Oruç tutmak, erginlik çağına gelmiş, aklı başında, gücü yerinde, yolcu olmayan ve engeli bulunmayan her müslümana farzdır.
Bunlar altı vasıftır: Müslümanlık erginlik, akıllı, iktidar/güç yetirebilme ve engelsizlik.
Kafirin oruç tutması ve başka bir ibadet yapması gerekmez/ona farz değildir.
“Kafire oruç ve başka ibadet farz değildir” dememizin anlamı şudur: Kafirliği esnasında ona oruç tutması mecbur edilemez, müslüman olduktan sonra da kaza etmekle yükümlü değildir; çünkü küfrü esnasında onun ibadeti kabul edilmez.
Bunun delili Allah’ın şu ayetidir: “Onlar harcamalarının/yaptıkları hayırların kabul edilmesini engelleyen, Allah ve Rasulüne küfretmeleridir.” (Tevbe: 9/54)
İslam’a girdikten sonra da bunları kaza etmeleri gerekmez. Çünkü Allah Teala şöyle buyurmaktadır:“Küfredenlere vazgeçerlerse geçmiş günahlarının bağışlana cağını söyle.” (Enfal: 8/38)
Fakat kafir küfrü esnasında vacipleri/farzları terkettiğinden dolayı da cezalandırılır. Çünkü Allah Teala iyi insanların ahiretteki durumlarından söz ederken onların suçlularla aralarında şöyle bir dialoğun geçeceğini haber verir: “Onlar cennetler içindedirler. Günahkarlara: Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir? diye sorarlar. Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlandan değildik. Yoksulu doyurmuyorduk. Boş şeylere dalanlarla birlikte dalıyorduk. Ceza gününü de yalanlardık.”
Onların, namazı terketmeyi ve yoksulu doyurmamayı cehenneme girmelerinin sebebi olarak zikretmeleri, cehenneme girmelerinde bunun bir etkisi olduğunun delilidir.
Hatta kafir şu ayeti kerimenin delaletinden dolayı yiyecek, içecek ve giyecek gibi Allah’ın bütün nimetlerinden yararlandığı için de cezalandırılacaktır:“İman eden ve iyi işler yapanlara, hakkıyla sakınıp iman ettikleri ve iyi işler yaptıkları, sonra yine hakkıyla sakınıp iman ettikleri, sonra da hakkıyla sakınıp yaptıklarını da ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde (haram kılınmadan önce) tattıklarından dolayı günah yoktur. Allah iyi ve güzel yapanları sever.”
Allah Teala’nın müminlerden (haram kılınmadan önceki) tattıkları şeylerden günahı kaldırması, müminlerden başkasının tattıkları şeylerin günahının devam ettiğine delalet eder.
Çünkü Allah Teala başka bir ayette de şöyle buyurur:“De ki: Allah’ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar dünya haya tında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir.”
“Onlar dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir.”
Mümin olmayanlar hakkındaki hükmün, müminler hakkındaki hükümden farklı olduğunun delilidir.
Fakat bir kafir Ramazan esnasında müslüman olursa, müslüman olmadan önceki oruçları kaza etmesi gerekmez. Mesela Ramazanın yirmi beşinci gecesi müslüman olduğunda önceki yirmidört günün orucunu kaza etmesi gerekmez.
Gün içinde müslüman olursa o andan itibaren oruç tutması gerekir, kaza etmesi gerekmez. Mesela güneş zeval noktasında iken müslüman olsa ona deriz ki: Günün kalan kısmını oruç tut, sana kaza gerekmez. Ona o andan itibaren orucu emrederiz. Çünkü o artık kendisine orucun vacip olduğu bir kimse haline gelmiştir, ona kazayı emretmeyiz. O, üzerine vacip olan şeyi yerine getirmiştir. Üzerine vacip olan şey de müslüman olduğu andan itibaren oruç tutmaktır. Kim üzerine vacip olan şeyi yerine getirirse artık o ibadeti tekrar yapmakla yükümlü değildir.
Akıllı olmaya gelince bu, orucun farz olması için gerekli olan ikinci vasıftır.
Ayırtedicilik vasfı yani eşyayı birbirinden ayırdetme özelliği akılla elde edilir. İnsan aklı başında olmadığı zaman zekattan başka hiçbir ibadet kendisine farz olmadığı gibi oruç da farz olmaz.
