Sözlükte a‘râf, urf kelimesinin çoğulu olup, “yüksek yer, sur, dağ ve tepenin en üst noktası” anlamına gelir, “İyi ve kötü amelleri eşit olan müminlerin bir müddet bekleyecekleri yer.” diye tanımlanır.
“A‘râf üzerinde herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır. Bunlar henüz cennete giremedikleri halde, (girmeyi) umarak cennet ehline; selâm size diye seslenirler.”
A‘râf sûresinde beyan edildiği üzere iman edip iyi amel işleyenlerin içlerinde barınan kin türünden duygular sökülüp atılarak cennete konulacaklardır. Bunlar Allah’a hamdüsenâda bulunduktan sonra, cehennem ehline, “Biz, rabbimizin vaat ettiği şeylerin gerçek olduğunu gördük, siz de rabbinizin size vaat ettiklerini gerçek buldunuz mu?” diye soracakları onlar da “evet” diyecekler ve aralarından bir münâdî, “Allah’ın lâneti zalimlerin üzerine olsun!” diye seslenecektir.
A‘râf ashabının kimlerden oluşacağı konusunda farklı görüşler ortaya konulmuştur. Ebû Huzeyfe’den rivayet edilen bir görüşe göre A‘râf ehli iyilik ve kötülükleri eşit olan tevhit ehlidir. Bunlar cennetle cehennem arasında bir müddet kaldıktan sonra haklarında hüküm verilecektir.
Bazılarına göre fetret ehli ile müşriklerin çocuklarından oluşmaktadır. Bir başka görüşe göre ise a‘râf sakinleri peygamber, şehit, âlim ve velî gibi Allah yanında dereceleri yüksek kişilerden oluşmaktadır. Ancak a‘râf ashabı ile ilgili âyetlerin devamında onların “arzu ettikleri halde cennete giremedikleri” kaydına dayanarak bu görüşün isabetli olmadığını söylemek gerekir.
Her hâlükârda a‘râf, devamlı bir ikamet yeri değildir. Allah Teâlâ bu zümreye mensup bulunan insanları burada bir müddet beklettikten sonra haklarında hüküm verecek ve ebedî ikamet yerlerine gönderecektir.