Yer küresinin üzerinde insan türünün varlığıyla ilgili olarak şimdiye kadar belirlenebilen bütün belge ve kaynaklar, bütün insan toplumlarının, Türkçe’de Tanrı diye ifade edilebilecek bir varlığın mevcudiyetine inandığını haber vermektedir. Aynı kaynaklara göre Tanrı aşkındır (müteâl), yani madde üstüdür ve bizimle ilişki içindedir. Dinler tarihi, din sosyolojisi vb. disiplinlere göre o dönemden bugüne kadar sözü edilen aşkın varlığa inanmayan insanların sayısı pek azdır. Bunların içinde bugün, seviyeli bir kültüre sahip bulunması sebebiyle fikirleri ilmî tartışmada gündeme alınabileceklerin sayısı iki elin parmaklarını aşmamaktadır.
Burada konuyu biraz daha açıklamaya çalışalım. Uçsuz bucaksız tabiatta yer alan tek şuurlu canlı insandır. Yani insan, içinden geçen ruhî hadiseleri bizzat kendisi bilmekte, üzüldüğünü, sevindiğini, öfkelendiğini, affettiğini idrak edebilmekte, kendisini canlı cansız diğer varlıklardan ayırabilmektedir. Bu özelliklerin bir tanesi bile başka hiçbir tabiat varlığında yoktur. İnsan ergenlik çağına girdiği dönemden itibaren, doğuştan sahip bulunduğu aklı ve muhakemesi sayesinde tabiatın kuruluş ve işleyişindeki olağanüstü durumu görmekte, çevresinde olup biten birçok dikkat çekici olayı da müşahede etmektedir. Bu husus onun aklını, fikrini ve gönlünü tatmin edecek bir çözüm bulmasına kendisini sevketmektedir. Bu noktada, bütün tabiata hâkim, fakat onun cinsinden olmayan bir yaratıcı ve idare edicinin benimsenmesi kaçınılmaz bir netice konumunda bulunmaktadır.
- a) Allah’ı niçin göremiyoruz? Görme duyusu ancak belli şartlar dahilinde görülebilecek şeyi algılayabilir: Gözümüze oranla belli bir açı içindeki renk dalgalarının gözümüze ulaşmasını engelleyen şeylerin bulunmaması gibi. Cenâb-ı Hak bu tür yaratılmışlık özelliklerinden yüce (münezzeh) olduğundan onun duyularla algılanması imkânsızdır.
- b) Allah’ı kim yaratmıştır? Allah yaratandır, O’ndan başka her şey yaratılmıştır. Cenâb-ı Hakk’ı biri yaratmış olsaydı onun da bir yaratıcısının bulunması gerekirdi. Bu durumda yaratılan-yaratan halkaları geriye doğru sonsuza kadar sürer giderdi. Bu ise mantık disiplini açısından bir kısır döngü olup hiçbir akıl tarafından kabul edilemez.
- c) Allah bizi niçin yaratmıştır? Bu, O’nda meydana gelmiş bir ihtiyaçtan kaynaklanmamıştır. Aslında mahiyeti bizce bilinmeyen ulûhiyyet âlemine yönelik bu tür sorular o kadar mâkul değildir de! Ancak şöyle bir yaklaşımda bulunmak mümkündür: Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Ben cinleri de insanları da sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.”
Bir de kutsî hadis diye şöyle bir metin nakledilir:
“Ben gizli bir hazine idim. Tanınmak istedim. Bir tür canlı yarattım, onlar beni yine benim sayemde tanıdılar.”
Âlimler bu hadis rivayetinin sahih olmadığını kabul etmişler, bazılarının ise muhtevasının biraz önce zikrettiğimiz âyetle uyum içinde bulunduğunu belirtmişlerdir. Allah Teâlâ ezelde vardı, “O’nunla beraber veya O’ndan önce hiçbir şey yoktu.” Sevgi sıfatının bir tecellisi olarak şuurlu canlıyı (insan ve cin) yaratmayı murat etti, önce gökleri ve yeri (kâinat) yaratıp hazırladı, sonra şuurlu canlıyı; tâ ki O’nu tanısın (O’nunla tanışsın) ve O’na kulluk etmekle mutlu olsun.