Cin nedir? Cin çarpması nedir? Cinler musallat olur mu? Cinler insanlarla iletişim kurar mı? İslam’da ve kurana cinler!

Sözlükte cin, “örtmek, örtünmek, gizli kalmak” mânalarına gelen cenn kökünden türemiş bir isim olup “örtülü ve gizli şey” demektir. Duyular ötesindeki varlıklar için kullanılan cin kavramının melek ve şeytanı da içine alan genel anlamının yanı sıra iyi ve kötü gizli varlıkları ifade eden özel bir içeriğinin de bulunduğu kabul edilir. Cin, terim olarak, “duyularla idrak edilemeyen, farklı şekillere girebilen, insanlar gibi şuurlu ve iradeli olup Allah nezdinde mükellef tutulan varlık türü” demektir. Cinlerin atalarına cânn denilir. Cinler, insan türünün varlığından önce yakıcı ve her şeye nüfuz edici ateşten (nâr-ı semûm, mâric) yaratılmıştır. Cinlerle ilgili âyetlerin incelenmesinden onların, cinlerin, mutlak itaatkâr olan meleklerle daima isyankâr olan şeytanlardan ayrı, tıpkı insanlar gibi bir statüye sahip oldukları anlaşılır. Şu âyet-i kerîme, bu tür ilahî beyanlardan birini teşkil eder:

“Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugünle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? Derler ki, ‘Kendi aleyhimize şahitlik ederiz.’ Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.”

Kur’ân-ı Kerim, önceki milletlerde yaygın bulunan cin inancını tashih etmiş ve onlarla ilgili inançların sınırlarını çizmiştir. Eski inançlarda cin, melek ve şeytanı da içine alan ve bazı tanrısal özelliklere sahip oldukları kabul edilen varlıklara inanılmakta, kötülüklerinden emin olmak için adlarına kurban kesilip tapınılmaktaydı. Kur’an, cinlere yönelik bu nitelemeyi reddederek onların da insanlar gibi şuur ve irade sahibi, Allah’a karşı sorumlu varlıklar olduklarını, insanlar gibi Allah’a kulluk etmek için yaratıldıklarını, kendilerine elçiler gönderildiğini, içlerinde inanan ve inanmayanların bulunduğunu haber vermektedir.

Cinlerin varlık ve mahiyetine gelince, âyet ve hadislerdeki tasvirlerden onların kendilerine özgü bir bünyeye sahip oldukları, çeşitli şekil ve bedenlere büründükleri, kısa sürede uzun mesafeleri katettikleri, insanlar tarafından görülmedikleri halde insanları gördükleri, onların bilemedikleri bazı şeyleri bildikleri gibi üstün yeteneklere sahip oldukları da anlaşılmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de cinlerin atası sayılan “cânn”ın karışık ve çok zehirleyici ateşten yaratıldığı beyan edilmektedir. Hz. Âişe’den rivayet edilen bir hadis şöyledir:

“Melekler nurdan, cinler (ve şeytanlar) ateşten, Âdem ise size bildirilen şeyden (toprak ve çamur) yaratılmıştır.

Kur’an’da cinlerin ontik yapısına kısa ifadelerle temas edilmesine rağmen bazı İslâm bilginleri onların mahiyeti konusunda farklı ve detaylı görüşler ileri sürmüşlerdir. İslâm filozofları cinleri “cismânî olmayan cevherler”, kelâmcılar ise “yoğunluğu bulunmayan cisimler” olarak kabul etmiştir.

Cinlerin mahiyeti hakkındaki farklı düşünceler, onların görülüp görülemeyeceği tartışmasını gündeme getirmiştir. Ehl-i sünnet’e göre görülebilmenin aslî şartı “var oluş”tur. Bu sıfatı taşıyan bütün varlıklar gibi cinler de görülebilir. Kur’ân-ı Kerim’deki kıssadan Hz. Süleyman’ın cinleri gördüğü anlaşılmaktadır. Buna göre Hz. Süleyman etrafındakilere şöyle seslenmiştir:

“Ey ulular! Kendileri teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir? Cinlerden bir ifrit, ‘Sen makamından kalkmadan ben onu getiririm, gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsin.’ dedi.”

Hz. Peygamber’in cinleri görüp görmediği konusunda farklı rivayetler bulunmaktadır. İbn Abbâs’tan gelen rivayete göre Hz. Peygamber, Cin sûresinde sözü edilen “Kur’an dinlemeleri” esnasında cinleri görmemiş aksine, onların Kur’an’ı dinlediklerinden sonra haberdar olmuştur. İbn Mes‘ûd’a göre ise Resûlullah cinlerin davetine icabet etmiş, onların yanında Kur’an okumuştur. Müfessir Kurtubî rivayetlerdeki farklılığın, ayrı olaylarla ilgili olmaktan kaynaklandığına dikkat çekmekte; Resûlullah’ın, İbn Abbâs’ın kastettiği olayda cinleri görmediğini, İbn Mes‘ûd’un sözünü ettiği olayda ise gördüğünü söyleyerek fikir ayrılığını ortadan kaldırmaya çalışmıştır.

Kelâm âlimlerine göre cinlerin varlığı sadece vahiy yoluyla bilinebilir, akıl ise bunu imkân dahilinde görür. Cinlerin insanlar tarafından görülmeleri tartışmalıdır. Mu’tezile âlimleri İbn Abbâs’ın görüşünü benimseyerek cinlerin görülemeyeceğini savunmakta, delil olarak, “Şeytan ve soyu sizi, onları göremeyeceğiniz yerlerden görür.” âyetini göstermektedirler. Kaynaklarda İmam Şâfiî’nin de cinleri gördüğünü iddia eden kişinin şahitliğinin kabul edilmeyeceğini ve ona tâzir cezası verilmesi gerektiğini söylediği bilgisi yer almaktadır.

