Sözlükte şeytan kelimesi “yanmak, helâk olmak; aşırı derecede kızmak” anlamlarına gelen şeyt veya “uzaklaşmak, haktan ve hayırdan uzak kalmak” anlamlarına gelen şatn kökünden türemiştir. Birinci kökten türediği kabul edildiği takdirde şeytan ateşten yaratılmış, helâke uğramış, yüzü sararmış ve kanı çekilmiş; ikinci kökten türediği kabul edildiği takdirde ise hayırdan ve rahmetten uzaklatırılmış, ayrıca şerde ileri giden, haddi aşan anlamlarına gelir. Terim olarak, “İnsanları saptırmaya çalışan azgın ve kibirli, ruhanî varlık.” demektir.
Kur’ân-ı Kerim’de şeytan yerine İblis kelimesi de kullanılmakta ve on bir âyette geçmektedir. İblis kelimesi, “ümit kesmek, pişman olmak” mânasındaki iblâs kökünden türemiş olup, bir yerde şeytan karşılığında, onun dışındaki yerlerde ise meleklerden Hz. Âdem’e secde etmelerinin istenmesi münasebetiyle ve onun ordularına tâbi olunmaması şeklinde şeytanların atası (ilk şeytan) olarak geçmektedir. Kur’an’da şeytanın Hz. Âdem ile eşini cennetten çıkarmak üzere onlarla temasa geçtiğine dair kıssalarda ise İblis yerine “şeytan” kelimesi kullanılır.
Kur’an’da ve hadis rivayetlerinde melek ve şeytan anlamına kullanılan bir kelime de karîndir. Sözlükte “dost, arkadaş, eş, yaştaş” mânalarına gelen karîn, terim olarak,, “İnsana refakat edip onu mânevî açıdan ve daha çok menfî olarak etkileyen görünmez varlık.” diye tanımlanabilir. İslâm’dan önce Araplar insanı takip eden ruhanî varlıkların bulunduğuna inanırlardı. Reîy, tâbi‘, karîn diye andıkları bu varlıkların cin veya şeytan olduğunu kabul ediyorlardı.
Kur’an’da insanı, insan veya şeytan türünden karînlerin takip ettiği ve onu riyakârlığa, kötü davranışlara teşvik ettiği haber verilir. Hz. Peygamber de insanın hem şeytandan hem de melekten karîni olduğunu belirtmiş, buna “Sen de dahil misin?” diye sorulması üzerine “evet” cevabını vermiş, ancak Allah’ın lûtfuyla kendisinin şeytanın kötülüklerinden korunduğunu söylemiştir.
Kur’ân-ı Kerim’de İblis’in mahiyeti hakkında fazla bilgi verilmez. Sadece Cenâb-ı Hak tarafından Âdem’e niçin secde etmediği sorulduğunda, “Ben Âdem’den daha hayırlıyım, çünkü beni ateşten Âdem’i ise çamurdan yarattın.” diye cevap verdiği ifade edilir. Ancak onun melek mi, cin mi yoksa başka türlü bir varlık mı olduğu açıkça belirtilmez.
Bu konudaki âyetlerde (el-A‘râf 7/11-22) şeytanın birçok yönüne dikkat çekilmektedir: Gurur ve kibire kapılarak ve kendisinin ateşten yaratıldığını gerekçe göstererek Hz. Âdem’e secde etmediği, bunun üzerine ulular meclisinden tardedildiği, Allah’tan insanları istikametten saptırmak için izin istediği, Hz. Âdem ile eşine vesvese verip hile ve tuzak kurduğu, kıyamete kadar Allah’ın ve inananların düşmanı olduğu bildirilmektedir.
Şeytanın, Allah’ın ilk emrine muhatap olduğu zaman hangi konumda bulunduğu meselesi tartışmaya açık bir husustur. İbn Abbâs, İbn Mes‘ûd ve Saîd b. Müseyyeb’e göre o, başlangıçta melek iken Allah’ın buyruğuna karşı gelmesinden ötürü bu rütbesini kaybetmiştir. Saîd b. Cübeyr, Hasan-ı Basrî ve müfessirlerin büyük çoğunluğuna göre ise şeytan bir melek değil, cinlerin atası idi. Râgıb el-İsfahânî ise onu melek ve cinlerin dışında üçüncü tür ruhanî bir varlık olarak nitelemekte ve İblis’i de bu türün ilki olarak zikretmektedir.
