İslam, Allah ile kul arasındaki her türlü aracıyı reddeden ve aracılık iddiasındaki herkesi ve her şeyi devre dışı bırakan bir dindir. İslam, yalnız Allah’a teslim olma ve Allah’tan başka hiçbir şeye, hiç kimseye teslim olmama dinidir. Allah’tan başkasına teslim olanlar, Allah’a ait nitelikleri başka varlıklara da nisbet edenler veya Allah’tan istenecek şeyleri başkalarından isteyenler ya da Allah ile kendi arasına bazı kimseleri aracı ve vesile olarak sokanlar niyetleri ne olursa olsun şirk yani Allah’a ortak koşma günahını işlerler.
Kuran ayetleri çok açık bir dille insanları bu büyük hataya düşmekten alıkoymak için uyarıda bulunur: Bu, kendisiyle insanları uyarman ve insanlara öğüt olsun diye sana indirilen bir kitaptır. Artık bu hususta kalbinde bir sıkıntı olmasın. Rabbinizin katından size indirilene uyun; Ondan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
(A’raf 23). Ayetten de görüldüğü gibi insanı doğru yola ulaştıracak olan şey kişiler değil Allah’ın Kitabı olan Kuran’ın ilkeleri veli edinilecek olan da yalnız Allah’tır. Son peygamber olan Hz. Muhammed’in risalet görevini en güzel şekilde yerine getirerek bu dünyadan ayrılmasından sonra Allah tarafından seçilmiş olan kişilerin (peygamberlerin) Allah’ın dosdoğru yolunda insanlara önderlik etmesi devri de son bulmuştur. Artık insanlara önderlik edecek olan kişiler değil Allah’ın vahyi olan Kuran’dır.
İnsanların çoğu birtakım velilerin ardına sığınarak onların kendilerini Allah’a yaklaştıracaklarına inanırlar. Oysa halis din sadece Allah’a aittir. Müslümanım diyen herkes Allah ile kendi arasına kimseyi sokmaması gerektiğini bilmelidir. Şüphesiz Allah’ın bu konudaki uyarıları boş yere değildir: Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı duru din yalnız ve yalnız Allah’ındır! O’ndan başkasını veliler edinerek, ‘Biz onlara, bizi Allah’a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz.’ diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah, yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz. (Zümer 3)
Geçmişten günümüze kadar kimi kişi ve çevrelerin peşlerine takılıp gittikleri “velilere” bağlanmalarını Allah’ın emri ve isteği gibi sunmaya çalıştıkları görülür. Kuran’a göre müşrikler de Allah ile aralarına soktukları kişilere bağlanmalarını Allah’ın emri ve isteği gibi sunmuşlardır: Allah’tan başkasına ilahlık yakıştırmakta direnenler dediler ki: Eğer Allah dileseydi, ne biz ne de atalarımız, hem O’ndan başka hiçbir şeye kulluk etmez hem de O’ndan başkasının (sözüyle) hiçbir şeyi haram kılmazdık. (Nahl 35). Allah’a ortak koşanlar derler ki: Eğer Allah dileseydi, ne biz ne de atalarımız şirk koşmazdık; dahası (O’nun helallerinden) hiçbir şeyi haram kılmazdık. (En’am 148)
