Peygamberimiz Hz. Muhammed, bir insanda ve inananda olması gereken tüm güzel özellikleri taşıyan ve tüm bu güzel özellikleri nedeniyle Allah tarafından insanlığa örnek kılınmış olan bir nebi ve resuldü. Yaşamı boyunca birçok sıkıntı ve zorluklarla karşılaşmış, öksüz ve yetim olarak büyümüş, peygamberliği öncesinde de güvenilir ve özü sözü doğru bir insan olarak insanların güvenini ve saygısını kazanmış ancak kendi halinde bir insan olarak yaşamıştı. Kimsenin sırtına yük olmamış, ticaretle uğraşmış ve kendi parasını kendi kazanmıştı. Allah tarafından seçilerek insanlığa rahmet olarak kılınması ile artık eskisinden de daha iyi ve örnek bir insandı. Çünkü ruhu ve yolu, Rabbinin vahyi ile aydınlanmış ve artık yalnız kendine ve etrafına değil tüm insanlığa ışık saçan bir kandil gibi hem içinde bulunduğu toplumu hem de ilahi mesajın ulaştığı herkesi yeniden inşa edip dönüştürmek için aktif rol almıştı.
Peygamberimiz Hz. Muhammed, ailevi ve kişisel hayatında pek çok sıkıntı ve zorluklar yaşamasına rağmen, tüm bu zorluklara en güzel şekilde sabretmiştir. Bir insanın bu dünya hayatında yaşayabileceği en büyük acılardan biri kendisi hayattayken evladının vefat etmesidir. Peygamberimizin üçü erkek, dördü kız olmak üzere yedi kez baba olduğu bilinmektedir. Ancak erkek çocukları daha bebek yaşlarda, Hz. Fatıma hariç diğer tüm kızları ise peygamberimiz henüz hayattayken vefat etmişlerdir. Yani peygamberimiz altı kez evlat acısı yaşamış ve böyle büyük bir imtihan ile sınanmıştır.
Peygamberimiz insanlara hükmedici bir kral gibi değil tevazu sahibi bir inanan olarak davranmıştır. Çünkü tevazu sahibi olmak, gerçek anlamda inanmış ve inancını içselleştirmiş kişilerin özelliğidir. Peygamberimizin insanlara karşı ne kadar nezaket ve hoşgörü sahibi olduğunu Kur’an ayetlerinden açıkça görmek mümkündür. Kendisine rahatsızlık verecek şeylerle ilgili bile birçok konuda insanları incitip kırmaktan hatta bunu onlara söylemekten dahi çekinmiştir. Örneğin ayetler, bazı kişilerin peygamberimizin Allah’ın elçisi olduğunu kabul ederek Müslüman olmalarını dahi peygamberimizin başına kaktıklarına ve sanki Müslüman olmalarıyla lütufta bulunmuşlar gibi davrandıklarına dikkat çekmiştir.
Yine ayetlerden anlaşılan o ki kimi inananlar düşüncesiz ve nezaketsiz bir şekilde izin almadan peygamberimizin evine girmeyi âdet haline getirmiş, yemeğe davet edildiğinde erkenden gelip yemek yapılana kadar beklemiş, yemeği yedikten sonra lafı uzatarak fazlasıyla peygamberimizi ve ailesini meşgul etmiş ama yine de peygamberimiz insanlara olan sevgi ve muhabbeti sebebiyle kendisine zorluk ve üzüntü veren bu durumu açık etmemiş, bu durum, Allah’ın ayeti ile insanlara bildirilmiştir.
Yine belli ki bazı inananlar gerek kendi aralarındaki anlaşmazlıklar gerekse Allah rızası için yapılması gereken işlerdeki tartışmalar sebebiyle peygamberimizin yanına geldiklerinde onun yanında bağıra çağıra ve nezaketsiz bir biçimde tartışıp kavga etmiş ama yine de peygamberimiz onları azarlamamış, bulunduğu yerden kovmamıştır. Allah ayetleri ile inananları uyarmıştır. Hatta kimi zaman peygamberimizin evinin önünde dikilerek ve yüksek sesle bağırarak onu evin dışına çağırmışlar ve bu konuda da yine Allah tarafından uyarılmışlardır.
Peygamberimiz, Allah’tan almış olduğu elçilik vazifesinin sorumluluğu ile inananlara karşı nefsi ile hareket etmemiş, onlara şefkat ve anlayışla yaklaşmıştır. Ayetler peygamberimizi bu konuda güzel olana çağırmış ve onu motive etmiştir. Peygamberimiz üstün bir hayat tarzına, örnek bir ahlak ve erdeme sahipti. Yine ayetlerde peygamberimizin inananlara kendi nefislerinden daha yakın, daha can olduğuna dikkat çekilmiştir.
