında uğursuzluk yoktur, baykuşun ötmesinde uğursuzluk yoktur.” buyurarak bu tür inançların batıl olduğunu vurgulamıştır.
Şans ve şanssızlık kavramı İslam’ın kader inancı ile bağdaş maz. Kişinin şans diye nitelediği şey Allah’ın onun hakkındaki takdirinden başka bir şey değildir. “De ki ‘Allah bize ne yazmışsa başımıza ancak o gelir. O bizim mevlamızdır.’ Müminler yalnız Allah’a güvenip dayansınlar.”
Kişi şans veya şanssızlık olarak gördüğü şeyde Allah’ın gücünü ve dilemesini göremez, işte o zaman o şeyleri şans zanneder. Yusuf peygamberin kardeşleri tarafından kuyuya atılması, kuyudan çıkarılıp Mısır’da köle diye satılması bir şanssızlık mıdır? Onu Mısır’ın önemli adamlarından birinin satın alıp büyütmesi, daha sonra Mısır’da önemli bir mevkiye gelmesi bir şans mıdır?
“Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir.” Kardeşleri Hz. Yusuf’u kıskanmışlardı. Ancak yaptıkları şeyler, Allah’ın Yusuf peygamber hakkındaki takdirine engel olamadı. Yusuf peygamber de kardeşlerinin karşısına güçlü bir vezir olarak çıkınca “Doğrusu Allah bize lütufta bulundu.” sözüyle Allah’a olan bağlılığını ve imanını, O’nun hükmüne rızasını dile getirdi. Yûsuf suresi dikkatlice okunduğunda olayların ardında şans veya şanssızlık olmadığı, bizzat yüce Rabbimizin gücü ve dilemesinin bulunduğu anlaşılır.