İslâm dinine göre hayat kutsaldır ve her aşaması anlam yüklüdür. Çünkü bir sonraki ebedî hayatın geçiş güzergâhıdır. Bu sebeple bir tek mâsum insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmeye ve bir hayatı kurtarmak da bütün insanlığı yaşatmaya denk tutulmuştur.
Dinimize göre yaşama hakkı, insana ana rahmine düştüğünde verilmiş temel bir hak olup, hiçbir insanın, Allah’ın verdiği canı almaya hakkı yoktur. Onun içindir ki İslâm dinine göre intihar kesin bir şekilde yasaklanmış ve hangi şartta olursa olsun hiçbir şekilde izin verilmemiştir. Hayatı da ölümü de veren Allah’tır. İnsanın dünyaya gelişi kendi elinde olmadığı gibi, ölümü de kendi elinde olmamalıdır. Dünya yaşamında “hayat” bize verilmiş kutsal bir emanet olup, onu muhafaza etmek ve kulluk görevimizi yerine getirerek anlamlandırmak da temel gayemizdir.
Bu sebeple, bilerek canına kıyan insan, küfre girmese de büyük günahlardan birini işlemiş olur. Çünkü bilerek canına kıymak en basit anlamıyla Allah’ın bize verdiği emanete ihanet etmek anlamına gelir. Ancak bazı durumlarda hastalık ve sıkıntıların körüklediği depresyonun insanda irade kaybına yol açabileceğini ve intiharın bunun sonucu meydana gelebileceğini akıldan uzak tutmamak gerekir.
İntihar, ümitsizliğin, çaresizliğin, acının ve ıstırabın dramatik bir sonucudur. Kendisinin imtihan için dünyaya gönderildiğine inanan ve inancının gereği olarak Allah’a güvenip dayanan insan ise, asla ümitsizliğe, karamsarlığa düşmez. Sıkıntılara göğüs germek, acıya ve kedere karşı sabır göstermek, şartlar ne olursa olsun Allah’a olan inanç ve güvenini yitirmemek, müslümanın temel karakteridir. Kur’ânı Kerim’de hayatta karşılaşılan sıkıntı ve problemlerin birer sınav aracı olduğu ve bunlara karşı sabır göstermenin iyi müslümanların vasfı olduğu bildirilmektedir.
Dinî inançlarımızın insanı değiştirip dönüştüren güçlü bir etkisi vardır. Bireyin insana, topluma ve evrene bakış açısını değiştirerek, yaşadığı dünyayı daha anlamlı ve daha yaşanabilir hale getirir. Yapılan araştırmalar, dinî bağlılıkları güçlü insanların, dindar olmayan ya da zayıf derecede dinî inanç taşıyan insanlara göre daha düşük intihar riskine sahip olduklarını göstermektedir.
Dünya sıkıntıları içinde boğuşan ya da tedavisi bugünün imkânlarıyla mümkün olmayan hastalıklara yakalanmış insanların içine düştükleri çaresizlik, tükenmişlik ve anlamsızlık, çevremizdeki pek çok insan tarafından zaman zaman dile getirilmektedir. İşte inancımız, insan derununu kaplayan, şeytanın da körüklediği olumsuz ve karanlık düşüncelerden insanı kurtararak hayata olumlu/pozitif bakmayı, dünya hayatında yaşanan sıkıntıların varsa küçük büyük günahlarımızın kefâreti olduğu ve öteki dünyada daha iyi ve daha güzel bir hayatın bizi beklediği şeklindeki vurgusuyla yaşadığımız hayatı bütün zorluklarına rağmen anlamlandırır, anlamsızlık girdabından kurtarır. Dolayısıyla inançlı insan, başına gelecek her türlü belâ ve musibet içinde bile bir hikmet bulmayı başarır ve onu dünya hayatında sarsacak, yıkacak ve karamsarlığa itecek hiçbir olumsuzluk olamaz. Çünkü mümin, her nerede olursa olsun hazır bulunan ve ona yardım eden bir yaratıcıya inanmaktadır.
Görüldüğü gibi İslâmiyet, yalnızca insanın bilerek canına kıymasını yasaklamakla kalmamış, ibadetlerle ve aşıladığı ümitle insanın iradesini de eğiterek karakterini güçlendirmiş ve insana hayatın güçlüklerine karşı koyabilecek bir mücadele azmini aşılamıştır. Dinî inancın gerekleri arasında yer alan ibadetlerin insan psikoloji üzerindeki sakinleştirici ve huzura erdirici etkisi yanında, bizâtihi bu ibadetlerin bir kısmının cemaatle yapılmasının emredilmesi de, bireylerin sosyalleşmesine, yalnızlık duygusundan kurtulmasına, kendi iç dünyası ve toplumla bütünleşmesine katkı sağlamaktadır. Cuma ve bayram namazları, durumu elverişli olanların gerçekleştirmesi gereken umre ve hac ibadetleri ise bu bütünleşmenin ve sosyalleşmenin boyutlarını genişletmekte ve onu âdeta evrensel bir boyuta taşımaktadır.
Dinî inanç ve ibadetlerin bireye sağladığı bu sosyal destek, onu yalnızlık ve terkedilmişlik duygusundan korur ve depresyonun önlenmesinde önemli bir katkı sağlar. Çünkü dünya yaşamında başarısız olsa, bu O’nun Allah nezdindeki rütbesine engel olmamaktadır. Bu ise bireyin her zaman kendi özgüvenini koruması, hayatta daha mutlu olması anlamına gelmektedir.