Kur’an’da peygamberimizin asli görevinin Allah’ın ayetlerini en güzel şekilde tebliğ ederek insanlara örnek olmak olduğu, peygamberimiz Allah’ın ayetlerini tebliğ ederek gerçeği gösterdiği, gerçeğe uymanın ya da gerçekten yüz çevirmenin kişilerin tercihine kaldığı ve kişilerin özgür iradeleri ile almış oldukları kararlardan peygamberimizin sorumlu olmadığı bildirilmiştir. Buna rağmen peygamberimiz gerçek anlamda Allah’a teslim olmanın ve imanın kıymetini en iyi bilen olduğu için inananların da sorumluluk bilincine sahip bir şekilde iman etmelerini dilemiş ve kendilerinden daha güçlü bir şekilde onların ahiretleri ile ilgili endişelenmiştir.
Peygamberimizin inananlar için güzel bir örnek olduğuna önceki bölümlerde de dikkat çekilmişti. Bu bölümde, bu örnekliğin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde durulacaktır. Peygamberimizin, Allah yolunda mücadelesi, kararlılığı, güvenilirliği, dosdoğru oluşu, üstün bir ahlak ile yaşaması, merhameti ve kendisine indirilen vahyi emrolunduğu gibi en güzel şekilde tebliğ etmesi, dünyevi çıkar gözetmemesi ve insanlardan bir ücret beklentisi içinde olmaması gibi birçok örnek davranışı vardır. Aynı şekilde esasen Kur’an’da anlatılan peygamberlerin hayatlarında ve kıssalarında da bizler için güzel örnekler ve ibretler bulunmaktadır. Örneğin ayetlerde Hz. İbrahim ve onunla birlikte hareket eden inananlar için de aynı güzel örnek ifadesi kullanılmıştır.751 Bu durum gayet doğaldır. Tüm peygamberler inananlar için örnektirler. Ancak onların örneklikleri din dışı kişisel tercihlerinde ya da içinde bulundukları toplumların kültürel yapısında değil, Allah’tan almış oldukları buyrukları en güzel şekilde uygulayıp tebliğ etmek için gerektiğinde her türlü zorluğu göze almaları ve örnek birer insan olmalarındadır.
Ancak bu türden örneklikler genelde çoğu kimse tarafından gerektiği gibi dikkate alınmaz. Daha çok giyim şekli ve kültürel uygulamaları gibi dinle ilgisiz şekilsel şeyler üzerinden bir peygamber taklitçiliği yapılır. Peygamberimiz o dönemde insanlar nasıl giyiniyorlarsa haliyle öyle giyinmiştir. Uzun elbiseler giymiş, cübbe ya da sarık takmış, sakal bırakmış olabilir. Aynı rivayet kaynaklarına göre peygamberimizin karşısındaki müşrikler de sakallı, sarıklı ve cübbeliydiler. Buradan hareketle bu kıyafetlere ya da sakal bırakmaya dini bir anlam yüklenemez. Bununla birlikte anlaşılan o ki peygamberimizin kişisel giyim tercihi peygamberliğinden önce de sonra da aynı olmuştur. Çünkü kendisine gelen Kur’an vahyinde bu konuda değişiklik yapmasını gerekli kılacak bir uyarı yoktur. Peygamberimizin Kur’an vahyine aykırı olmayan eski kültürel uygulamalarını devam ettirmiş olması muhtemeldir. Bu gayet doğal bir durumdur. Peygamberimiz Arap toplumu içinden değil de başka bir millet içinden çıkmış olsaydı haliyle o milletin kültürüne göre giyinip, o kültüre göre yiyip içecekti. Dolayısıyla içinde bulunduğu kültürün kabul ve uygulamalarından din devşirmek ya da sevap ummak mümkün değildir. Peygamberimizin yediği gibi yemek, yürüdüğü gibi yürümek, uyuduğu gibi uyumak ya da yemeği sevdiği şeyleri yiyerek bundan sevap ummak anlamsızdır. Peygamberimizin gündelik dünyevi alışkanlıklarını taklit etmeye çalışmak onu örnek almak değildir.
Bugün bir kişi isterse sarıklı, cübbeli, sakallı ve hatta elinde asası ile gezebilir. Bu onun kişisel tercihidir. Kimseyi ilgilendirmez. İnsanların kıyafetleri ya da tercihleri değil insanlığı, imanı, takvası, erdemi ve zihniyeti önemlidir. Ancak bu şekilde giyinen biri böyle giyinmekle sevap alacağını ya da Müslümanın kıyafetinin bu olduğunu sanmamalı, kot pantolon ve tişört ile gezen birine de İslam’a aykırı bir kıyafetle geziyor diye bakmamalıdır. Farklı giyim tarzı, kendine has saç kesimi ile kimi gençler gelip camiye namazlarını kılıyorlar. Kimse kıyafetine bakılarak dindar ya da dinsiz sayılamaz. Ya da geleneksel kıyafetler içinde olan biri takva sahibi, mevcut yaygın kıyafet tarzları arasından kendine göre bir tarz benimseyen biri ise dinden uzak görülemez. Bu son derece hatalı bir yaklaşım olur. Kur’an’da elbiselerin kullanım amacı ifade edilir ve esas olanın giyinip kuşanılacak dış giysilerden çok, kişinin sahip olacağı takva olduğu vurgusu yapılır.
Emre Dorman