Bir insanın büluğ yaşına gelmesi fakat ayırdetme vasfının(:temyiz kudretinin) onda olmaması da bu nevidendir, yani aklı olmayan kimse nevindendir. Halk arasında böyle kimselere saçmalayan/saçma sapan şeyler konuşan kimselerdenilir. Böylelerinin oruç tutması da gerekmez. Fidye vermesi de gerekmez.
Çünkü bunlar orucun kendilerine vacip olduğu kimselerden değildirler.
Üçüncü vasıf ergin olmak(:büluğ çağında olmak)tır.
Erginlik şu üç şeyden birisinin bulunmasıyla elde edilen bir vasıftır:
1 Bir insanın on beş yaşını tamamlamasıyla,
2 Veya kasık kıllarının yani tenasül organı bölgesinde sert kılların bitmesiyle
3 Uykudayken veya uyanıkken şehvetle meninin gelmesiyle
4 Kadın için buna ilaveten dördüncü bir durum daha vardır, o da hayızdır.
Bir kadın hayız gördüğü zaman bulüğa ermiş demektir.
Buna göre kadın olsun, erkek olsun onbeş yaşını tamamlayan kimse büluğa ermiş olur, kadın olsun erkek olsun kasık bölgesinde kıl biten kimse büluğa ermiş olur, kadın olsun erkek olsun şehvetle menisi gelen kimse büluğa ermiş olur. Onbeş yaşından önce de olsa hayız gören bir kadın büluğa ermiş olur. Bazan bir kadın on yaşında bile hayız görebilir.
Burada pek çok kimsenin gaflete düştüğü şu meseleye dikkat etmek gerekir. Bazı kadınlar erken yaşta hayız görürler ve kendilerine orucun ve vacipliği/farzlığı büluğa bağlı olan diğer ibadetlerin farz olduğunu bilmezler. Çünkü pek çok kimse sadece onbeş yaşın tamamlanmasıyla erginlik çağına gelineceğini zanneder. Böyle bir zannın aslı yoktur.
Bir kimse büluğ çağına gelmediği zaman ona oruç farz değildir. Ancak ilim adamları bir velinin kız olsun, erkek olsun velisi olduğu küçük çocuğa alışması ve büluğa erdiğinde kolayca tutması için orucu emretmekle görevli olduğunu söylediler. Allah kendilerinden razı olsun sahabiler böyle yaparlardı. Onlar küçük çocuklarına oruç tuttururlardı, hatta bir tanesi ağlamıştı da, güneş batıncaya kadar oynasın diye ona yünden oyuncak bir bebek verilmişti.
Dördüncü vasıf kişinin oruç tutmaya gücünün yetmesidir.
Yani zorluk çekmeden oruç tutabilmesidir. Gücü yetmeyen bir kimse ise böylelerine oruç farz değildir.
Güç yetiremeyenler iki kısma ayrılır:
Birinci kısım: Yaşlı ve iyileşme ümidi bulunmayan hasta gibi oruç tutmaktan devamlı ve sürekli aciz kalan kimsedir. Böyle bir kimse Ramazan ayı otuz gün ise otuz tane fakiri doyurur. Ramazan ayı yirmidokuz gün ise yirmidokuz fakiri doyurur.
Doyurmanın iki şekli vardır:
Birinci şekli: Pirinç veya buğdaydan hububat olarak çıkarmasıdır. Bunun miktarı Peygamber’in Sallallahu aleyhi vesellem kullandığı ağırlık ölçüsüyle dörtte bir sâ’dır. Yani burada bilinen sâ’ ile beşte bir sâ’dır. Bu da iki kilo kırk gram kaliteli rezin buğdayına denktir. Yani sen iki kilo kırk gram siyah rezin buğdayını tarttığın zaman bu Peygamberin sâ’ı ile bir sâ’ eder. Peygamberin Sallallahusâ’ı ile bir sâ’ dört müddür, dört fakir için yeterlidir.
Bu durumda fakire onu verdiğin zaman beraberinde durum ve örfün gerektirdiği şeye göre katık edebileceği bir yiyeceği veya başka bir şeyi de vermen güzel olur.
