İslam’da hırsızlık nedir? Hırsızlığın hükmü ne günahı nedir? İslam’da haksızlık nedir?

Dinimize göre insanın hayatı, ırz ve namusu gibi malı da mülkü de mukaddestir, dokunulmazdır. Bir insanın canına kıymak, ırz ve namusuna tecavüz etmek nasıl büyük günah ise onun malını haksız yere elinden almak da aynı şekilde haram ve günahtır. Haksız kazanç denilince akla hırsızlık gelir, hırsızlıkla elde edilen kazanç gelir. Hile ile dolandırıcılıkla, yankesicilikle, yalan şahitlikle, rüşvetle ve benzeri meşru olmayan herhangi bir yolla başkasının malını elinden almak da bir çeşit hırsızlıktır ve haramdır.

“Ey müminler! Aranızda karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hâli müstesna, mallarınızı batıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda yemeyin ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah size merhamet eder.”

Peygamberimiz de şöyle buyurmuştur:

“Kim haksız bir iddiada bulunur, kendisinin olmayanı kendisinin yapmaya çalışırsa bizden değildir. O cehennemdeki yerine hazırlansın.”

İnanmış olan bir insan, hiç kimsenin malına haksız yere el uzatmaz.

Tarlada, bağda ve bahçede komşularının hududuna tecavüz etmez.

Kişilerin mülkiyetinde olan mal ve topraktan haksız yere bir şey almak nasıl günah ise kamuya ait mal ve topraktan bir şey çalmak da aynı şekilde günahtır. Çünkü bunda topyekûn milletin, henüz tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardır.

Haksızlık ve hırsızlıkla zimmetine mal, para ve toprak geçirenlerin kıyamet gününde cezalandırılacakları Peygamberimiz tarafından bildirilmiş ve şöyle buyrulmuştur:

“Kim haksız olarak başkasına ait yerden bir şey alırsa, kıyamet gününde gasp ederek aldığı yer ile yedi kat yere batırılır.”

“Bir kimse haksız olarak bir başkasının yerine tecavüz ederse, o yerin yedi katı da o kimsenin boynuna geçirilir.”

Hâlbuki Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, haksızlık yapmaz. Bilir ki bir gün Cenabı Hakk’ın huzurunda yaptıklarının hesabını verecek, yaptığı günahların cezasını çekecektir. Bunun içindir ki Peygamberimiz, müminlerin Allah’ın huzuruna haksız kazançla, kul hakkı ile gitmemelerini öğütlüyor, şöyle buyuruyor:

“Bir kimse din kardeşinin iffetine yahut malına haksız olarak dokunmuş ise, altın, gümüş bulunmayan (kıyamet) gününden evvel ondan helallik alsın. Aksi takdirde yaptığı haksızlık oranında onun iyiliklerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahlarından alınıp haksızlık edene yükletilir.”

Çünkü kıyamet günü herkese hakkı ne ise verilecek, hiç kimseye haksızlık yapılmayacaktır.

Tevbe

Tevbe, sözlükte “rücu etmek, dönmek” demektir. Din örfünde ise “işlenmiş bir günaha pişman olup, bir daha işlemeyeceğine dair Allah’a söz vermek ve O’ndan af dilemek”tir.

Tevbe, Cenabı Hakk’ın biz kullarına bir lütfudur. İşlediğimiz günahlardan kurtulmanın yoludur. İnsanın yaptığı günah için tevbe kapısı açık tutulmuştur.

Peygamberlerden başka hiç kimse masum değildir, günah işleyebilir. Nitekim Peygamberimiz;

“Âdemoğlunun hepsi günah işler. Günah işleyenlerin en hayırlısı ise tevbe edenlerdir.” buyurmuş, insanın hatasız olamayacağını bildirmiştir.

İnsanın, hatasının çokluğu onu ümitsizliğe düşürmemeli, yaptığı hatalardan pişmanlık duyarak Allah’a yönelmesi hâlinde Cenabı Hakk’ın tevbesini kabul etmek suretiyle kendisini bağışlayacağını bil melidir. Nitekim Kur’anı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

“Allah, kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir.”

Tevbe, Allah’ın emridir. İşlediğimiz günahlar için tevbe etmemizi

Cenabı Hak emrediyor.

Kur’anı Kerim’de şöyle buyruluyor:

“Ey müminler, hepiniz Allah’a tevbe ediniz ki felah bulasınız.”

“Ey iman edenler, bir daha (günaha) dönmeyecek tevbe ile tevbe ediniz…”

“Ey insanlar! Allah’a tevbe edin ve O’ndan mağfiret dileyin, ben günde yüz kere tevbe ediyorum.” buyurmuştur.

Müminin son nefesindeki tevbesinin de geçerli olacağı umulursa da tevbeyi bu kadar geciktirmek hiç doğru değildir. Hatanın hemen peşinden tevbe etmeli, Cenabı Hakk’ın sonsuz rahmet ve mağfiretine sığınmalıdır. Nitekim Kur’anı Kerim’de;

Ayeti kerimelerden anlaşılan şudur: Can çekişme durumundan önce henüz yaşamaktan ümidini kesmeden küfürden tevbe ederek iman etmek geçerlidir. Fakat can çekiş me hâlinde yaşamaktan ümidini kesmi ş olan kimsenin küfürden tevbe ederek iman etmesi geçerli değildir. İman ettikten sonra iyi amel yapabilecek bir zaman bulunmalıdır.“Allah’ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah, bunların tevbesini kabul eder. Allah, her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca ‘Ben şimdi tevbe ettim’ diyen ve kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlanmıştır.”  buyrulmuştur.

Fakat günahkâr müminin son nefesindeki tevbesi de geçerli olabilir. Çünkü Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez.

Günahlar iki kısımdır. Bir kısmı, içki gibi yalnız Allah’a karşı olup, kul hakkıyla ilgisi olmayan günahlardır.

Bu gibi günahlardan tevbe etmenin üç şartı vardır:

  1. Günahı terk etmek.
  2. Yaptığına pişman olmak.
  3. Bir daha yapmamaya karar vermek.

Diğer bir kısmı da, rüşvet almak, iftira etmek gibi, insan hakkıyla ilgili olan günahlardır.

Bu gibi günahlardan tevbe etmenin, yukarıdaki şartlara ilaveten bir şartı daha vardır ki o da, hak sahibine hakkını vermek yahut onunla helalleşmektir.

Böylece şartlarına uyarak günahlarına tevbe eden kimsenin tevbesi makbul olur ve Cenabı Hak o kimseyi bağışlar, hem de tevbe ettiği için ondan razı olur. Nitekim Peygamberimiz,

“Kulunun tevbesinden dolayı Allah Teala’nın sevinci, sizden birinizin ıssız çölde devesini kaybedip de tekrar bulduğundaki sevincinden daha fazladır.” buyurmuştur.

Allah Teala, tevbesini kabul buyurduğu kimsenin günahlarını bağışlar, kötülüklerini de iyiliklere çevirir.