Savaştan kaçmak nedir? Savaştan kaçmanın hükmü nedir? Savaştan kaçmanın cezası nedir? İslam’da savaştan kaçınmak!

Dinî görevlerimizden birisi de vatanı korumak, gerektiğinde bu uğurda savaşarak ölmektir.

Vatan, Müslümanların vazgeçemeyecekleri çok önemli bir varlıktır. Çünkü din, namus ve bağımsızlık gibi kutsal değerler, ancak vatan sayesinde korunabilir. Bundan dolayı vatan için katlanamayacağımız hiçbir fedakârlık yoktur. Esasen buna mecburuz da. Aksi takdirde her an —Allah Korusun— vatansız kalma ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliriz.

Vatan savunması için askerlik yapmak, dinî bir görevi ifa etmek demektir. Çünkü vatan savunması aynı zamanda dinin, namus ve şerefin de savunması demektir. Bunları savunmanın ise dinî bir görev olduğunda şüphe yoktur.

Dinimiz askerliğe büyük önem vermiştir. Sınırda bir gün bir gece nöbet beklemenin, bir ay gündüz nafile oruç tutup gece namaz kılmaktan daha hayırlı olduğunu Peygamberimiz haber vermiştir.

Askerlik, vatanı savunmak için hazırlıklı olmak demektir. Barış içinde yaşamak için bu gereklidir. “Hazır ol cenge, eğer ister isen sulhu salah” sözü bunu ne güzel ifade etmektedir. Barış içinde yaşamak isteyen savaşa hazır olmalı ve savaş için gerekli olan her şeyi hazır bulundurmalıdır.

Konu ile ilgili olarak Kur’anı Kerim’de şöyle buyruluyor:

“Düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın.”

Askerlik, gerektiğinde savaşmak içindir. Vatan için savaşmak, Allah’ın emridir. Buna cihad diyoruz.

Hangi amelin daha üstün olduğunu soran kimseye Peygamberimiz; “Allah’a iman etmek ve O’nun yolunda savaşmaktır.” buyurmuştur.

Vatan uğrunda ölenlere şehit denir. Şehitlik ise bir Müslümanın dünyada erişebileceği en yüksek mertebedir.

Düşmanla savaşmak ve şehit olmak, ne kadar büyük mükâfata erişmeye vesile ise savaştan kaçmak da o kadar büyük suç ve günahtır.

Kur’anı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

“Ey müminler, (savaşta) toplu hâlde kâfirlerle karşılaşğınız zaman, onlara arkanızı dönmeyin (korkup kaçmayın). Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya diğer bölüğe ulaşıp mevzi tutma durumu dışında kim öyle bir günde onlara arka çevirirse (korkup kaçarsa) muhakkak ki o, Allah’ın azabı ile döner, yeri de cehennemdir. O ne kötü varılacak yerdir.”

Bir savaş anında Devletin orduya katılma çağrısına uymamanın ve kaçaklık gösterilmesinin Allah Teala ile Peygamberi tarafından en ağır nefret ve şiddetle karşılandığını Tebük seferine katılmayan üç kişi ile ilgili olayda görüyoruz.

Olay şudur:

Tebük seferine mazeretleri olmadığı hâlde katılmayan Ka’b ibn Mâlik, Murâre b. erRebî elAmrî ve Hilâl b. Ümeyye elVâkıfî Peygamberimiz tarafından çok ağır bir şekilde cezalandırılmışlardı. Peygamberimiz, Müslümanların bu üç kişi ile konuşmasını yasakladı. Gerçekten bu çok ağır bir ceza idi. Çarşı pazarda dolaşırken karşılaştıkları hiç kimse bunlara selam vermez, konuşmaz, yüzlerini dönerdi. Bunlar çok daralmış ve bunalmışlardı. Allah’a yalvarıyor, bu suçlarının bağışlanmasını diliyorlardı. Nihayet elli gün sonra Cenabı Hak tevbelerini kabul buyurmuş ve kendilerini bağışladığını bildirmişti.

Konu ile ilgili şu anlamdaki ayet inmiştir:

“Ve (savaştan) geri bırakılan üç kişinin de tevbelerini kabul etti. Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah’tan, yine Allah’a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hâllerine) dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü Allah, tevbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir.”

Bundan sonraki seferlere Müslümanlar topyekûn katılmışlar, kaçan ve geri kalan olmamıştı.