İslâm’a göre insan, Allah’ın verdiği duyular yoluyla etrafında olup bitenleri algılar ve bunların zihninde hâsıl olan suretlerini aklıyla idrak eder. İnsanı diğer canlılardan farklı kılan özellik, onun çevresindeki şeyleri sadece gören, işiten değil, görüp işittiklerini aynı zamanda anlayan ve değerlendiren bir varlık oluşudur. Duyuların dış dünyada algıladıklarının yanı sıra, doğru sözlü olduğundan emin olunan kişilerin verdikleri haberler de akıl için veri oluşturur. Zihnimiz duyular veya haber yoluyla kendine ulaşan verileri değerlendirir, sonuçlara ulaşır. Bu sonuçlara bilgi diyebilmek için, onların realiteye uygun, açık ve kesin olmaları gerekir. Bu özellikleri taşımayan idrak sonuçları bilgi değil zan, şek, vehim ve cehil diye anılır.
İslâm’da bilgi edinmenin yolları üç olarak kabul edilmektedir. Birincisi duyular, ikincisi doğru haber, üçüncüsü de akıldır. İnsanın bilgisi bu üç yoldan biriyle elde edilir. Bunlara kelâm ilminde esbâb-ı ilm (bilgi edinme yolları) denilmiştir. Şimdi bunları ayrı ayrı ele alalım.
Duyular
Duyular (havâss-ı selîme) görme, işitme, koklama, tat alma ve dokunma olmak üzere beş çeşittir. Göz görmeyi, kulak işitmeyi, burun koklamayı, dil tat almayı ve deri de dokunmayı gerçekleştiren organlardır. Bunların doğru bilgi verebilmeleri için sağlıklı ve kusursuz olmaları gerekir.
Kur’an, insana göz, kulak gibi organların verildiğini, onun bunları yeryüzüne, hayvan ve bitkiler âlemine çevirerek içinde yaşadığı âlemde nasıl bir düzen ve gayeliliğin bulunduğunu kavratmak ister. Kişinin bunlardan sorumlu olduğunu bildirir. Duyuları ile söz konusu düzen ve gayeyi idrak edemeyen kişiyi kör, sağır, dilsiz ve kalbi mühürlü olarak niteler. Duyular yoluyla elde edilen bilgiler zaruri yani kesindir.
Duyu organları hayvanlarda da vardır. Onlar da gözleriyle görür, kulaklarıyla işitir ve burunlarıyla koku alırlar, hatta bazılarında bu organlar insanlardan çok daha hassastır. Ancak akılları olmadığı için algıladıkları şeyleri insanlar gibi değerlendiremezler.
Doğru Haber
Haber, “Geçmişte meydana gelmiş veya gelecekte vuku bulacak bir olayı bildiren söz.” demektir. Haberin kesin bilgi ifade edebilmesi için haberi veren kişinin o konuda zaruri bilgiye dayanması ve haberin yalan üzerinde ittifak etmeleri imkânsız kişiler tarafından rivayet edilmiş olması gerekir. Doğru haber İslâmî literatürde mütevâtir haber ve haber-i resûl olmak üzere iki kısımda ele alınır:
- ba) Mütevâtir Haber. Yalan söylemek üzere ittifak etmelerini aklın imkânsız gördüğü bir topluluğun, yine kendileri gibi kalabalık topluluklardan verdiği habere denir. Meselâ Sümerler, Hititler, Roma İmparatorluğu, Endülüs Emevîleri gibi millet ve devletlerin; Hz. Îsâ, Hz. Muhammed gibi peygamberlerin tarihte yaşadığını mütevâtir haberlerle bilmekteyiz. Bir haberin mütevâtir olabilmesi için oluştuğu andan itibaren, kesintisiz olarak yalan söylemek üzere birleşip anlaşmaları imkânsız olan kalabalık topluluklar tarafından rivayet edilmesi gerekir.
Bu topluluğun sayısı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Burada haberi duyanların, onun doğruluğunda ittifak etmeleri önemlidir. Şüphesiz haberi nakledenlerin sayısı kadar onların nitelikleri de önem arzeder. Mütevâtir haberler kendi içinde lafzî ve mânevî diye ikiye ayrılır. Aynı lafızlarla nakledilen mütevâtir haberlere lafzî mütevâtir, anlam korunmakla birlikte farklı lafızlarla rivayet edilen haberlere mânevî mütevâtir denilir. İslâm bilginleri mütevâtir haberle sabit bilginin zaruri ve kesin olduğunu kabul etmektedir.
- bb) Haber-i Resûl. Peygamber oldukları mûcize ile kanıtlanmış kişilerin verdikleri haberlerdir. Bir haber peygamber kimliği ile bildirilmişse yani peygamberin üstlendiği görevin bir parçası ise doğruluğunda tereddüt yoktur. Peygamberden nakledilen haberlerin ona aidiyeti önemli bir meseledir. Bu husus hadis ilminde “isnad” diye anılır. Hadis bilginleri haberleri isnad açısından üçe ayırmaktadırlar:
Mütevâtir. Yalan üzerinde ittifak etmelerini aklın kabul edemeyeceği bir topluluğun Hz. Peygamber’den duyup naklettikleri, daha sonra da aynı şekilde topluluklar tarafından rivayet edilen haberdir. Namazın vakit ve rekâtlarına ilişkin haberler bu türdendir.
