Allah inancı insanda yaratılıştan vardır, fıtrîdir. Fıtrat hakkında farklı tanımlar yapılmıştır. Fakat Peygamberimizin “Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hıristiyan veya Mecûsî yapar…” ifadesi doğrultusunda fıtratın “ilk yaratılış sırasında Allah’ın insan tabiatına bahşettiği yaratanını tanıma eğilimi, ruh temizliği vb. olumlu yetenek ve yatkınlıkları” olduğunu belirtebiliriz. Kısaca fıtrat insanın “hakikati kabule meyilli yaratılması” demektir.
Allah inancının fıtrî olmasından hareketle kişi hangi din ve inanışın içerisinde bulunursa bulunsun “aklı selîm”le yani kendi özünü koruyan akılla, Allah’ın varlığına ulaşabilir. Bu konuda gerek kelâm/akâid gerekse İslam felsefesinde birtakım deliller gündeme getirilmiş ve Allah’ın varlığının aklî temellendirilmesi olarak kaynaklarda işlenmiştir. Örneğin nizâm delili olarak isimlendirilen mantık örgüsünde, muazzam bir yağlı boya tablosu gören her akıl sahibi kişi tabloyu meydana getiren usta bir ressamın olduğunu düşünür, onun varlığını kabul eder. İşte bunun gibi kainattaki (makroalem) ve insandaki (mikroalem) mükemmel düzen, kişiyi bu düzeni kuran ve koruyan bir yaratıcıya, Allah’a ulaştırır.
Yahudi ve Hıristiyan bir çevrede yani semavi kaynaklı dinlerden birine mensup olarak hayatını sürdürenler ise (ister geçmişte ister günümüzde yaşasın) Allah’ın varlığına ulaşabilir. Bu dinlerin hepsinde aynı olmamakla birlikte Allah inancı söz konusudur. Diğer inanç sistemleri ise Allah/yaratıcı düşüncesi konusunda farklı kabullere sahiptir. Dolayısıyla bu inanç sistemlerini benimseyen kimselerin Allah’ın varlığına ulaşma konusunda bireysel çaba sarf etmeleri gerekir.