Birçok kişinin sandığının aksine İslam, yaşanılması zor bir din değildir. Yeter ki İslam’ı biz zorlaştırmayalım ve yaşanılmaz kılmayalım. İslam’ın yaşanılması zor bir din olduğu yönündeki kanaatin bir sebebi İslam hakkındaki bilgilerimizin yetersizliği; bir diğer sebebi de gerçekte dinden olmamasına rağmen zaman içinde üretilen inanç ve kabullerdir. Daha önce de ifade edildiği gibi esasında İslam insan yaratılışına, aklına ve mantığına en uygun sistemdir. Tüm peygamberler İslam inanç sistemini getirmiş ve insanlara aynı haki katleri tebliğ etmişlerdir.
İslam, evreni ve insanı yaratan Allah’tan gelen ilahi bir mesajdır. Şüphesiz yarattığını en iyi bilen Allah’tır. Bu yüzdendir ki İslam, insan yaratılışına en uygun ve en yaşanılabilir dini ve insani yükümlülükleri içerir.
Allah bize peşinen vermiş oldukları ve inançlı, erdemli ve sorumluluk sahibi duyarlı bir yaşam sürdüğümüz takdirde vermeyi vadettikleri ile mukayese edildiğinde bizden kayda değer bir şey istememektedir. Bizden istediği şeyler, yine bizim yararımıza ve hayrımıza olacak şeylerdir.
Allah’ın bize de bizden gelecek herhangi bir şeye de ihtiyacı yoktur. Dolayısıyla bizden yine bizim faydamıza olacak şeyleri istemesi bile Allah’ın eşsiz rahmet ve merhametinin bir sonucudur: Allah hiç kimseye taşıyacağından fazlasını yüklemez. Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği kötülük de kendi aleyhinedir. (Bakara 286). Görüldüğü gibi Allah bizden yaratılış kapasitemizin üzerinde bir şey istememekte, yapacağımız iyilik ve kötülüklerin sorumluluğunu üstleneceğimizi bildirmektedir.
Öte taraftan Allah rahmetinin bir gereği olarak bizim için zorluk değil kolaylık istemekte ve bizleri, yaşanılabilir kolay bir din ile yükümlü tutmaktadır: Allah sizin için kolaylık ister; O sizin için zorluk istemez. (Bakara 185)
Allah’ın bizi din ile şereflendirmesi ve yaratılışımıza uygun davranmamız için bize hatırlatmalarda bulunması bize zorluk çıkarmak için değil aksine bizi kötülük ve çirkinliklerden arındırarak temizlemek ve özümüze döndürmek içindir: Allah size zorluk çıkarmak istemiyor. Ancak sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor ki, şükredebilesiniz. (Maide 6)
Allah bizleri, vermiş olduğu dışında bir şey ile yükümlü tutmadığı gibi aynı zamanda zorluklardan sonra bir kolaylık ve ferahlık yaratarak bize rahmet ve muhabbeti ile muamele etmektedir: Allah hiçbir benliği, kendisine verdiği şey dışında yükümlü tutmaz. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır. (Talak 7)
Kuran: Zorluğun yanında bir kolaylık muhakkak var! (İnşirah 6) diyerek bizleri teşvik etmekte ve en zor durumlarda dahi Allah’a dayanıp güvenmemiz ve zorluklara direnç göstermemiz konusunda bize hatırlatmalarda bulunmaktadır.
Yaşanılması ve anlaşılması zor olan İslam değil, İslam hakkında yeteri kadar bilgi ve ilgi sahibi olmadan İslam’ın yaşanılması zor olduğunu düşünmektir. İslam’ı mensuplarının kabul ve uygulamalarının ötesinde doğrudan kendisi üzerinden bilip değerlendirmek gerekir. Esasen İslam, hayatı en doğru ve en güzel şekilde yaşama rehberidir. İnsanın hayatına anlam ve değer katmak ve insanı, olabilecek en yüce amaçlar ile inşa etmek üzere gönderilmiş ilahi bir sistemdir.