Müşrikler de yaptıkları bazı çirkin ve edep dışı işleri Allah’ın dileği olarak ifade etmiş, buna delil olarak da babalarını ve atalarını örnek getirmişlerdir: Bir hayâsızlık işlediklerinde derler ki: “Biz babalarımızı bu hal üzere bulduk; demek ki bize bunu Allah emretmiş.” De ki: Allah asla hayâsızlığı emretmez: Ne yani, şimdi siz Allah’a bilmediğiniz bir konuda iftira mı atıyorsunuz? (A’raf 28)
Ayetlerde hesap günü ahirette “Biz büyüklerimizden böyle gördük” ya da “Allah’ın veli kullarının ardından gittik” türünden savunmaların bir işe yaramayacağı aksine bu kişilerin Allah’tan başka uyup takip ettikleri efendilerinin ve büyüklerinin kendilerini saptırmış olduklarını fark edeceklerine dikkat çekilir: Onlar dediler ki: “Rabbimiz! Biz efendilerimize ve büyüklerimize uymuştuk; onlar da bizi yoldan çıkardılar!” (Ahzab 67). Oysa ahirette iş bitmiş ve geri dönüşü olmayan bir yola girilmiştir. Önemli olan hataların dünya hayatındayken fark edilip düzeltilmesidir. Bu hatalara düşmeyelim diye Allah bizleri uyarmakta ve bizi, gerçeği görmeye çağırmaktadır: Onlara: Allah’ın indirdiğine uyun! denildiğinde, “Hayır, biz atalarımızın üzerinde bulunduğu şeye (geleneğe) uyarız!” derler. Ya ataları hiç akıllarını kullanmamış ve doğru yolu bulamışsalar? (Bakara 170). Bu din atalar dini değil, Allah’ın dinidir. Geçmişten günümüze gelenin doğruluğunu belirleyecek olan da Allah’ın vahyidir. Bütün peygamberler gönderildikleri toplumların gelenek ve yerleşik kabulleri ile mücadele etmişlerdir. Her biri ayette örnek verildiği şekilde tepkiler ile karşılaşmış ama yılgınlık göstermeden Allah’ın vahyini esas alarak mücadelelerini sürdürmüşlerdir.
Kimi tarikat ve cemaat yapılanmalarındaki insanların önemli bir kısmı kendince kutsadıkları ve “Allah dostu” kabul ettikleri kişileri, Allah ile aralarına sokuyorlar. Hatta Yahudi ve Hıristiyanların, din adamlarını rab edinmeleri gibi bir anlamda rab ediniyorlar onları. Oysa İslam dininde yalnız Allah’a kul olunur, tövbe yalnız Allah’a yapılır, gerçek dua birilerinin üzerinden değil doğrudan Allah’a yapılandır. Şayet bir kişi gerçekten gönülden Allah’a bağlanmış ve kendini Allah yoluna adamış samimi bir inanansa kendini diğer inananlardan farklı görmez, kendini yüceltenlere ve önünde yerlere kapananlara izin vermez, eylemleri, sözleri ve samimiyeti ile insanları kendine değil Allah’a çağırır. Dünya malına, güce ve makam sevdasına düşmez.
Gerçek anlamda inanmış biri, şeyhleri ya da efendi edinilen kimseleri Allah ile arasına sokmamalıdır. Onlar aracı kılınarak Allah’a yaklaşılmayacağını aksine araya sokulan kişiler sebebiyle Allah’tan uzaklaşılacağını bilmelidir. Bu şekilde dosdoğru yoldan sapılacağını görmelidir. Efendi edindikleri adamların karşısındaki Müslüman’a yakışmayacak hallerini ve o kişiye söylenenleri görünce hayrete düşüyor insan. Peygamberimiz böyle miydi? O “mübarek zat” saydıkları kişiler de onların karşısında ezilip büzülen insanlar gibi sıradan biri. Tövbe yalnız Allah’a yapılır, oysa bazı insanlar gidip bu kişiler üzerinden tövbe alıyorlar.