Doyurmanın ikinci şekline gelince Ramazan ayının yirmidokuz veya otuz gün çekmesine göre yirmidokuz veya otuz fakire yetecek yemek hazırlamak ve onları buna davet etmektir. Nitekim yaşlandığında Enes b. Malik’in böyle yaptığı bildirilmiştir. Otuz veya yirmidokuz kişiye yetecek yemekle bir kişiyi doyurmak caiz değildir. Çünkü her günden bedel bir fakirin doyurulması gerekir.
Oruçtan aciz kalmanın ikinci kısmı ise ortadan kalkması umulan bir acizliktir. Bu, oruç esnasında bir insanın başına gelen hastalık gibi sürpriz bir şekilde ortaya çıkan acizliktir. Böyle birinin oruç tutması meşakkatli olur. Ona deriz ki, orucunu boz ve yerine bir gün kaza et. Çünkü Allah Teala şöyle buyurmaktadır:“Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder.” (Bakara: 2/184)
Beşinci vasıf, mukim olmasıdır. Bunun zıddı yolcu olmaktır.
Yolcu, oruç tutmasını gerektirmeyecek şekilde vatanından ayrılan kimsedir. Allah Teala:“Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa diğer günlerde kaza eder” buyurmuştur.
Ancak kendisine meşakkat olmamak şartıyla oruç tutması daha faziletlidir. Çünkü Ebu’dDerda Radıyallahu anh şöyle dedi: “Aşırı sıcak bir günde Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem ile beraberdik. İçimizde Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem ve Abdullah b. Ravaha’dan başka oruçlu kimse yoktu.”
Oruç tutmak ona (yolcuya) meşakkat verdiği zaman mutlaka iftar etmesi/orucunu bozması gerekir. Çünkü bazı kimseler Peygamber’e vesellem orucun kendilerine sıkıntı verdiğini şikayet etmişlerdi de onlara oruçlarını bozdurmuştu. Sonra ona bazı kimselerin oruca devam ettikleri söylenmişti. Rasulullah da: “Onlar günahkardır, onlar günahkardır” demişti.
Altıncı vasfa gelince oruca engel bir durumun olmamasıdır.
Yani orucun farz olmasını engelleyen bir durumun olmamasıdır. Bu kadınlara ait bir vasıftır. Orucun edasının onlara farz olması için hayızlı veya nifaslı olmamaları şarttır.
Kadının hayızı veya nifası olduğu zaman oruç tutması gerekmez. Ancak tutmadığı günleri kaza etmesi gerekir. Bunun delili Peygamber’in vesellem bunu onaylayarak söylediği şu sözüdür: “Kadın hayızlı olduğu zaman namaz kılmıyor ve oruç tutmuyor değil mi?” Bir kadın hayızlı olduğunda ona oruç yoktur ve diğer günlerde tutması gerekir.
Burada anlaşılması gereken iki mesele vardır:
Birinci mesele şudur: Bazı kadınlar gecenin sonunda temizlenirler/ hayız kanının kesildiğini bilirler ve anlarlar. Fakat gusül yapmadıkları zaman oruçlarının sahih olmayacağını zannederek o gün oruç tutmazlar. Halbuki hiç de öyle değildir. Bilakis şafak söktükten sonra bile gusletseler oruçları sahihtir.
İkinci mesele de şudur: Bazı kadınlar oruçlu olurlar. Güneş battığı ve iftarlarını açtıkları zaman akşam namazını kılmadan önce hayız görürler. Bazıları derler ki: İftardan sonra ve akşam namazını kılmadan önce hayız gelirse o günkü oruç bozulmuş olur. Bazı kadınlar daha da ileri giderek: Yatsı namazından önce hayız gelirse o günkü oruç bozulmuş olur, derler. Bunların hiçbirisi doğru değildir.
Bir kadın, hayız kanının çıktığını görmediği halde güneş battığı zaman onun tuttuğu oruç sahihtir. Hatta güneş battıktan bir saniye sonra bile hayız kanı çıksa orucu yine sahihtir.
Bu altı vasıf bir insanda birleştiği zaman Ramazan orucunu eda etmek ona vacip olur. Oruç tutmaması helal değildir. Bu vasıflardan herhangi birisi bulunmazsa durum yukarıda anlatıldığı gibi olur.