Allah Teâlâ’yı bize tanıtan mâna ve kavramlara, terim açısından fark gözetilerek yerine göre isim, yerine göre sıfat denilmiştir. İsmin çoğul şekli esmâdır. Esmâ-i hüsnâ “en güzel isimler” demektir. Âlimler Kur’ân-ı Kerim’de ve Hz. Peygamber’in hadislerinde Allah’a nispet edilen yüzlerce isim tespit etmişlerdir. Yine onların çoğunluğuna göre Allah’ın isimleri sonsuzdur. Başka bir deyişle yüce mevlâmız isim ve sıfatlarının bir kısmını bildirmişse de bildirmedikleri, kendi has ilminde (gayp ilmi) tuttukları da vardır.
Esmâ-i hüsnâ konusunda rivayet edilen bir hadis şöyle başlar:
“Allah Teâlâ’nın doksan dokuz ismi vardır. Bunları sayan cennete girecektir.”
Hadisin metninde yer alan ve “saymak” kavramıyla tercüme edilen ihsâ’ kökü üzerinde çeşitli yorumlar yapılmıştır: Esmâ-i hüsnâyı saymak, ezberlemek, kaynaklarından derlemek, bunların gereği ile amel etmek mânalarını düşünmek gibi. Nasıl mâna verirsek verelim, kişinin cennete girmesine vesile olacak etkinlik içinde esmâ-i hüsnâya gönülden bağlanmak, mânalarını düşünmek, davranışlarına ona göre yön vermek hedefleri mutlaka bulunmalıdır. Allah’ın basîr (gören), semî‘ (işiten) olduğuna gönülden bağlanan insan elini ve dilini kötülükten alıkoyar. O’nun rahmân-rahîm (esirgeyen-bağışlayan), tevvâb (tövbeleri kabul eden) olduğuna inanan günahkâr, rahmetinden ümit kesmez.
Bazı hadis kitapları, biraz önce başlangıcını verdiğimiz hadis metninin devamında doksan dokuz ismi sıralayan rivayeti de zikretmişlerdir. Memleketimizin bazı yörelerinde sabah namazının peşinden Haşr sûresinin son üç âyeti okunduktan sonra söz konusu doksan dokuz isim de sayılır. Ayrıca bu isimler levha halinde de basılmış, müslümanlar arasında yayılmıştır.
Şimdi bu isimleri, Allah ism-i celilinden başlamak üzere alfabe sırasına göre kısaca mânalandırmaya çalışalım:
Allah: Varlığı kendinden olan ve bütün kemal sıfatlarının içeriğini kendinde toplayan hakiki mâbudun adı. İslâm’ın tanıttığı tek Tanrı. Bu sebeple çoğul olarak kullanılamaz.
Adl: Mutlak adalet sahibi olan, her şeyi yerli yerine koyan; iki aşırı uca (ifrat ve tefrite) meyletmeyen.
Afüvv: Affeden, çok bağışlayan, kulların günahlarını, hiçbir sorumluluğu kalmayacak şekilde silip yok eden.
Âhir : En son, her şey yok olduktan sonra yok olmayıp kalan, varlığının nihayeti bulunmayan.
Alî : Pek yüce, izzet, şeref, mertebe ve hükümranlık bakımından en yüce.
Alîm : Hakkıyla bilen; gizli-âşikâr, yakın-uzak, küçük-büyük her şeye tam mânasıyla vâkıf olan.
Azîm : Pek azametli, pek büyük, varlığında (zatı) ve sıfatlarında mahiyeti idrak edilemeyecek kadar büyük.
Azîz: Yegâne galip olan, yenilmeyen; emsali bulunmadığı halde kendisine şiddetle ihtiyaç hissedilen ulaşılmaz yegâne.
Bâis: İnsanları öldükten sonra dirilten.
Bâkī : Varlığının sonu olmayan, ölümsüz.
Bâri’ : Yaratan, örneği ve modeli olmaksızın bütün canlıları var eden.
Bâsıt : Bütün canlılara rızk dağıtan; ruhları cesetlerine yayan.
Basîr : Gören, kemaliyle gören.
Bâtın : Gizli, zatı ve mahiyeti itibariyle duyuların ve akılların idrakinden gizli olan.
Bedî’ : Biricik, bir tane; örneksiz ve benzersiz sanatkârane yaratan.
Berr : Vaadinde sadık, iyiliği ve ihsanı bol.
Câmi‘ : Toplayan; dünyada birbirine benzeyen, karşı ve zıt olanları kıyamet gününde de hesap görmek için bütün mahlûkatı bir araya getiren.
Cebbâr: Erişilmez, azamet sahibi; iradesini her durumda yürüten. Kırıkları onaran, eksikleri tamamlayan, yaratılmışların halini iyileştiren.
Celîl : Şanı yüce, sıfatları itibariyle en üst mertebede olan.
Dârr : Zarar veren, zarar verecek şeyleri yaratıp onların zarar vermelerini sağlayan.
Evvel : İlk; varlığının başlangıcı olmayan; ezelî.
Fettâh : Açan; zorlukları kolaylaştıran; kullarına rızk, rahmet ve başarı kapılarını açan; kullarının arasında hakemlik yapan.
