İslâm kelimesi sözlük anlamı itibariyle “barış, sulh, selâmet” anlamlarına gelmektedir ve İslâm dininin önemli veçhesi, insanları bütünleştirici, uzlaştırıcı ve barışı ve kardeşliği telkin eden yönüdür. Bu sebeple de hem
iç huzurumuz hem de toplum dayanışmasının önemli bir sebebidir. İnsanların huzur ve mutluluğu için yaşadıkları toplumun bütün bireyleriyle karşılıklı sevgi ve saygı içinde yaşaması ve bu birlikteliğini sürdürebilmesi önemlidir. Bunun yolu ise, insanımızın hem yaşadığı toplumdaki farklı mezhep ve din anlayışlarını bilip tanıması, onlarla birlikte yaşamayı öğrenmesi hem de farklı din mensuplarıyla kavga etmeden anlaşıp konuşabileceği bir zeminde buluşabilmesinden geçmektedir.
Müslümanlar olarak bizler yüce bir yaratıcıya inanırız. O’nun hatırına, yarattığı her şeye saygı duyarız; yaratılanı yaratandan dolayı hoş görürüz. Dolayısıyla müslüman inançlı, inancına ve kendisine özgüveni olan, içinde yaşadığı çevreyle barışık ve diğer mezhep ve inanç sahiplerine karşı da hoşgörülü olmalıdır. Başka mezhebi, anlayışı ya da inancı hoş görmek, onu doğru kabul etmek veya benimsemek anlamına gelmemektedir.
Bir inanca saygı göstermek ve anlamak, farklı inanç mensuplarıyla bir arada yaşamak başka; o inançların doğru veya yanlış oluşları başka şeydir. Bu sebeple barışçıl bir söylem geliştirebilmek, ötekini ve içinde yaşadığımız evreni kuşatıcı, şeffaf ve engin düşünceye sahip bir müslüman olabilmek önemlidir.
Bağnaz, tutucu, sorgulamayan ve araştırmayan, sığ düşünceli ve içinde yaşadığı toplumdaki diğer bireyleri yok sayan bir anlayış, hem dinimizin özüne uygun düşen tavırlar değildir hem de bir müslümanın karakterine yakışmaz. Diğer mezhep ve inanç sahipleriyle konuşmak, anlamaya çalışmak ve insan oluşları yönüyle yüceltmek yerine, kınayıcı, aşağılayıcı, küçültücü ve dışlayıcı bir söylem geliştirmek, hiç şüphesiz toplum huzurumuza, birlik ve beraberliğimize hizmet etmeyecektir.
Aynı birlik ve bütünlük anlayışının, İslâm dini bünyesinden doğup gelişmiş farklı anlayış ve mezhepler arasında da tesis edilmesi gerekir. Esasta İslâm’ın temel ilkelerini benimsemiş olmakla birlikte, bu ilkelerin anlaşılmasına yönelik farklılaşmaların sonucu olan mezhepleri, din anlayışlarını (itikadî anlamda Sünnilik, Şiîlik ya da ülkemizde Alevîlik) ötekileştirmek, dışlamak ya da yok saymak yerine, bir realite olarak kabul etmek ve anlamaya çalışmak ve sonra da bir bütün olarak bir arada kardeşçe yaşamanın yolunu bulmak önemlidir.
Her mezhebin veya din anlayışının, İslâm’ın temel ilkelerini açıklamaya çalışırken ortaya koyduğu yorum, ürettiği anlam ve ispatlar, bazan öteki anlayışların (mezhep görüşleri) yetersiz ya da yanlış olduğu sonucuna götürülebilir. Bu hem son derece normaldir hem de düşünce özgürlüğü bakımından saygı duymak da gerekir. Her insan diğer mezhep ve anlayışların farkında olmakla birlikte, kendi ulaştığı sonucun veya ait olduğu mezhebin daha doğru olduğu düşüncesine sahip olabilir.
Farklı anlayışlara ve düşüncelere sahiplik anlamında tefekkürî bir çeşitlilik zenginliktir. Bu noktada riskli, toplumsal beraberliğimize hizmet etmeyen şey, bu düşünce farklılığının, öteki anlayış ve mezheplere göre dillendirilmesi ve onların yanlışlığı üzerinden temellendirilmesidir. Bu yaklaşım, onları tanımak ve anlamak yerine, dışlanışına yol açabilmektedir.26 Bu durum ise çoğu kere karşılıklı ön yargıyı beslemektedir. Elbette ki olması gereken insanların kendi doğrularını ve düşüncelerini terketmesi değildir. Aksine inancının kendine sağladığı imkânlardan hareketle, ötekini anlaması, kucaklaması, bütüne yönelmesi ve hep birlikte bütünü duyup hissetmesi; kendi statüsünü diğer düşünce ve inançları dışlayarak oluşturmamasıdır.