İslam’da büyü var mı? İslam’da sihir var mı? Büyü ve sihir gerçek mi?

Büyünün gerçek olup olmadığı (hakikatinin bulunup bulunmadığı) konusundaki görüşler onun yalan, hile ve aldatmaya dayanan söz ve fiillerden oluştuğu ve bazı bilgi ve becerilerin kötü amaçla kullanılmasına dayandığı şeklinde iki gruba ayrılmakta olup, ünlü ıstılahçı Râgıb el-İsfahânî de onun bazı türlerinin tahyilden ibaret olduğunu, bazı türlerinin ise hakikatinin bulunduğunu kaydetmektedir

Genelde sihir “hile ve hayal ürünü şeyleri hakikat göstererek beşer ruhu üzerinde aldatıcı bir tesir meydana getirme faaliyeti” olarak tanımlanmakla beraber, bunun bir kısmı, tamamen hile ve hayale dayanmakta, bir kısmı ise bunlarla bazı hakikatlerin karışımı bir durumdan oluşmaktadır. Bu sebeple bazı sihirlerin kısmî tesirlerinin olabileceğini kabul etmek gerekir. Bakara sûresinin 102. âyetinde her iki tür sihre de işaret söz konusu olup, “şeytanların öğrettiği” ile birinci tür sihre, “iki meleğe indirilen” ile de ikincisine göndermede bulunulduğu söylenebilir. Bazıları meleklere sihir indirilemeyeceğini gerekçe göstererek Hârût ve Mârût’a bir şey indirilmediğini ve bu kıssada anlatılanların şeytanların uydurduğu şeyler olduğunu iddia etmektedir.

Bizce bu kıssada verilen bilgilerin bir hakikati olup, meleklerin öğrettikleri haddizatında bir sihir değil, sihir uğrunda da kullanılabilecek hakikatlerdir. Bu hakikatlerin suistimal edilerek öğretimde sihir ve küfre malzeme olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim söz konusu âyette de meleklere indirilenin sihir olduğu beyan edilmeyerek sihre atfedilmiş, şeytanlar tarafından sihre ve küfre dönüştürüldüğüne işaret edilmiştir. Dolayısıyla meleklere indirilen sihir değil, metafizik hakikatlerdi. Bu hakikatleri insanlara öğretecekleri zaman, “Biz fitneyiz.” (yani öğreteceğimiz şeyler, fitneye müsait ve suistimali küfür olan şeylerdir) der, istismar edilmemesine dikkat çektikten sonra öğretirlerdi.

Sihir yoluyla nesnelerin tabiatı değiştirilemez. Fakat bu yolla insanların duyu ve şuuru etki altına alınarak onlara hayaller kurdurulabilir. Nitekim Hz. Mûsâ kıssasında olan da budur. Firavun’un sihirbazlarının asâları asla gerçek yılana dönüşmediği halde onlar böyle hayal görmüşler, Mûsâ asâsını ortaya atınca da hakikat ortaya çıkmış, sahte sihirbazların oluşturdukları korku ve hayaller ortadan kalkmıştır.

Sonuç olarak sihir, mahiyet itibariyle objektif bir gerçeklik değil, bazı hakiki bilgilerin kötü yönde kullanımı sonucu yapılan bir iş, uygulama, şer ve tezvir sanatıdır. Söz gelimi birileri elektrik ve ışık konularına ilişkin bazı bilgileri kullanarak sihir yapacak olsa, bu elektrik ve ışığa dair bilgilerin yalın halde sihir olmasını gerektirmediği gibi; şeytanların Hârût ve Mârût’a öğretilen bilgileri sihir için kullanması da yalın halde bu bilgilerin sihir olmasını gerektirmez. Bu sebeple meleklere verilen bilgileri sihir olarak nitelemek isabetli değildir ve onlar sihir öğretmezler fakat insanların hayrı için öğrettikleri bazı hakikatler, şeytanlar ve küfür ehli tarafından sihir adı altında kötü yolda kullanılabilir. Çünkü meleklere verilenler, mâsumiyetlerine mani olmayacak türden sahih bilgilerdir.

Sihrin bir gerçekliğinin olup olmadığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Ehl-i sünnet’in genel kanaati, onun sabit ve gerçek olduğu yönündedir. İmam Şâfiî, Ahmed b. Hanbel ve Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî, onun bir realite olduğunu kaydetmektedirler. Daha sonra gelen Karafî, İbn Kudâme, Nevevî ve İbn Hacer el-Heytemî gibi âlimler başta olmak üzere Ehl-i sünnet’in büyük çoğunluğu da sihrin hakikatinin bulunduğunu, sihir yapılan kişi ile doğrudan temas olması durumunda etkili olabileceğini ve meshurun tab‘ını değiştirebileceğini söylemektedirler. Hanefîler ise sihir esnasında duman ve benzeri bir şeyin meshurun bedeniyle temas etmesi durumunda etki yapabileceğini, aksi takdirde tesirinin olmayacağını söylemektedirler.

Sihrin hakikati olduğunu iddia edenlerin ileri sürdükleri naklî delilleri şöylece sıralamak mümkündür:

  1. Sihrin bir gerçekliği olmasaydı, din tarafından yasaklanmaz ve yapana ceza verilmezdi.
  2. Bakara sûresinin 102. âyetinde ona başvurarak “karı ile kocanın arasının açılabildiği ve insanlara zarar verildiği” haber verilmektedir. Hakikati olmayan bir şeyle bunlar nasıl yapılır?
  3. Felâk sûresinde “düğümlere üfleyen sahirelerin şerrinden Allah’a sığınılması” öğütlenmektedir. Eğer sihrin hakikati yoksa ondan istiâze niçin emredilsin?
  4. A‘râf sûresinin 116 ve Tâhâ sûresinin 66. âyetlerinde sihirbazların nesneleri insanlara olduklarından farklı gösterdikleri haber verilmektedir. Bu, onun bir realitesinin olduğunu göstermektedir.
  5. Hadislerde, Lebîd b. A‘sam’ın Resûl-i Ekrem’e büyü yaptığı ve Cenâb-ı Hakk’ın ona şifa verdiği bildirilmektedir. Bu da onun bir realitesinin olduğunu gösterir.

Sihrin hakikatinin bulunmadığını, onun sadece hile ve hayal ettirmeden ibaret olduğunu söyleyenler ise şu delilleri ileri sürmektedirler:

  1. Tâhâ sûresinin 66, 69 ve A‘râf sûresinin 116. âyetlerinde onun bir tahyîl ve göz boyamadan ibaret olduğu; Tâhâ sûresinin 80. âyetinde ise sihirbazın gittiği yerde iflâh etmeyeceği ve yaptığı işte başarılı olamayacağı bildirilmektedir.
  2. Sihirbazlar, iddia ettikleri şeyleri hakikaten yapacak olsalar sihir ile mûcize karışır ve mûcize peygamberler için delil olmaktan çıkar.
  3. Sihirbazların yaptıkları işler tecrübe ile sınandığı zaman doğru olmadıkları ve vehimden ibaret oldukları görülür. Cessâs, eğer sihirbazlar iddia ettikleri işleri gerçekten yapabilseydiler, hazineler bulup ortaya çıkarır, kralların mülküne son verirlerdi demekte; bu hususa dikkat çeken ünlü müfessir Taberî, sihirbazların, nesnelerin tabiatını değiştirmeye güçleri yetseydi, bu durumda hak ile bâtılın bir farkı kalmaz ve algıladığımız şeylerin tamamının sihir sonucu dönüşmüş şeyler olduğunu kabul etmek durumunda kalabilirdik demektedir.