Astral seyahat, büyü ve sihir yoluyla doğaya hâkim olma eğiliminde olan teosofik/okültist inançlardan biridir. Astral seyahat, ruhun gerçek bedeni dışında bir de astral bedeni olduğuna inanan kişilerin, iddiaya göre bu astral bedenleriyle, bilinçleri yerinde olarak, başka mekânlarda dolaşmak suretiyle gerçekleştirdikleri seyahati ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Bunu ifade etmek için “bedendışı deneyim” veya “şuur projeksiyonu” kavramları da kullanılmaktadır. Bu seyahatin önünde, duvar, mesafe gibi hiçbir engel yoktur; bir anda kıtalar arası yolculuk bile yapılabileceği ve normal bedenimize döndüğümüzde onu bir rüya tarzında hatırlayabileceğimiz ifade edilmektedir.29 Ayrıca bu deneyimlerin iradî olarak gerçekleştirilebileceği, her insanda bu yeteneğin bulunduğunu, ancak bunun için özel bir çaba sarfetmek gerektiği ifade edilir.
Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki parapsikolojinin, insan bedenini yalnızca maddî bedenden ibaret görmemesi, insanın ruhî boyutuna da dikkat çekmesi ve hatta bunu bilimsel çalışmaların konusu yapması olumlu bir gelişmedir. Ancak iddia edilen bu astral seyahat deneyimlerinin dinimizde yeri yoktur. Astral seyahat deneyimlerinde anlatılanlar dinimiz tarafından bir olgu olarak kabul edilen rüya kavramına benzemektedir.
Rüyalar bir olgu olarak kabul edilse de, rüyalarda anlatılanların genel geçerliliğinin olmaması bir tarafa, astral seyahat için ifade edilen özellikler, rüya kavramında mevcut değildir. Çünkü astral seyahatin, bir tür esiri/astral bedenle gerçekleştirildiği ifade ediliyor. Oysa ki rüyalar ruhun bir tür faaliyeti olup, rüyanın gerçekleşmesi için bu türden bir ışınsal bedene ihtiyaç yoktur. Dolayısıyla astral seyahat, tam anlamıyla rüya kavramına da benzememektedir. Aksine rüya olgusunun biraz fantastik ve çarpıtılmış yorumu gibi görünüyor.
Astral seyahatin, İslâm Tasavvuf literatürü içinde yer alan “tayyi zaman” ve “tayyi mekân” kavramlarıyla ilişkili olabileceği ilk bakışta akla gelse de, hakikatte bir ilgisi bulunmamaktadır. Arapça’da dürülmek anlamına gelen “tayy”30 kelimesinin zaman ve mekân kavramlarıyla oluşturduğu birer terkip olan bu kavramlar, bir anlamda zaman ve mekân sınırlarını aşmayı ifade eder ve “Allah’ın sevgili kullarına bahşettiği kerametlerden biri olup, Allah’ın onlara bir anlık bir zaman diliminde uzun mesafeler katettirmesi” olarak tanımlanır.
Hz. Peygamber’in mûcize olarak mîraçta yaşadığı tecrübenin, bir benzerinin beşerî boyutta keramet kabilinden yaşanmasıdır. Bu tecrübelerin en tutarlı ve mantıklı açıklaması da, zaman ve mekân kavramlarıyla sınırlı olmayan ruh ile ilişkilendirilerek yapılmaktadır. Başka bir anlatımla da yüce Allah’ın sevgili kulları için bir lûtuf kabilinden, zaman içinde zaman ve mekân içinde mekân yaratmasıdır.32 Bunun en güzel örneğini de Kur’ânı Kerim’de ifade edildiği üzere Belkıs’ın tahtının göz açıp kapayacak kadar kısa zaman içinde Hz. Süleyman’ın yanına getirilmesi33 oluşturmaktadır. Bu hadise, kelâm âlimlerinin, kerameti ispat etmek için Kur’an’dan ortaya koydukları deliller arasında da yer almaktadır.34 Benzer şekilde Ashâbı Kehf, mağarada üç yüz küsur sene kalmalarına rağmen, kendileri bunu yarım veya bir gün şeklinde ifade etmişlerdir.
Görüldüğü üzere zaman içinde zaman veya mekân içinde mekân yaşama olayının Kur’an’da örnekleri mevcuttur. Dolayısıyla tayyi zaman ve tayyi mekân kavramlarına dinî mesnet bulmak mümkün görünüyor. Ancak burada ifade edilen mekân içinde mekân ve zaman yaşama hadisesinin, astral seyahat deneyimleriyle bir ilgisi bulunmamaktadır. Çünkü Kur’an’ın dile getirdiği bu olaylarda ruh, olayı bizzat yaşamaktadır ve herhangi bir astral/ışınsal bedene ihtiyacı yoktur. Yukarıda da ifade edildiği gibi, Kur’an’ın dile getirdiği bu olaylar, Allah’ın sevdiği kullarına bir lutfu/kerametidir. Dolayısıyla insanın talep etmesi veya istemesiyle ilgili değildir. Oysa ki astral seyahatin, iradî bir şuur yansıması olduğu iddia edilmektedir.