İslam dini, mükellef olan insanlardan bazı şeyleri yapmalarını, bazı şeyleri yapmamalarını istemiş, bazı şeyleri de yapıp yapmamakta onları serbest bırakmıştır.
Böyle, dinin emrettiği şeyleri yapmak ve yasakladığı şeylerden sakınmakla yükümlü olan, ergenlik çağına gelmiş akıllı insana mükellef denir.
İslam dini akla hitap eder. Bu sebeple, aklı olmayan deliler ile ergenlik çağına gelmemiş çocuklar mükellef sayılmazlar.
Görülüyor ki bir insanın dinî hükümlerle yükümlü olabilmesi için kendisinde iki şartın bulunması gerekir: akıl, buluğ.
Akıl: İnsanda mevcut olan bir kuvvettir. İnsan, onunla bilgi sahibi olur, iyi ile kötüyü birbirinden ayırır ve eşyanın hakikatini onunla anlar. Akıl sahibi olan kimseye “Âkil” denir.
Buluğ (Ergenlik)
Çocukluk dönemini bitirip, ergenlik çağına gelmek demektir. Bu da belirli bir yaşa gelerek birtakım vasıflara sahip bulunmakla olur. Böyle belirli yaşa gelen veya belirli özelliklere sahip olan kimselere “bâliğ = ergen” denir.
Ergenlik yaşı her insanda aynı olmaz. Çocukların vücut yapılarına ve iklim şartlarına göre değişir. İhtilam olması, evlendiğinde çocuk yapması, erkeklerin ergenlik çağına geldiklerini gösteren belirtilerdir.
Kendisinde kadınlara mahsus âdet hâlinin başlaması veya evlenince gebe kalması da kızların ergenlik yaşına geldiklerinin işaretleridir.
Ergenlik, erkek çocuklarda 1215, kız çocuklarında 915 yaşları arasında olur. 15 yaşını bitirdiği hâlde kendisinde ergenlik belirtileri görülmeyen çocuklar —erkek olsun, kız olsun— ergenlik çağına gelmiş sayılır ve dinin hükümleriyle yükümlü olurlar.
Mükellefin İşleri – Ef’âli Mükellefin
Mükellef olan insanların işleri sekizdir. Bunlara “ef’âli mükellefin” denir.
1. Farz
Dinen yapılması kesin delillerle emredilen şeye farz denir.
Farzın hükmü: Yapan sevab kazanır, özürsüz olarak yapmayan azabı hak eder. İnkâr eden ise (Allah korusun) dinden çıkmış olur.
Farz, farzı ayn ve farzı kifaye olmak üzere, iki kısımdır.
Farzı ayn: Her mükellefin yapması gereken farz demektir. Farzı ayn, bazılarının yapmasıyla diğer mükelleflerden sakıt olmaz, yani yükümlülük kalkmaz. Onu her mükellefin yapması gerekir. Namaz kılmak, oruç tutmak gibi…
Farzı kifaye: Bazı mükelleflerin yapmasıyla diğerlerinin yapması gerekmeyen farz demektir, cenaze namazı gibi.
Farzı kifayenin sevabı, yalnız onu yapanlara aittir. Farzı kifaye, hiçbir mükellef tarafından yapılmayacak olursa, bütün mükellefler günahkâr olur. Mesela, cenaze namazı, o yerde bulunan mükelleflere ayrı ayrı değil, hepsine birden toplu olarak farzdır. Eğer mükelleflerden bir kısmı cenaze namazını kılarsa diğerleri günahtan kurtulmuş olur. Artık onların tekrar aynı kişinin cenaze namazını kılmaları gerekmez. Şayet mükelleflerden hiçbiri cenaze namazını kılmayacak olursa, orada bulunanların hepsi günahkâr olur.
2. Vacib
Delil yönünden farz kadar kesin olmamakla beraber, yapılması istenen şeydir. Vitir ve bayram namazlarını kılmak ve kurban kesmek gibi…
Vacibin hükmü: Yapan sevab kazanır, özürsüz olarak yapmayana azap gerekir. Ancak kesin delil ile sabit olmadığı için, farzda olduğu gibi vacibi inkâr eden dinden çıkmış olmaz.
3. Sünnet
Peygamberimizin farz ve vacib olmayarak yaptıklarına ve yapılmasını tavsiye ettiklerine denir.
Sünnet, “müekkede” ve “gayri müekkede” olmak üzere ikiye ayrılır:
a) Sünneti Müekkede
Peygamberimizin çoğu zaman yaptığı ve bazen de terk ettiği sünnete denir. Sabah, öğle ve akşam namazlarının sünnetleri gibi.
b) Sünneti Gayri Müekkede
Peygamberimizin ara sıra yaptıkları sünnete denir. İkindi namazının sünnetiyle yatsı namazının ilk sünneti gibi.
Diğer taraftan sünnet, genel olarak ikiye ayrılır:
İbadetle ilgili olanlara “sünnetü’lhüda” denir. Ezan, ikamet ve cemaatle namaz, bu tür sünnetlerdendir.
İbadetle ilgili olmayıp âdet olarak yaptıklarına da “sünenü’zzevâid” adı verilir. Peygamberimizin giyim tarzı, oturup kalkması gibi işleri âdet olan sünnetlerdendir. Bunları yapmayan kimse kınanmaz.
Sünnetin hükmü, işleyen sevab kazanır. Sünneti kasten terk etmek, azabı değilse de, azarlanma ve kınanmayı gerektirir.
Sünnetin bir de kifaye kısmı vardır. Ramazan’ın son on gününde itikâfa girmek, teravihi cemaatle kılmak gibi.
4. Müstehab (Mendub)
Peygamberimizin bazen yapıp bazen yapmadığı şeye müstehab denir. Kuşluk namazı kılmak, Ramazan ayından sonra Şevval ayında altı gün oruç tutmak gibi. Müstehab’a mendub da denir.
Müstehabın hükmü: Yapan sevab kazanır, yapmayan sevabdan mahrum olur.
5. Mübah
Mükellefin, yapıp yapmamakta serbest olduğu şeye denir. Helal olan şeyleri yiyip içmek, oturmak, yürümek ve uyumak gibi.
Mübahın hükmü: Yapan sevab kazanmaz, yapmayan da günah işlemiş olmaz.
6. Haram
Dinen yapılmaması kesin delil ile emredilen şeye denir. İnsan öldürmek, hırsızlık yapmak, anaya babaya karşı gelmek ve içki içmek gibi.
Haramın hükmü: Haram olan bir şeyi yapan günahkâr olur, haramdan kaçınan sevab kazanır. Haram olan bir şeyi helal sayan ise dinden çıkar.
7. Mekruh
Delil yönünden haram kadar kesin olmamakla beraber, yapılmaması istenen şeye denir.
Mekruh, tahrimi ve tenzihi olmak üzere iki kısma ayrılır.
a) Tahrimen Mekruh
Harama yakın olan mekruhtur. Vacib olan bir işi yapmamak tahrimen mekruhtur.
b) Tenzihen Mekruh
Helale yakın olan mekruhtur. Sünnet ve Müstehab olan şeyleri yapmamak Mekruhun bu kısmına girer. Tenzihen Mekruh olan bir şeyi yapmak azabı gerektirmez, ancak yapılmaması daha iyi olur.
8. Müfsid
Başlanmış olan bir ibadeti bozan şeye denir. Namaz kılarken konuşmak, oruçlu iken bile bile yiyip içmek gibi.