Biz yeter ki İslam’ın doğasını bozmayalım, onu akıl ve vicdan dışı yaşanılmaz bir din kılarak zorlaştırmayalım, yaşamamak için çeşitli bahanelerin arkasına saklanmayalım ve en güzel ve en doğru şekilde İslam hakkında bilgi sahibi olalım.11 İslam’ın insan için uygun gördüğü bir yaşam, Allah’ın ayetlerinin en doğru ve en güzel şekilde içselleştirildiği ve peygamberlerin en güzel şekilde örnek alındığı bir yaşamdır. Gerçek anlamda iman ve erdem sahibi olabilmemiz için, Allah’ın talimatlarına en güzel şekilde uymamız gerekir. Allah, bizi iyi ve güzel olana sevk edecek hayat rehberimizi bize bildirmiştir. Allah, gerçek anlamda iman etmek isteyen samimi kullarına, üstün bir hayat tarzı olan örnek bir ahlaka sahip erdemli kişilerden olmayı teklif etmiştir. Biz ise çoğu zaman Allah’ın teklifini dikkate almayarak nefsimizi rehber edinmiş ve yanlış bir hayat tarzı benimsemişizdir. Bu yüzden Kuran ayetleri sorar bize: Hakikat buyken (ey insanlar), bu gidiş nereye? (Tekvir 26)
Allah bizden çok bir şey istememektedir. Bizden istedikleri yine bizim hayrımıza olan gerçekleri dikkate almamız ve apaçık ayetlerini görmezden gelen bir hayat yaşamamamızdır. Yoksa Allah’ın bize de bizden gelecek herhangi bir şeye de ihtiyacı yoktur: Ey İnsanlar! Bu Elçi, Rabbinizden size gerçek olanı getirdi; O’na inanıp güvenin; bu sizin hayrınıza olur. Ama ayetleri görmezlikten gelirseniz bilin ki göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah bilir, doğru kararlar verir. (Nisa 170)
Biz yeter ki hakikati en güzel şekilde görüp takip edelim ve gönülden gelen bir istek ile Allah’a kayıtsız şartsız teslimiyet gösterelim. Allah hayırlı tüm iş ve amaçlarımızı kolaylaştıracak
Biz, (böylece) (nihai) huzura ve rahatlığa giden yolu senin için kolaylaştıracağız. (Ala 8)
Allah’a kulluk etmenin ya da İslam’ı gerektiği gibi yaşamanın zor olduğuna dair düşüncelerimizin bir sebebi de, kul olduğumuz gerçeğini kabullenemeyişimizdir. Bilindiği gibi dirençli olma; karşı koyma, karşı durma ve tepki gibi anlamlara gelmektedir. Çoğu zaman muhtemelen farkında olmadan Allah’a gerektiği gibi teslim olup kulluk etmemek için direnç gösteriyoruz. Esasında nefsimize gösteremediğimiz direnci, Allah’a gösteriyoruz. Oysa Müslüman olmak, Allah’a teslim olmaktır. Gerçek anlamda Allah’a teslim olan kul, Allah’a karşı koymaz. O’na karşı direnç göstermez. Nefsinin kötü eğilimlerine karşı durur. Nefsine direnç gösterir.
Modern dünyanın bize sunmuş olduğu bunca imkâna rağmen yine de derin bir sıkışmışlık, yalnızlık, doyumsuzluk ve tatminsizlik içinde olmamızın en öncelikli sebebi, Allah’ın kulu olduğumuz gerçeğini bir türlü kabullenemememizdir. Oysa bu gerçeğe karşı direnç göstermenin bir faydası yoktur. İnsan ölüme karşı direnç gösterebilir mi? Göstereceği direnç, bir gün öleceği gerçeğini değiştirebilir mi? Aynı şekilde ne kadar direnç göstersek de Allah’ın kulu olduğumuz gerçeğini değiştiremeyiz. İnsan ismini, işini, evini, fiziki görünüşünü, ülkesini ya da dinini değiştirebilir ama Allah’a kul olduğu gerçeğini değiştiremez. Karşı konulamaz bu gerçeğe ne kadar dirense de insan, sonunda teslim olmaktan başka bir çaresi olmadığını anlar.
