Hz. Muhammed’e iman etmenin ayrılmaz bir unsuru, onun “peygamberlerin sonuncusu (hâtemü’n-nebiyyîn) olduğuna inanmaktır. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
“Muhammed sizden herhangi birinin babası gibi sıradan bir insan değildir. O, Allah’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur.” Burada “nebîlerin sonuncusu” diye nitelendirilmesi, resûl isminin melekler için de kullanılmasından ötürüdür. Şayet “resûllerin sonuncusu” denilseydi, melekler Allah’ın resûlleri olmaya devam ettiklerinden, bu ifade gerçeğe uygun düşmezdi. Bu sebeple “nebîlerin sona erdiği ve fakat Allah’ın insanlardan resûl göndermeye devam edeceği” tarzında çeşitli inanç gruplarınca ileri sürülen iddiaların herhangi bir temeli yoktur.
Hadislerde Muhammed aleyhisselâmın peygamberlerin sonuncusu olduğu, nübüvvet ve risâletin kendisiyle sona erdiği, herhangi bir yoruma imkân vermeyecek bir kesinlikte ifade edilmiştir. Onu diğer peygamberlerden ayıran bir özellik peygamberlerin sonuncusu oluşudur. Müslüman âlimler de bu konuda icma etmiştir.
İslâm dininin, doğuşundan zamanımıza kadar geçen süre içinde Kur’an ve Sünnet’e gönülden bağlı bütün müslüman âlimler, Hz. Peygamber’in gelişiyle nübüvvet ve risâletin sona erdiğine inanmanın, dinin zaruri esasları arasında bulunduğu noktasında ittifak etmişlerdir. Zaten bu husus, çeşitli ilahî beyanlarla kesinlik derecesinde sabit olmuştur. Konuya akıl açısından bakıldığında Resûlullah’tan sonra yeni bir peygamber gelmesine ihtiyaç bulunmadığını kabul etmek gerekir. Çünkü peygamber göndermekle amaçlanan hususların tamamı, onun getirdiği vahiylerde bulunmaktadır. Ergenlik çağına giren insanlar duyularını ve akıl yürütme güçlerini kullanarak ihtiyaç hissettikleri dünyevî bilgileri üretebilirler; duyuların ve aklın âciz kaldığı konularda ise Allah’tan gelen ve tahrife uğramayan şekliyle insanların ellerinde mevcut olan son vahye başvurmaları gerekir. Bu husus, aynı zamanda, Hz. Peygamber’den itibaren nübüvvetin ürünü olan hakkın yaşanması ve yaşatılması görevinin müslüman ümmetine tevdi edildiği ve kıyamete kadar böyle devam edeceği anlamına gelir. İslâmiyet’in başlangıçtan zamanımıza kadar gelen tarihî süreci Hz. Muhammed’in son peygamber olduğunu kanıtlamıştır. Saadet asrından itibaren günümüze kadar dünyanın çeşitli bölgelerinde “peygamber” diye ortaya çıkanların hiçbiri ciddiye alınmamış ve bunlar kendi sahtekârlıklarıyla baş başa kalmıştır. Bu da Muhammed aleyhisselâmın “hâtemü’n-nebiyyîn” oluşunun sosyolojik bir kanıtıdır.