Allah dilediği kullarını doğru yola ve kötü yola iletiyorsa kötü insanların sebebi Allah değil mi?

Kur’ân-ı Kerim’in ilk hitap ettiği Mekke ve Medine’deki halk ile Arap yarımadasının büyük çoğunluğu putlara tapıyordu. Mekke’nin fethi sırasında (8/630) Kâbe’nin içinde ve yöresinde 360 put bulunuyordu. Araplar tapındıkları putlara beşer üstü özellikler nispet ediyor, onlardan şefaat, bir nevi hidayet ve kurtuluş talep ediyordu. Aslında yaratılmışa yönelik bu tür his, inanç ve bağlılıklar, on dört asır sonra bugün bile dünyanın hemen her yerinde taraftar bulmaktadır. Nasslarda hidayetin ve dolayısıyla alternatifini oluşturan dalâletin Allah’a izâfe edilmesinin önemli hikmetlerinden biri budur.

Kur’an’da hidayet ve dalâlet kulun kendisine de nispet edilmekte ve bunlardan istediğini tercih edebileceği belirtilmektedir. Cenâb-ı Hakk’ın bir kuluna doğru yolu göstermesi O’nun lûtuf ve ihsanıdır, diğer kulunu saptırması ise -zulümle değil- adl ile (adalet) tecelli etmesidir.

Allah Teâlâ’nın lûtufla tecelli etmesine hamd, şükür ve senâ ile mukabele edilir. Adl ile tecelli etmesine gelince, buna yönelik olarak -tabir câizse- ileri sürülecek bir itiraz yoktur, çünkü dalâleti iç ve dış güçleriyle isteyen veya içinde bulunduğu dalâlet halinin devamını talep eden kulun kendisidir. Cenâb-ı Hakk’ın buradaki fiili, söz konusu talebi gerçekleştirmesidir, çünkü O’nun onayı, O’nun fiili olmadan kâinatta hiçbir şey vücut bulmaz.

Buna göre âlemde dinî, ahlâki vb. açılardan meydana gelen, karıncadan küreye, habbeden kubbeye kadar her şey Allah’ın onayı yani iradesi ile oluşur. Nasslarda dalâletin zât-ı ilâhiyyeye nispet edilmesi, işin fiilen oluşması sırasındaki ilahî iradenin tecelli etmesi safhasını gösterir.

“Her şeyi bütün ayrıntılarıyla bilen” anlamlarındaki alîm ile “her şeyi yerli yerinde yapan” mânasındaki hakîm, Allah’ın nasslarda çokça tekrar edilen isim ve sıfatlarındandır. O, kime hidayet vermişse, şüphe yok ki bu kişi hidayet lûtfuna ehil olmuştur. Kime de dalâlet vermişse böylesi buna müstahak olmuştur. Söz konusu kişilerin etrafındaki insanlar, hidayete ve dalâlete lâyık olmuş insanları bazan ayırt edememiş olabilirler. Hatta kişinin kendisi bile mânevî seyrinin rotasını belirleyememiş olabilir. İnsanlık tarihi boyunca başta peygamberler olmak üzere âlimler, mürşitler, muallimler, anne baba vb. insanlar kişinin hidayet çizgisine gelmesine, şayet bu çizgi üzerinde ise ondan ayrılmamasına yardımcı olurlar.

“Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğritme! Bize tarafından rahmet bağışla! Lûtfu en çok olan şüphe yok ki sadece sensin.”