İnsanlara yaşama sevinci veren ve karşılaştıkları sıkıntıların üstesinden gelme de etkili faktörlerden biri de kader inancıdır. İnsanın elinden geleni yaptıktan sonra, gücünün yetmediği alanın farkına varması ve çaresizlik durumunda yüce bir yaratıcıya sığınmasından daha huzur verici bir şey yoktur. Gücünün yetmediği ya da karşılaştığı haksızlığın üstesinden gelemediği durumlarda, bu haksızlığı arzedebileceği mutlak bir gücün ve bütün hesapların âdilâne görüleceği bir ebedî hayatın var olması, insanı bunalıma sokan elem ve sıkıntıları önemli ölçüde hafifletmektedir.
İnanan insanların karşısına, karşılaştığı her türlü zorluğa karşı mücadele eden peygamberler ve içine düştüğü musibet ve belâya karşı sabır ve tahammül gösteren Hz. Eyyûb gibi örnek modeller konularak, gerektiğinde sabır ve tahammülün de önemli meziyetler oluduğu gösterilmekte, iradeleri güçlendirilmekte ve hayatın her şeye rağmen yaşanmaya değer oluşu teyit edilmektedir.14 Çünkü intihara götüren şey, karşılaşılan sıkıntıların yol açtığı depresyonun süreklilik kazanması ve üstesinden gelinememesidir. Burada önemli olan şey hayatta bir sıkıntıyla karşılaşmak değil aksine önemli olanın karşılaştığımız durumu nasıl gördüğümüz ve onunla başa çıkıp çıkamadığımızdır. İşte dinî inancımız olaylara bakış açımızı değiştirerek sıkıntılarımızla veya depresyonla başa çıkmamızı kolaylaştırmaktadır.
Dinî inancın sürekliliği için onun sâlih amellere bütünleştirilmesi şarttır. Bireylerde bu iki unsur sağlam ve güçlüyse, bireylerin kişisel ve sosyal mutluluğu da o kadar güçlüdür. Ferdî ve içtimaî alanda huzurlu ve mutlu bireylerin dünyalarında intihar düşüncesine yer yoktur. Çünkü ibadetler dinî bir vazife oluşları yanında, insanları dinginliğe ve huzura eriştiren birer terapi işlevi görür. Dünyanın her çeşit sıkıntı ve meşakkatine bir an olsun sırt çevirmek, mutlak bir yaratıcıya sığınmak ve O’nunla baş başa kalmak insana huzur verir, hayatın sıkıntılarını unutturur.
Güçlü bir inanca sahip olan ve ibadetlerini yerine getiren bireyler, hayatta karşılaştıkları zorluklara karşı çok daha sabırlı ve tahammüllü olurlar. Kılınan beş vakit namaz, tutulan oruç ve zekât, sadaka gibi sosyal yardımlaşma vasıtalarıyla bireyler, hem maddî anlamda sıkıntı yaşayan insanların meşakkatlerini gidermelerine destek sağlamakta, hem de kendi iradelerini eğitip, geliştirip içinde yaşadıkları sosyal evrenle bütünleştirmektedirler.
Hızla değişen ve haksızlıklarla dolu bir dünyada, âdil ve değişmeyen mutlak bir varlığa inanmak, paha biçilmez bir değere sahiptir ve bu sebeple de din, insanların hayatında önemli bir istikrar unsurudur. Çünkü sürekli değişen dünyada değişmeyen bir unsurun var oluşu, hayata önemli bir temel sağlar.
Ayrıca iman, en basit anlamıyla sevgidir. Önce Allah’a olan güçlü bir sevgi ve sonra da O’nun hatırına bütün mahlûkatını, diğer insanları ve içinde yaşadığı evreni sevme sanatıdır. Bütün insanlara ve kâinata sevgiyle bakan insan, hayatı da sever. Kendi hayatında bütün evreni topyekün hayatının bir parçası olarak görür. Kendi görevlerini yerine getirmek için çaba sarfeder; daha iyi ve daha güzel bir hayatı kazanmak için hayata dört ellesarılır, hayatını anlamlandırır. Dolayısıyla bir müminin hayatında anlamsızlığa asla yer olmamalıdır. Aksine hayatını daha iyi değerlendirmenin devamlı bir mücadelesi ve azmini taşır.
Mümin, hayatta karşılaştığı her türlü meşakkati bir imtihan vesilesi olarak görür ve sabırla onların üstesinden gelmek için mücadele eder. Allah’ı kendine yakın ve dost olarak gördüğü için O’nun yarattığı bütün kâinatı da kendine dost olarak görür. Evren içinde kendini yapayalnız hissetmek yerine bütün kâinatla kozmik bir dayanışma içine girer.
Dinimiz, bütün inananları tek bir vücut olarak görür. Her bir birey de o bütünün bir parçasıdır. İnsanın yalnızlık duygusundan ve bunalımdan kurtulmasındansosyal bütünleşme son derece önemlidir. Sevginin, mutluluğun, sevincin ve üzüntünün paylaşıldığı ve üstesinden gelmek için topyekün mücadele edildiği toplumlarda intihar riski daha düşüktür. İnsanın sevincini ya da sıkıntısını paylaşabileceği bir sosyal çevresinin olması, onu yalnızlıktan kurtarır.
İslâm dini zekât, fitre ve sadaka gibi toplum bireylerinin maddî dayanışmalarını sağlayacak ve onları sıkıntıdan kurtaracak kurumlar ihdas ettiği gibi, aynı zamanda dost, akraba ve hasta ziyaretleri ve eğer bunlar da olmuyorsa, en azından selâmlaşma ve güler yüzlü bir tebessümle insanların birbirleriyle iletişim kurmalarını ve bütünleşmelerini ister. Yüce kitabımız bütün inananları kardeş ilân etmiş,17 hayırda, iyilikte ve güzellikte yardımlaşmalarını istemiş18 ve birbirlerine sabrı tavsiye etmelerini emretmiştir.