Meşhûr. Başlangıçta tevâtür derecesine ulaşmamışken sonradan tevâtürle nakledilen haberlerdir. Mest üzerine meshetmeye ilişkin haberler bu türdendir.
Âhâd. Hz. Peygamber’den duyanlardan son nesle kadar tevâtür derecesine ulaşmayan kişiler tarafından rivayet edilen haberlerdir. Hadis kitaplarında yer alan rivayetlerin büyük kısmı bu türdendir.
Mütevâtir dışında kalan haberleri Resûlullah’ın söyleyip söylemediği kesin olmadığı için bu tür haberler yakîn (kesin bilgi) ifade etmez. Bu sebeple de akait konularında kesin delil olarak kullanılamaz.
Akıl
Akıl, insanda doğuştan mevcut bir yetenek (garîze) olup, kişi onunla iyiyi kötüden ayırır. Bazı kelâmcılar onu insanda mevcut bilgi birikimi olarak tanımlamaktadır. İnsan bu sayede gördüklerinden ve bildiklerinden hareketle bilmediklerine ulaşır. Bu yönteme akıl yürütme denir. Söz gelimi ayın ışığını güneşten aldığını, bütün insanlar gibi Hz. Îsâ’nın da ölümlü olduğunu akıl yürüterek öğreniriz. Akıl, mantık ilminin ortaya koyduğu esaslar çerçevesinde çıkarımlarda bulunur.
Değişik akıl yürütme çeşitleri vardır. Genel hükümlerden özel hükümlere ulaşmaya “tümdengelim” (ta‘lîl), özel hükümlerden genel hükümlere ulaşmaya “tümevarım” (istikrâ) ve özel bir hükmü bir başka özel hükümle kıyaslayarak sonuç çıkarmaya da “kıyas” denilir. Aklın bu yollarla verdiği hükümler vâcip (zorunlu), mümkün (câiz) veya muhal (imkânsız) olur. Meselâ akla göre Allah’ın varlığı ve birliği, 2×2’nin 4 etmesi zorunlu (vâcip), bunların aksi muhal, Allah Teâlâ’nın bu âlemi ve onda bulunan canlıları yaratması mümkün olan hükümlerdir.
İslâm dini akla çok önem verir, çünkü o, sorumluluğun temel şartıdır. Bugün sahip olduğumuz her türlü tekniğe akıl sayesinde ulaşmış bulunmaktayız. Bununla beraber her şey gibi aklın da bir sınırı vardır ve o, bu sınırın dışına çıktığı takdirde doğruyu bulamaz. İnsan dünya hayatında kullandığı araç ve gereci aklıyla üretir, aklıyla geliştirir; ancak insanlık bunun ötesinde birtakım görev ve sorumlulukları gerektirir. İşte insanların bu yolda ilerlemesini sağlayan en önemli faktör dindir. İslâm’da akıl, dünyevî meselelerde olduğu gibi dinî meselelerde de önemli bir role sahiptir. Kur’an bu hususta sık sık teşviklerde bulunur, akıllarını kullananları takdir ederken (Âl-i İmrân 3/190-194), kullanmayanları uyarır, böylelerini hayvanlarla mukayese eder ve onlardan daha aşağı düzeyde olduklarını bildirir (el-A‘râf 7/179; el-Enfâl 8/22; el-Furkân 25/44).
İslâm dinine göre kesin bilgi edinmek, yukarıda kısaca açıklanan bu üç yoldan biriyle mümkündür. Her ne kadar zaman zaman rüya, ilham ve bâtınî duyular gibi bazı bilgi vasıtalarının bulunduğundan söz edilirse de, bu görüşlere itibar edilemez. Meselâ rüya, kişinin uykuda yaşadıklarıyla dış dünyada olanlar arasında kurulan bağlantı yorumcunun tâbirine bağlı olan bir şeydir ve bağlayıcı değildir.
Peygamberlere gönderilen vahyin çeşitlerinden olan rüyayı bununla karıştırmamak gerekir. Söz gelimi Hz. Yûsuf’un, zindanında bulunduğu ülkenin kralı rüyasında yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yediğini görmüş, Yûsuf bunu, yedi bolluk yılını yedi kıtlık yılının takip edeceğine yormuştu. Hz. Peygamber de kendisine gelen vahiylerin sâdık rüyalar şeklinde başladığını ifade etmiştir.
İlham da rüya tabiri gibi değerlendirilerek kesin bilgi vasıtaları içinde sayılmamıştır. Çünkü bu yolla elde edilen bilgiler kişiden kişiye değişkenlik göstermekte ve zaman zaman benzerleriyle çelişmektedir.