Sözlükte kıyamet “kalkmak, dikilmek, ayaklanmak, doğrulmak ve dirilmek” mânalarına gelir. Terim olarak, bazan “Dünya nizamının bozulma ve dünya hayatının sona erme vakti.” (es-sâat), bazan da “Ölen ve helâk olan varlıkların yeniden diriltilerek ayağa kalkmaları ve mahşere doğru yönelmeleri hali.” (ba‘s ba’de’l-mevt) anlamında kullanılmaktadır. İsrâfil’in sûra ilk üfleyişiyle kıyametin birinci anlamı, ikinci defa üflemesiyle de ikinci anlamı gerçekleşecektir.
Saatin Bilgisi: Sâ’at kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de kırk sekiz defa tekrar edilmiş olup, bunların büyük kısmında “ferdin ölüm zamanı, bir topluluğun helâki, kıyametin kopma anı, kıyamet günü” veya “az bir zaman” anlamları kastedilmiştir. Bunlara paralel kullanımlar çeşitli hadis rivayetlerinde de söz konusudur. Râgıb el-İsfahânî insanların hesaba çekilme zamanına “büyük saat”, bir dönem halkının ölmesine “orta saat”, bir kişinin ölmesine de “küçük saat” (küçük kıyamet) demiştir.
Şimdi bu tabirlerin anlamını irdeleyelim:
- Kıyâmet-i Suğrâ: Kişi veya fertlerin ölümü anlamına gelmekte olup, En‘âm sûresinde kıyameti inkâr edenlerin ölümünden bahsolunurken, “Allah’ın karşısına çıkacaklarını inkâr edenler, nihayet saat gelip ansızın kendilerini bastırıverince; hayattaki taksiratımız yüzünden çektiğimiz hasretlere bakın, derler” buyurulmaktadır. Görüldüğü üzere burada kıyameti inkâr eden kişilerin ölümü ânından “saat” olarak söz edilmekte ve bu esnada duyacakları pişmanlık dile getirilmektedir.
- Kıyâmet-i Vustâ: Dünya hayatında bir neslin yok olması, ölüp tamamen ortadan kalkması demektir. Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Peygamber’e karşı gelenlerin âkıbetinden söz edilirken, bunların Allah’ın âyetlerini yalan saydıkları belirtilmekte, başlarına gelecek azaptan söz edilmekte, “Bu saat geldiğinde Allah’tan başkasına mı yalvaracaksınız?” diye sorulmaktadır. Buradaki saatten maksat Hz. Peygamber’e karşı gelenlerin mahkûm oldukları âkıbetin tecelli edeceği ândır. Yine Kamer sûresinin başındaki âyette “saatin yaklaştığı” bildirilmektedir. Burada yaklaşan saat, Hz. Peygamber’e karşı gelenlerin mahkûm oldukları âkıbettir. Aynı sûrenin 45-46. âyetlerinde ise,
“Herhalde o cemaat (müşrikler topluluğu) bozulacak ve arkalarını dönüp gidecekler. Fakat onların asıl vadeleri sâattır ve o saat daha acı ve daha beterdir.” buyurulmaktadır. Nitekim Buhârî bu âyetin tefsirinde Bedir Muharebesi’ne dair şu olayı nakletmektedir: İbn Abbâs, Hz. Peygamber’in Bedir günü, “Ey Allahım! Ahit ve vaadin yerine gelsin diye niyaz ediyorum. Bu cemaat mahvedilecek olursa yeryüzünde sana kulluk eden kalmaz.” şeklinde dua ettiğini, bu esnada Hz. Ebû Bekir’in Resûl-i Ekrem’in yanına gelerek, “Ey Allah’ın peygamberi! Allah sana elverir.” dediğini, bunun üzerine Hz. Peygamber’in düşmana bakarak, “Bu topluluk yakında hezimete uğrayacak, arkasını dönüp koşacak. Onların vadesi (beklenen saattir) ve o saat daha dehşetli, daha acıdır.” mealindeki âyetleri okuduğunu rivayet etmektedir.
- Kıyâmet-i kübrâ: “Dünyanın sonunun gelmesi, insanların kabirlerinden kaldırılıp hesap vermek üzere mahşerde toplanacakları gün.” anlamına gelmektedir.
Kur’ân-ı Kerim’deki ifadelerden insanların kıyamet konusunda şu soruların cevabını merak ettikleri anlaşılmaktadır: Kıyamet nedir, ne zaman ve nasıl kopacak, alâmet ve işaretleri nelerdir?
Kur’ân-ı Kerim’de bu sorulardan birinci, üçüncü ve dördüncülerinin üzerinde durulmuş, ikinci sorunun cevabına dair bilginin ise Allah’a ait olduğu vurgulanmıştır. Örnek olarak, “Din günü (kıyamet) ne zamandır, diye soruyorlar.”, “Saatin (kıyametin) ne zaman geleceğini bilmek Allah’a mahsustur.” şeklinde cevap veriliyor. A‘râf ve Nâziât sûrelerinde ise hem soru sorulmakta hem de cevabı verilmektedir:
“Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak rabbimin katındadır. Onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz.”
“İnsanlar sana saatin ne zaman olduğunu sorarlar. Sen onu nereden bilip bildireceksin! Onun nihaî ilmi yalnız rabbine aittir.”
Birinci örnekte kıyametin vakti sorulmakta, ikinci örnekte bu sorunun cevabının yalnızca Allah’ta bulunduğu bildirilmekte, üçüncü ve dördüncü örneklerde ise aynı soru hem sorulmakta hem de cevabı verilmektedir.
Kur’ân-ı Kerim’de kıyamet konusuna sık sık temas edilir. İlgili âyetlerin bir kısmında kıyameti inkâr eden insanlar düşünmeye davet edilmekte, onun zannettikleri gibi uzak değil çok yakın olduğu anlatılmakta, buna rağmen inanmayanlar kınanmaktadır.
Güneş sistemine bağlı olarak yer gezegeninde yaşayan ve bir “zaman” anlayışına sahip bulunan insanların mevcudiyetlerinin bir başlangıcı olduğu gibi, sonu da bulunmaktadır. Ilahî iradenin yer küresi için belirlediği zaman sona erince kıyamet kopacaktır. Kur’an’da bunun ne zaman vuku bulacağını Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği defalarca belirtildiği gibi hadislerde de söz konusu durum tekrar edilmiştir. Öte yandan değişik vesilelerle kıyametin yaklaştığı ifade edilmiştir. Bir defasında Hz. Peygamber şehâdet ve orta parmağını yan yana uzatarak, “Benim nübüvvetle görevlendirilmemle kıyametin kopması şöylece birbirine yakındır.” buyurmuştur.[811] Bu beyanının üzerinden on dört asır gibi bize uzun görünen bir zamanın geçmiş olmasını yadırgamamak ve Resûlullah’ın bu ifadesini konuyla bağlantılı olarak jeolojik zaman statüsünde anlamak daha uygundur. Bu açıdan bakılınca aradan geçen on dört asırlık süre uzun bir zaman sayılmaz. Çünkü kozmik zaman anlayışında bin, iki bin, üç bin yıl önemli bir zaman değildir.