Esasında insanın nefsî arzularına sürüklenmesi, başkalarına karşı büyüklenip kibirlenmesi, kendini herkesten önemli ve üstün görmesi ve bir gün öleceği gerçeğini düşünmek istememesinin temel sebebi, varlık amacını unutarak kul olduğu gerçeğine karşı direnmesidir.
Oysa bu gerçek karşısında direnmenin insana bir faydası yoktur. Üstelik insanı gerçek anlamda değerli kılan şey kulluktur. Kulluk bizim Allah için var olduğumuzu ifade eder. Madem bizi Allah yaratmıştır, Allah’ın yaratışındaki tüm hikmetleri bilemesek de ancak Allah’a bakan bir yönle var olmamız gerektiğini bilmemiz gerekir. Bu gerçek, Kuran’da şu sözler ile hayat bulur: Beni yaratana ne diye kulluk etmeyecekmişim ben? Ve sizler de O’na döndürüleceksiniz. (Yasin 22). Öyle ya insan, kendini yoktan yaratana kulluk etmeyip de ne edecektir? Bundan daha doğal ve hakka uygun başka ne olabilir?
Allah’ın tüm işleri hikmetlidir. Yoktan var etme gücü ve sanatı sadece Allah’ın elindedir. Allah’ın biz yok iken bizi varlık alanına çıkarması, bize olan sevgisinin, rahmet ve merhametinin bir göstergesidir.
Sağlıklı bir ruh ve zihin yapısına sahip olan kişilerin var olmaktan memnuniyet duydukları ve yok olmak istemedikleri bilinen bir gerçektir. Varlığı da, var olma isteğini de yaratan Allah’tır. Durum böyleyken Allah var ve bizi yaratmıştır dememize rağmen sanki O yokmuş gibi davranmamız ciddi bir çelişki oluşturmaktadır.
Allah’a inanan insanların önemli bir kısmı, inancının gereklerini yerine getirmemekte yani Allah’ın var olması, hayatımızda pek bir şeyi değiştirmemektedir. Kuran ayetleri örnek bir inananın nasıl davranması ve inançdavranış uyumunu nasıl sağlaması gerektiği ile ilgili çok açık bildirimlerde bulunur.
Allah’ı yüceliğine yakışır bir biçimde bilip O’na yönelmek, yapın dediklerini yapıp, uzak durun dediklerinden de kaçınmak, inanç davranış uyumunun ilk ayağını oluşturur. Bize düşen, neden yaratıldığımızı ya da niçin var olduğumuzu sorgularken, Allah’ın tüm işlerinin hikmet dolu olduğunu bilmek, bizi var eden kudrete karşı sorumluluklarımızı öğrenmek ve kulluğumuzun gereğini yerine getirmektir.
Esasında Allah’a kul olmak, imtihan dünyasındaki insanın kulluğunu en güzel şekilde ortaya koyarak kendini Rabbine karşı ispat etmesi ve böylelikle bir anlamda kendini gerçekleştirmesidir. İnsan, varlığını anlamlı kılabilmek ve sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmek için çeşitli şeylere ihtiyaç duyar. Ünlü psikolog Abraham Maslow, insanın doğuştan gelen ve zamanla davranışlarına yansıyan bu ihtiyaçlarına dikkat çekmiş ve bir çeşit ‘ihtiyaçlar hiyerarşisi’ oluşturmuştur.