Kim işlediği zulümden sonra tövbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tövbesini kabul eder. Çünkü Allah tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir merhamet kaynağıdır. (Maide 39). Kuran’da gerçek anlamda inanan erdemli insanların özellikleri sayılırken şöyle söylenmektedir: Onlar, utanç verici bir iş yaptıkları ya da kendi nefislerine bir kötülük ettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahları için bağışlanma isteyenlerdir. Allah’tan başka günahları kim bağışlayabilir ki? Üstelik onlar, yaptıkları kötülük üzerinde bile bile ısrar etmezler. (Âli İmran 135). Görüldüğü gibi önemli olan, yaptığımız kötü şeyleri fark ederek hatadan dönmeyi bilmemiz ve hatalarda ısrar etmememizdir. Biz samimi bir şekilde hatamızı fark ederek hemen af dilediğimizde, rahmet ve merhameti bol olan Rabbimizin hata ve günahımızı affetmesini ümit edebiliriz. Yeter ki Allah ile aralarına aracı kılıyorlar: Bakın, şüphesiz Allah, evet yalnız O’dur sınırsız bağışlayan, eşsiz rahmet eden. Zatından başkalarını sığınılacak evliya edinenleri Allah sürekli gözetim altında tutmaktadır ve sen onların yaptıklarından sorumlu değilsin! (Şura 56)
Şayet bu insanlar ihlaslı ve dürüst olsalar, kendilerine bu kadar kutsallık atfedilmesine karşı çıkarlardı. Oysa belli ki durumlarından gayet memnunlar. Gücün, kudretin ve hürmetin büyüsüne kapılmış biri, haliyle kendini çok özel sayar. Dua ve tövbenin kendi üzerinden Allah’a ulaşacağını sanır. Kuran bize tövbeleri ancak Allah’ın kabul edeceğini söylüyor: Onlar bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah kullarından tövbeleri kabul edecek ve sadakaları alacak olan O’dur. Şüphesiz, tövbeleri kabul eden, esirgeyen O’dur. (Tevbe 104)
Allah’ın ayetlerinden habersiz oldukları için Allah’a yapacakları duayı evliya kabul ettikleri kişiler üzerinden yapıyorlar. Çoktan ölmüş, bu dünyadan göçmüş kişilerden medet istiyor, onları aracı kılıyorlar. “Dua evliya üzerinden yapılırsa tövbe evliya üzerinden alınırsa daha etkilidir. Sen günahkârsın Allah senin duanı dikkate almaz ki” diyorlar. Allah’tan bir yetki mi almışlar? Allah kimin duasını kabul edip etmeyeceğini, kimi dikkate alıp almayacağını bu kişilere mi bildirmiş?
Kuran uyarıyor: Kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek birilerine, Allah’ın berisinden yalvarıp durandan daha sapık kim vardır? Ve o yalvardıkları, onların yakarışından habersizdirler. (Ahkaf 5). Allah’ın kulları Allah’ın rahmetinden ümit kesmiş gibi Allah tarafından yaratılmış, kendileri gibi sıradan insanlardan rahmet ümit ediyorlar. Bakın ne söylüyor Kuran: Rabbinizin katından size indirilene uyun; Ondan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! (A’raf 3)
Kuran ayetleri gerekli olan her konuda olduğu gibi insanların birçoğunun yoldan çıktığı böylesi önemli bir konuda da insanları uyarmakta ve gerçeği görmelerini istemektedir. Ayetler, Allah’tan başkalarını veli edinerek onları sığınılacak otorite olarak görenlerin gerçekte nasıl bir güvensizlik içinde olduklarını şu örnek üzerinden verir: Allah’ın dışında başka veliler edinenlerin örneği, kendine ev edinen örümcek örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; bir bilselerdi. (Ankebut 41)
Gerçekten de insanlar çok az düşünüp öğüt alıyorlar. “Ben yapışayım da bir Allah dostunun eteğine onun vesilesi ile gireyim cennete” dercesine bu kişilere bağlanıyorlar. Peki, bu insanların gerçekten de Allah dostu olduklarının göstergesi nedir? Böyle bir ölçü mü var elinizde? Belki de insanın mahallesindeki kendi halinde, imanlı, saf ve ihlaslı bir teyze bütün bu evliya kabul edilenlerden daha yakın biridir Rabbine. İnananları tevhitten uzaklaştıran, duygularını istismar eden ve kendine birtakım insanüstü özellikler atfeden ya da bunun yapılmasına müsaade eden kişilerin hesapları çok ağır olacak. Allah’ın apaçık ayetlerine rağmen başkalarının peşine takılarak bu kişiler vesilesiyle Allah’ın kendilerini affedeceklerini umanlar da hesap günü büyük bir pişmanlık duyarak aldandıklarını anlayacaklar: Yoksa onlar, Allah’tan başka koruyucular (veliler) edinebileceklerini mi sanıyorlar? Hayır, yalnız Allah’tır
