Sözlükte “hidayete erdirilmiş, kendisine doğru yol gösterilmiş kişi” anlamına gelen mehdî, “Dünyanın sonuna doğru ortaya çıkıp hak inancı ve adaleti yeryüzüne hâkim kılacağına inanılan kurtarıcı.” diye tanımlanır. Dinler tarihçilerine göre İslâm’dan önce başta Sümerler, Bâbilliler, Mısırlılar ve İranlılar olmak üzere birçok toplumda mehdî benzeri inançlar görülmüştür. İslâm’da ise şöyle bir tablo söz konusudur: 1. İslâm dininin birincil kaynağı Kur’an’da mehdînin zuhuruna işaret eden herhangi bir âyet bulunmamaktadır. Onun zuhuruna delil olarak ileri sürülen “her kavmin bir yol göstericisinin bulunduğu” (er-Ra‘d 13/7); “yeryüzüne iyi kulların vâris olacağı” (el-Enbiyâ 21/105) gibi âyetler, gelecekte mehdî adında bir kurtarıcının zuhur edeceğine ilişkin herhangi bir işareti içermemektedir. 2. İslâm’ın ikinci kaynağı olan hadislerde ise Buhârî, Müslim ve Muvatta’ gibi hadis kitaplarında mehdî rivayetleri bulunmazken, Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’i, Ebû Dâvûd ve Tirmizî’nin Sünen’leri gibi kaynaklarda birçok mehdî rivayeti yer almaktadır. Söz konusu haberlerde mehdînin Hz. Hasan veya Hüseyin’in soyundan geleceği, adının Resûl-i Ekrem’in adıyla (Muhammed), baba adının da onun babasının adıyla (Abdullah) aynı olacağı bildirilmektedir.
Mehdî inancı ilk olarak Hz. Ali’nin oğlu Muhammed b. Hanefiyye’nin ölümünün (81/701) ardından aşırı Şîa gruplarından Keysâniyye’de ortaya çıkmıştır. Onların anlayışına göre Muhammed b. Hanefiyye ölmeyip Radvâ dağında gizlenmiştir. O, kıyametin yaklaştığı bir zamanda mehdî olarak zuhur edip dünyayı adaletle yönetecektir. İsnâaşeriyye kaynaklarında ise mehdînin on ikinci imam Muhammed b. Hasan olduğu, onun ölmeyip 260 (874) yılında gizlendiği (gaybet), kıyametin yaklaştığı dönemde ortaya çıkacağı, beş, yedi veya dokuz yıl hüküm sürüp bütün müslümanları hâkimiyeti altına alacağı, iktidarı sona erince de kıyametin kopacağı şeklinde bilgi verilir.
Sünnî kaynaklarda geçen rivayetlerde mehdî, tarihî bir şahsiyet olarak nitelendirilmezken Keysâniyye ve Şîa’da başka telakkiler hâkim olmuştur. İslâm’dan önce gelip geçen asırlar boyunca toplumların karşılaştıkları siyasî ve sosyal sıkıntılar, özellikle kendilerine özgü ideolojileri bulunan grupların mâruz kaldıkları yenilgiler sebebiyle hârikulâde yetenek ve imkânlara sahip bir kurtarıcının gelmesini arzu etmiş ve bunun gerçekleşeceği ümidini taşımıştır.
Sâhibü’z-zamân (her asırda dünyanın hâkimi) diye de ifade edilen bu kurtarıcının (mehdî), eski toplum ve ümmetlerde zuhur etmediği bilinmektedir. Kıyametin kopması sırasında da gelip gelmeyeceği kesin değildir. Kaldı ki gerçekleşecek olsa bile Cenâb-ı Hakk’ın tabiatın ve sosyal hayatın işleyişi için koyduğu kanunları aşacak ve çok kısa bir zaman diliminde yaşayacak olan kurtarıcının genel adalet ve dünya nizamı açısından ne ifade edeceği hususu düşündürücüdür.
Sonuç olarak Kur’an’da yer almayan mehdî meselesi, hadis kaynaklarının önemli bir kısmında da bulunmamaktadır. Hadis literatüründe yer alan rivayetler ise bazı âlimlere göre zayıf veya uydurmadır, bazılarına göre ise hasen veya sahihtir. Kur’an’da yer almayan bir husus, mütevâtir hadislere dayanmadıkça inanç problemi olmaz. Dolayısıyla mehdî meselesi İslâm akaidi açısından bir inanç konusu (mü’menün bih) değildir.