Cinlerin görüldüğüne ilişkin örneklere bakıldığında, onları gören kişilerin peygamber veya onun kılavuzluk ettiği kişiler olduğu görülür. Buradan hareketle cinleri gerçek şekilleri ile sadece peygamberlerin görebildiğini, şekil değiştirmiş varlıklarının ise başkalarının da görebileceğini fakat gördüklerinin cin olduğunu söylemek için yine peygamberin haberine ihtiyaç bulunduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan Kur’an’da cinlerle insanlar arasındaki ilişki, Hz. Süleyman kıssası dışında hep olumsuz olarak aksettirilmiştir. Onların, yeryüzünde kendilerine yakın gördükleri kişileri (kâhinleri) aldatmak ve yönlendirmek için mele-i a‘lâyı (semavî topluluk) dinleyip bazı sözler kaptıkları haber verilmektedir. Ancak daha sonra haber çalmalarını engellemek için üzerlerine bir alev topu (şihâb) gönderildiği bildirilmekte, Resûlullah da onların gökten aşırdıkları sözlere kendilerinden eklemeler yaparak kâhinlere ulaştırdıklarını belirtmektedir. Hz. Âişe’den gelen bir başka rivayette ise Resûl-i Ekrem’e, “kâhinlerin gayptan haber verdikleri” iddiası sorulunca o, böylelerinin hiçbir değerinin olmadığını” söylediği, soruyu soranın, “Ama söyledikleri bazan doğru çıkıyor.” demesi üzerine, “Bu, kulak hırsızlığı olup, cinlerin yüzlerce yalanla beraber kâhin dostlarına fısıldadığı sözlerden ibarettir.” dediği kaydedilmektedir.

İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre cinlerin gökten haber aşırması, son peygamberin gönderilmesiyle son bulmuştur.

Cin Çarpması. Cinlerin insanlarla ilişkisini ortaya koymak üzere dile getirilen diğer bir husus da halk arasında “cin çarpması” veya “uğrama” diye ifade edilen ve cinlerin insan bedenine girerek onu ruhen veya bedenen hasta ettikleri telakkisidir. Kur’ân-ı Kerim’de bu konuyla ilgili olarak bir yerde “şeytan çarpması”, on bir yerde “cinlere uğrama” ve birçok yerde “vesvese ve telkinle insanı etkileme” ifadeleri geçmektedir.

Birinci örnekte faiz yiyenlerin kabirlerinden tıpkı şeytan çarpmış kimseler gibi kalkacakları haber verilmektedir. Bu âyette çarpma fiili şeytana nispet edilmekle birlikte, bunun gerçek mânasında mı, yoksa mecazi mi olduğu tartışmalıdır. İmam Mâtürîdî, Zemahşerî, İbn Atıyye, Beyzâvî, Ebüssuûd ve Reşîd Rızâ’nın da içlerinde bulunduğu birçok müfessire göre burada hakiki değil, mecazi anlam kastedilmektedir. Ünlü kelâm âlimi Teftâzânî ise, “cinlerin hava tabiatlı latif cisimler olduklarını, bu sebeple çeşitli şekillere girebildiklerini ve olağanüstü işler yapabildiklerini; şeytanların ise ateş tabiatlı varlıklar olduklarını, insanları yoldan çıkarmak ile meşgul olduklarını belirtir ve latif yapıları sayesinde dar menfezlerden sızarak insanın içine kadar nüfuz edebildiklerini ve vücutlarında etkili olduklarını” kaydeder. Hadis kitaplarında şeytan çarpmasına dair bazı rivayetler yer almakta, fakat bunlar hem sened hem de metin açısından bazı problemler taşımaktadır.

Cin çarpmasına örnek gösterilen “mecnun” ifadesinde de açıklık bulunmamaktadır. Şöyle ki: Kur’an’daki bu nevi ifadelerin büyük çoğunluğu, Hz. Peygamber’in düşmanlarının ona yönelttikleri ithamlar şeklinde yer almaktadır. Bir kısmı ise bu ithamlara cevap mevkiinde zikredilmektedir. Müşriklerin anlayışına göre yüksek makamlardan insanlara ulaşan bilgilerin (ilham) kaynağı cinlerdi.

Hz. Muhammed’e Kur’an inmeye başlayınca, ona bunu cinlerin ilham ettiğini düşünerek Peygamber’e “mecnun” demeye başlamışlardır. Aslında onlar Hz. Muhammed’e “kâhin”, “büyücü, büyülenmiş”, şair” derken de aynı düşünceleri taşıyorlardı. Kur’an, Hz. Muhammed’e indirilenlerin cinlerin ilhamı değil, Allah’ın vahyi olduğunu beyan etmektedir.

Bu söylenenlerden sonra geriye cinlerin insanlarla maddî temasta bulunmak ve bedenlerine zarar vermek gibi fizikî etkileme şeklinde bir ilişki değil, ilham ve haber ilka etme, telkinde bulunma ve vesvese verme şeklinde bir etkileşim kalmaktadır.

Cinlerle insanların evlenmeleri mümkün değildir. Çünkü bunlar ayrı ayrı yapıda ve farklı âlemlere ait varlıklardır. Binaenaleyh insanlarla cinlerin evlendiğine ilişkin halk arasında yaygın olan telakkinin aslı yoktur.

Halk inançlarında daha çok cinlerle insanlar arasındaki ilişkiye yer verilmiş, cinci, büyücü veya kâhin diye nitelendirilen bazı kişilerin çeşitli yöntemlerle cinlere ve şeytanlara tesir edip onları itaat altına alabilecekleri, hastaları tedavi edebilecekleri ve gaipten haber verebilecekleri ileri sürülmüştür.