Allah Teâlâ insana, hem onu yüksek ve ruhanî hayata yükselten ulvî duygular hem de alçaltan süflî duygular vermiş, bunlara mukabil melekler ve şeytan olmak üzere iki çeşit varlık yaratmıştır. Şeytan, insanın içindeki süflî arzuları uyandırmayı kendine vazife edinmiştir.
Hz. Âdem, şeytanın aldatmasına uğradığının farkına varıp tövbe edince Allah Teâlâ tövbesini kabul etmiş ve “Benden size bir hidayet rehberi geldiğinde onun izinde gidenlere yönelik bir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklar.” buyurmuştur.
Şeytan kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de ifade ettiğimiz söz konusu anlamı yanında çok azgın, aldatan, insanlara vesvese veren ve küfür telkin eden kişiler için de kullanılmaktadır.
Bazı hadislerde açık kaplara ve esneyen kişinin ağzına şeytanın gireceği, insanın genzinde mekân tuttuğu, damarlarına nüfuz ettiği şeklinde ifadeler yer almıştır. Bu ifadelerden “açık kap ve esneyen kişinin ağzına şeytanın girmesi” ile havada dolaşan mikropların girmesi; “insanın genzinde gecelemesi” ile geceleyin solunum yaparken hava ile burnu içine ve genze girebilecek mikroplar, “insan damarlarında gezindiği” ifadesi ile de kana karışması muhtemel mikroplar kastedilmiş olabilir. “Esneyen kişinin ağzına şeytan girer.” ifadesi de aynı paralelde yorumlanabilir. Bazı âlimler de şeytan ile her insanın fıtratında bulunan nefs-i emmâre arasında irtibat kurarak bazı yorumlar yapmışlardır.
Nasslarda yer alan ifadelerin zahirinden şeytanın, zihnin dışındaki gerçek âlemde bulunan bir varlık olduğu, dıştan insanları etkilemeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Halbuki nefis insanın içindedir ve onun dıştan bir telkini söz konusu değildir.
Şeytan, Allah’ın huzurundan kovulduktan sonra Cenâb-ı Hak’tan cezasının kıyamet gününe ertelenmesini istemiş, bu isteğinin kabul edilmesi üzerine Hz. Âdem’den itibaren insanları hak yoldan uzaklaştırmak için elinden geleni yapmaya başlamıştır. Kur’an, şeytanın insanoğluna düşman olduğunu birçok vesile ile ifade etmekte, özellikle Hz. Âdem ile ilgili olaylara vurgu yapmakta, Âdem’in soyuna karşı düşmanlığının kıyamete kadar devam edeceğini bildirmektedir. Onun, insanları kendisini göremeyecekleri yerden nüfuz ettiği, onlara sağlarından, sollarından, önlerinden, arkalarından yanaştığı, kötülükleri güzel gösterdiği, boş kuruntular ve yalancı vaatlerde bulunduğu, Allah’ın emirlerini çiğnemeye, haram işlemeye teşvik ettiği, insanları birbirine düşürdüğü, vesvese verdiği, hile ve tuzaklar kurduğu haber verilmektedir. Yine Kur’an, onun vesvese ve tuzaklarından Allah’a sığınmayı tavsiye etmektedir.
Yaratıkların en değerlisi olan Âdemoğlunun hayatına şeytanın karışması, beşer türü için Allah tarafından belirlenen statünün gereğidir. Cenâb-ı Hak, insanı, elinden kötülük veya iyilik gelmeyen melek veya şeytan gibi değil, her ikisine de temayülü bulunan bir tabiatta yaratmıştır. Bununla birlikte onu selim bir fıtrata büründürmüş, kendisine iyi ile kötüyü ayırt edecek akıl vermiş, vicdan bahşetmiş, ibret alması için iyiler ile kötülerden örnekler göstermiş, ayrıca mesajlarını iletecek peygamberler göndermiş, onlar vasıtasıyla birçok şeyin yanında iyi ile kötü davranışların dünya ve âhiret çapında doğuracağı sonuçları da haber vermiştir. Kur’ân-ı Kerim’de şeytanın hile ve tuzaklarının zayıf olduğu bildirilir. Kişinin bu durum karşısında şeytanı ileri sürerek bahane bulması hiç de gerçekçi değildir. Kur’an’da şeytanın bütün maharetinin tahrikte bulunması ve kendi yoluna çağrı yapmasından ibaret olduğu da beyan edilmiştir. Ona uyup uymamak, kişinin elinde bulunan bir şeydir.