Hidayet kelimesi, sözlükte “yol göstermek, doğruya iletmek, gerçeğe ulaştırmak” anlamlarına gelir. Terim olarak ise “Allah’ın peygamberler ve kitaplar göndermek suretiyle insanlara doğru yolu göstermesi ve onları bu yola ulaştırması” demektir. Allah’ın insanları hidayeti kabule yatkın bir tabiatta yaratması, hidayet kendilerine geldiğinde (peygamber ve vahiy) onu alabilecek ve anlayabilecek akıl ile donatması Allah’ın hidayet etmesinin bir başka çeşididir. Hidayetin bu şekilleri tüm insanlar için ortaktır. Hidayet, herkesin kapısını çalar. Ancak kimileri ona kapıyı açar, kimileri ise açmaz. “Kim hidayeti kabul ederse ancak kendi faydası için hidayeti seçmiş olur. Kim de saparsa kendi zararına sapmış olur.”
Dalalet ise sözlükte “yoldan sapmak, doğru yoldan ayrılmak, kaybolmak” anlamlarına gelir. Dini bir terim olarak dalalet, hidayet kavramının zıddıdır. Doğru yoldan bilerek veya bilmeyerek az ya da çok sapmak anlamına gelir.
Hidayet çağrısı tüm insanlara yapılmış bir çağrıdır. Bu çağrıya olumlu cevap verenleri Allah hidayete ulaşmaya muvaffak kılar. Onlara istekleri doğrultusunda hidayet nasip eder. Kul istemeden Allah’ın kula hidayet etmesi yani onun için hidayeti yaratması söz konusu değildir.
Allah kullarını inançlı ya da inançsız olarak yaratmaz. İman ya da küfürden yana tercihte bulunan, insanın kendisidir. İman yani hidayet kulun istemesi, iradesi sonucu onun için yaratılır. Aksi takdirde insanın sorumlu olmasının bir anlamı olmaz.
İnsan hangi devirde ve hangi ülkede yaşarsa yaşasın, ırkı, inancı, düşüncesi ne olursa olsun, Allah’ın yarattığı bir kul olduğundan, Allah tarafından, bizim bildiğimiz, bilmediğimiz, bilemediğimiz, bilemeyeceğimiz, çok çeşitli imkânlar ve fırsatlarla denenir. Hakkı, hakikati, hidayeti bulması için sınanır. Peygamberler, kitaplar, kitap bilgisine sahip kişiler ile ona hidayet yolları gösterilir. Ya da insana kendi gücünü aşan zorluklar yaşatılır. Hem kendi aczini hem de diğer insanların aczini fark etmesi sağlanır. Kişi, bu zorluktan ancak Allah’ın onu kurtarabileceğini kalbinin derinliklerinde hisseder. Böylece Allah varlığını, doğrudan kulunun kalbine hissettirir. Bütün bunlar sonucunda kişi inanma niyetine yönelirse Allah tarafından hidayete erdirilmiş olur. Bu niyete yönelmeyerek inançsız hayatına devam ederse hidayete eremez. Yani inançsız kişiler, kendini inanca götürecek, içindeki ve dışındaki her türlü belgeyi/bilgiyi ısrarla kendi reddetmektedir. Ellerine geçen inanma imkânı ve fırsatlarını değerlendirmezler. Onlara doğruyu gösterebilmek adeta imkânsız hâle gelir. Yani kendi yollarını kendileri seçmişlerdir. Seçimi doğrultusunda o kişide inançsızlık yaratılır. Burada Allah’a ait olan fiil dalaleti yaratmaksa da dalaleti kendi iradesiyle seçmek kula aittir. Dolayısıyla Allah’ın o kul için dalaleti dilemesi aslında mecazi bir anlatımdır. Allah’ın, kişiyi seçtiği dalalet yolu üzere bırakması anlamına gelir.
Dolayısıyla Allah’ın dilediğini dalalete dilediğini hidayete iletmesi öncelikle kulun iyi ve kötü olan yolu seçmesinden sonradır. Eğer böyle olmasaydı da Allah dilediği kul hakkında bu hidayete ersin bu da dalalete ersin şeklinde hüküm vermiş olsa idi, o zaman Allah’ın peygamberler ve kitaplar göndermesinin bir anlamı olmazdı. Peygamberlerin insanları hidayete çağırmasının da bir manası kalmazdı. Aslında Allah’ın hidayete erdirmesi, gönüllü olarak iyilik yolunu seçen kuluna doğru yolu sevdirmesi, onun gönlünü İslam’a açmasıdır. Kendi isteği ile kötülük ve inançsızlık yolunu seçen birini Allah’ın dalalete erdirmesi adaletinin bir gereğidir. Elbette böyle biri için Allah zorla hidayeti yaratacak, onun kalbine imanı zorla koyacak değildir.