Bu ihtiyaçlar hiyerarşisi beş aşaması olan bir piramide benzetilebilir. Buna göre piramidin tabanında nefes alma, yeme, içme, uyuma ve cinsellik gibi fizyolojik ihtiyaçlar yer alır. İkinci aşamada güvenlik ihtiyacı vardır ki bu da insanın hem kendisini hem de sevdiklerini güven içinde hissetme ihtiyacıdır. Üçüncü aşama insanın kendini bir yere ait hissetme ve sevgi ihtiyacı, dördüncü aşama ise insanın saygınlık ihtiyacıdır. Beşinci ve son aşama yani piramidin tepesi ise insanın kendini gerçekleştirme ihtiyacıdır ki bu ihtiyaç da kişisel tatmin ve potansiyelini açığa çıkarması şeklinde gerçekleşir.
Esasen tüm bu aşamalar, sonunda insanın kendini gerçekleştirebilmesi için gerek duyduğu araçlardır. İnsandaki tüm bu doğuştan gelen ihtiyaçları yaratan Allah, insanın bu ihtiyaçlarını karşılayabileceği nimet ve imkânları da yaratmıştır. İnsanın gerçek anlamda tatmin olabilmesi için araçlara takılı kalmayıp, amaca yönelmesi gerekir. Varlık amacına ulaşarak kabuğundan dışarı çıkan ve kendini gerçekleştiren insan, erdemli, duyarlı, iradesine hâkim, kararlı, sabırlı, güvenli, sevgi dolu, merhametli, vefalı, sadece kendisini düşünmeyen, paylaşmayı bilen, zorluklara karşı dayanıklı örnek bir insan olur. İç dünyasında ulaştığı üstün mertebe ile kendini gerçekleştiren insan, hem bu dünyada hem de ahirette gerçek huzur ve mutluluğu tadacaktır: Allah, kendisine karşı sorumluluk bilinci duyanları koruyacak ve (iç dünyalarında) ulaştıkları üstün mertebelerden dolayı (onlara mutluluk bağışlayacaktır); ne bir kötülük dokunacak onlara, ne de üzüntüye kapılacaklar. (Zümer 61) Allah’a Kul Olmak, Gerçek Anlamda Özgür Olmaktır
Allah’a kulluk etmek yani buyruklarına uygun yaşamak, insanın kendisini kontrol etmesi, dolayısıyla kendisine hâkim olması demektir. Kendisine hâkim olan insan, başkaları tarafından kontrol edilemez. O istemedikçe başkaları onu istemediği şeylere sürükleyemez.
Biz çoğu zaman özgürlüğün, canımızın her istediği şeyi istediğimiz zaman yapmak olduğunu sanırız. Oysa insanı gerçek anlamda özgürleştirecek şey hem bedenini hem de ruhunu kontrol altında tutmasıdır. Doğru zamanda doğru şeyi yapması, en doğru kararları almasıdır. Örneğin bazen canımızın her istediği şeyi almayı hatta aşırı denilebilecek şekilde tüketim yapmayı özgürlük sanırız. Oysa asıl özgürlük, gerekli olmayan bir şeyi almamak yönünde irademizi ortaya koyabilmemizdir.
Kul olmak, bizi var eden sonsuz kudret sahibine karşı sevgi ve saygımızı en güzel şekilde sunmaktır. Bu sevgi ve saygı bilinci ile hayatı, o hayatı bize veren kudret sahibinin kuralları doğrultusunda yaşayarak arzu ve isteklerimizi kontrol altına almaktır. Kulluk, Allah’ın ihtiyaç duyduğu bir şey değildir. Aksine insan, gerçek anlamda özgürleşmek ve hem duygularını hem de iradesini kontrol altına alarak insan onuruna yaraşır bir hayat sürmek için Allah’a en güzel şekilde kulluk etme ihtiyacı içindedir.
Her şeyin bir kuralı, her başarılı işin disiplinli bir çalışma arka planı olduğu gibi insanca yaşamanın da bir kuralı vardır. Bu kural ise Allah’ın buyrukları doğrultusunda O’nun yüceliğine yaraşır kul olmaktan geçer. Allah bu kurallarını, bizi yaratırken nefsimize kodlamış, indirdiği ayetleri ile de nefsimizde olanı bize hatırlatmıştır. Kulluk insanın fevri olarak hareket etmesinin önüne geçer. Bir eylemde bulunmadan, herhangi bir söz söylemeden ya da öfkesine yenilmeden önce insan, Allah’ı ve ayetlerini hatırlar.
