Sözlükte âhiret “son, sonra olan ve son gün” anlamlarına gelir. İslâm akaidinin ulûhiyyet, nübüvvet ve meaddan oluşan üç ana esasından (usûl-i selâse) birini teşkil eder. Âhiret kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de 110 yerde geçmektedir. Tek başına kullanıldığı gibi “el-yevmü’l-âhir” (son gün), “ed-dârü’l-âhire, dârü’l-âhire” (son ikamet mahalli) ve “en-neş’etü’l-âhire” (son yaratılış) şekillerinde de kullanılır. Ayrıca yevmü’l-kıyâme” (kıyamet günü), “yevmü’d-dîn” (ceza ve mükâfat günü), “yevmü’l-hesâb” (hesap günü), “yevmü’t-telâk” (kavuşma günü), “yevmü’l-hulûd” (ebedîlik günü), “yevmü’l-hasre” (pişmanlık günü) gibi terkipler vardır. Terim olarak, dünya hayatını takip eden, ona benzer fakat daha değişik ve ölümsüz bir hayattan, ebediyet âlemine ait çeşitli merhaleler ve hallerden ibarettir.
Kur’an’da Hz. Nûh, İbrâhim, Yûsuf, Mûsâ ve diğer peygamberlerin âhiret inancını telkin ettikleri haber verilir. İlâhî dinin son halkasını teşkil eden İslâmiyet’te de iman esasları tespit edilirken âhiret inancı önemle vurgulanmıştır. Örnek olarak Nisâ sûresinin 136. âyeti gösterilebilir:
“Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr eden kimse tam mânasıyla sapıtmıştır.”
Kur’ân-ı Kerim’in beyanlarına göre dünya hayatı fâni, âhiret hayatı ise bâki ve ölümsüzdür. Âhiretin imkân dahilinde, hatta gerekli olduğu akılla, kıyametin nasıl kopacağı, nasıl başlayıp devam edeceği ise nasslarla bilinebilir. Âhiret hayatını gerekli kılan, bu dünya hayatının bir imtihan yeri olmasıdır. Bu imtihan çerçevesinde kimi zengin kimi fakir, kimi âmir kimi memur, kimi sağlam kimi hasta olarak denenmektedir. Sonuçta bütün insanlar itaatkâr veya âsi, âdil veya zalim, iyi veya kötü olarak Allah’ın huzuruna çıkacaktır. Dünya hayatındaki haksızlıkların, haddi aşmaların cezasının verilmesi ve işlenen iyilik ve taatlerin ödüllendirilmesi için ilahî adalet divanı kurulacak, herkes birbiriyle hesaplaşacak, haklı ile haksız ayırt edilecek ve kişiye ameline göre karşılık verilecektir.