(bütün varlıkların) koruyucusu; çünkü yalnız O’dur ölüye can veren ve yalnız O’dur her şeye kadir olan. Hakkında ayrılığa düştüğünüz her konuda hüküm Allah’a aittir. (De ki): Bakın, işte Rabbim olan Allah budur. O’na dayanıp güvenir ve O’na yönelirim. (Şura 910)
Şu an hayatta olan ve “Allah dostu” ve “Çok mübarek insan” kabul edilen cemaat ya da tarikat liderlerinin çıkıp tüm kamuoyu önünde: “Ben de tüm inananlar gibi Allah dostu olmaya aday, sizler gibi günahları olan, sıradan biriyim” demeleri gerekmez mi? Bunu demedikleri ya da çoğu zaman riyakârlık içinde sahte tevazu gösterileri yaptıkları gibi bu şekilde anılmak işlerine geliyor belli ki. Çünkü ancak bu şekilde anılarak etraflarına insan toplayabilir, maddi manevi destekler alabilir, kendisine bağlananlar sayesinde oluşan oy potansiyeli ile siyasilerin iştahını kabartabilir ve bu sayede güce ve iktidara ortak olabilirler. Üstelik sözün ona tevazu sahibi bu şeyhlerin tamamına yakınının da son derece lüks ve konforlu bir hayat sürdükleri, en pahalı ve gösterişli evlerde oturarak son model lüks arabalar ve korumalar ile gezdikleri görülmektedir. Nasıl olsa insanların sırtından geçinmenin ve haksız yolla kazanç elde etmenin bir emek ve maliyeti yok.
Durum böyle olunca, doğrudan Allah ile ya da Peygamberimiz ile görüştüğünü iddia eden insanlar çıkıyor ortaya. Kerâmeti kendinden menkul kimi tarikat lideri ve şeyhler o denli yüceltilip kendilerinin dahi hayal edemeyecekleri öyle yerlere konuluyorlar ki, yaptıkları ve söyledikleri şeyler ne kadar saçma olsa da sorgulanmıyor ve hep bir hikmet aranıyor. Adam herkesin önünde bir kenara oturup uyuyor, etrafına toplanmış yüzlerce insan da kıpırdamadan bu kişiye bakıp kendinden geçiyor. “Şu an ne yapıyor?” diye sorsanız, “Mana âleminden besleniyor” diyecekler. Bir şey ne kadar anlaşılmaz, gizemli ve sırlı bir havada sunulursa çekici geliyor bazı insanlara. Kuran’ın, ona inananlar nazarında gerekli itibarı görememesinin nedeni, bu kadar açık ve net bir kitap olması demek ki:
“İslâm dininin temel özelliklerinden birisi, apaçık ve mesajı muhataplarınca anlaşılan, yani “mübîn” bir din olmasıdır. İslâm, muhataplarınca bilinemez, ulaşılamaz, anlaşılmaz, esrarengiz ve sırlarla dolu bir din olarak tanıtıldığı sürece, kişi ile Yüce Yaratan arasında aracılığa soyunan veya böyle bir algıya göz yumarak bunu sektöre çeviren kurum ve kişiler eksik olmaz. Hem tarihte hem de günümüzde dinin bilinemezliğine, korkuya ve ahirette insanları bekleyen akıbete sürekli vurgu yapılması, insanları somut sığınaklar ve çıkış yolları aramaya sevk etmiş, neticede karşı durulması zor olan cezbedici bir piyasa ortaya çıkmıştır. Hâlbuki Resuli Ekrem Efendimiz ile tamamlanmış, kimseye Allah adına, kutsal adına söz söyleme hakkı ve aracılık yetkisi verilmemiştir.
Kuran ve Sünnet öncelikli olarak bireye hitap eder. Din âlimleri, dini inşa eden değil, dinin ana kaynaklarının bilgisini toplumlara aktaran kimselerdir. Kuran’ın en temel özelliği bireyi muhatap alması, toplumsal mesajlarında da bireyin sorumluluğunu devrede tutmasıdır. Toplumsal yapı ve kurallar birey için koruyucu sınırlar, zorlayıcı yaptırımlar içerse de neticede her birey kendi dindarlığını kendisi inşa edecektir. Nihaî karar bireyindir ve onun dindarlığını kabul veya reddedecek, derecelendirecek olan da Yüce Mevlâ’dır. İslam’da bu anlamıyla aracı bir kurum ve sınıf yoktur.”