İnsanı güçlü kılan şey, duygularına hâkim olmasıdır. Duygularına hâkim olamayan insan duygularının tutsağı olur. Duygularının tutsağı olan insan, hiçbir zaman gerçek anlamda özgür olamaz. Duygularına hâkim olamayan insan, maddi istek ve tutkularına da hâkim olamaz.
Hakkı verilerek yerine getirilen kulluk, insanı disiplinli kılar. Disiplinli olan insan uykusuna, iştahına, öfkesine, nefretine, diline ve nefsine yenilmez. Kul olmak, insan olmaktır. İnsanca, insan onuruna yakışır şekilde davranmaktır. Kul olmak, olgunlaşmak, maddi ve manevi anlamda tatmin bularak doygunluğa ulaşmaktır.
Maddi beklenti ve kaygılar ile yaşayan birinin gerçek anlamda tatmin olması ve yaşadığı hayatı anlamlı kılması mümkün değildir. Allah tüm yarattıklarının rızıklarını da en güzel şekilde yaratan, lütuf ve ikramı bol olan, rahmet ve merhamet sahibiyken, insanlar Allah’tan başkasına kulluk ederek ya da insanları kul köle ederek değersiz ve anlamsız bir hayat yaşarlar. Mutsuzluk ve tatminsizliklerin en büyük sebebi dünya hayatının geçici nimetlerine olan tutku ve beklentilerdir. Maddi beklentiler ister istemez birçok yoksunluğu beraberinde getirir. Gerçek kulluk, manevi anlamda tüm zenginliklere sahip olmaktır. Geçici olana değil kalıcı olana yatırım yapmaktır. Bu ise kişiyi tam anlamıyla mutlu edecek olandır.
Ancak Allah’a gerektiği gibi teslim olarak gerçek anlamda özgürleşeceğimizi ve ancak gerektiği gibi kul olduğumuzda kendimizi gerçekleştirebileceğimizi bilmemiz gerekir. Allah’a kul olmak ve olmamak arasında kalmayalım. İçten gelen bir istek ve teslimiyet ile Allah’a güvenip dayanalım. Allah’a karşı gösterdiğimiz direnç artıkça, nefsimize karşı direncimiz azalır. İşte tam da bu noktada Allah’ı ilah bilmekle nefsi ilah edinmek arasında bocalanır.
Doğru ve yanlış arasında ayrım yapmak için tek başına nefsin arzu ve istekleri ölçü olarak alındığında, yanılmak ve hataya düşmek kaçınılmaz olacaktır. Kendini nefsi ile baş başa bırakan insan, özünden uzaklaşarak yalnız kalacak ve kendini, Allah’ın yardım ve desteğinden mahrum bırakacaktır.
İnsan nefsi boşluk kabul etmez. Allah’a ait olması gereken yer, arzu ve isteklere terk edilmez. Arzu ve isteklerin tutsağı olan nefis, kendini kınayamaz, gerçekleri göremez. Kendini kınayamayan nefis, kendini günahlara terk eder. Kendi elimizle kendimizi günahlara terk etmeyelim. Allah’a kulluk etmeye karşı direnç göstermeyelim. Nefsimizi, Allah’a olan teslimiyet ve sevgi zırhımız ile sarıp kuşatalım. Kuşatalım ki, Allah’a karşı değil, nefsimize karşı dirençli olalım. İslam’ın yaşanılması zor bir din olduğu gibi temelsiz iddia ve bahanelerin ardına sığınmayalım. Hayırlı ve güzel işlerde öncü olup yarışalım. İyilikler yaptıkça ve aktif şekilde sorumluluk bilincine sahip bir kul olmak için çalıştıkça nefsimiz ve irademiz de güçlenerek çelik gibi olacaktır. Böylece hedefi erdemli ve ilkeli insan inşa etmek olan İslam, en güzel şekilde amacına ulaşacaktır.