Gaffâr : Çok bağışlayan, yarlığayan, tekrarlanan günahları, kusurları, çirkinlikleri örten.
Gafûr : Pek çok bağışlayan, bütün günahları örten.
Ganî : Müstağni, hiçbir kimseye, hiçbir şeye muhtaç olmayan.
Habîr : Haberdar olan, her şeyin iç yüzünü ve gizli taraflarını bilen.
Hâdî : Yol gösteren, murada erdiren.
Hâfıd : Alçaltan; zorbaları, zalimleri ve düşmanlarını düşüren.
Hafîz : Her şeyi ilminde tutan, hiçbir şeyi unutmayan; koruyan, muhafaza eden; kâinatı dengede tutan.
Hakk : Fiilen var olan, varlığı kendinden olan, varlığı ve ulûhiyyeti gerçek olan.
Hakem : Nihaî hakem, bütün anlaşmazlıklar hakkında son hükmü veren.
Hakîm : Hikmet ve ilim sahibi; bütün emirleri, işleri yerli yerinde olan.
Hâlik : Yaratan; yaratacağı şeyi hikmeti gereğince önceden takdir edip plânlayan.
Halîm : Acele ve kızgınlıkla muamele etmeyen, kulların isyanına rıza göstermediği halde acele edip cezalandırmayan.
Hamîd : Bütün varlıkların diliyle övülen, nihaî övgüye lâyık olan.
Hasîb : Kullarına yeten; onları hesaba çeken.
Hayy : Ebedî hayatla diri.
Kâbız ; Rızkı tutan, daraltan; canlıların ruhunu alan.
Kâdir : Kudret sahibi, her şeye gücü yeten, kimseye muhtaç olmadan dilediğini meydana getiren.
Kahhâr: Yenilmeyen, yegâne galip.
Kavî : Pek güçlü, tam kudret sahibi.
Kayyûm : Varlığı kendisinden olarak var olan, her şeyin varlığı kendine bağlı olan; kâinatı idare eden.
Kebîr : Zâtının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu.
Kerîm : Alabildiğine cömert, vefakâr; iyilik, şeref ve fazilet türlerinin hepsine sahip.
Kuddûs : Tertemiz, yüce, her eksiklikten münezzeh.
Latîf : Merhamet ve lûtuf sahibi; yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip sezilmez yollarla karşılayan.
Mâcid : Şanlı, şerefli.
Mâlikü’l-mülk : Mülkün sahibi.
Mâni‘ : Kötü ve zararlı şeylere engel olan; dilemediği şeyin meydana gelmesine müsaade etmeyen.
Mecîd : Şanlı, şerefli.
Melik : Görünen ve görünmeyen âlemlerin sahibi, hükümdarı.
Metîn : Kemal derecesinde kuvvete sahip, fiilleri sebebiyle güçlüğe ve yorgunluğa uğramayan.
Muahhir : Erteleyen, geriye bırakan.
Muġnî : Zenginlik verip tatmin eden.
Muhsî : Bütün ayrıntıları, tek tek her şeyin sayısını bilen.
Muhyî : Dirilten, can veren; yaşatan.
Muîd : Tekrar yaratan.
Muizz : Aziz kılan, izzet ve şeref veren.
Mukaddim: Öne alan.
Mukīt : Rızıklandıran, besleyen; bilip gücü yeten ve koruyan.
Muksit : Adaletle hükmeden.
Muktedir : Her şeye gücü yeten, kudretli.
Musavvir : Şekil ve özellik veren, şekil ve biçim vererek yaratan.
Mübdi’ : İlkin yaratan.
Mücîb : Duaları kabul eden, dileklere, ihtiyaçlara karşılık veren.
Müheymin : Kâinatın bütün işlerini gözetip yöneten.
Mü’min : Güven veren; vaadine güvenilen.
Mümît : Öldüren, canlının ölümünü yaratan.
Müntakım : Suçluları cezalandıran.
Mûteâlî : Pek yüce; izzet, şeref, mertebe ve hükümranlık bakımından en yüce, aşkın.
Mütekebbir : Azamet ve yüceliğini izhar eden.
Müzill : Alçaltan, zillet veren.
Nâfi‘ : Fayda veren.
Nûr : Nurlandıran, nur kaynağı.
Râfi‘ : Yücelten, izzet ve şeref veren.
Rahîm : Bağışlayan, esirgeyen.
Rahmân : Bağışlayan, esirgeyen.
Rakīb : Gözetleyip kontrol eden.
Raûf : Şefkatli.
Reşîd : Bütün işleri isabetli ve hedefine ulaşıcı, irşat eden.
Rezzâk : Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren.
Sabûr : Çok sabırlı.
Samed : Arzu ve ihtiyaçları sebebiyle herkesin yöneldiği ulular ulusu bir müstağni.
Selâm : Esenlik veren.
Semî‘ : İşiten.
Şehîd : Her şeyi gözlemiş olarak bilen.
Şekûr : Az iyiliğe çok mükâfat veren.
Tevvâb (: Tövbe yollarını kolaylaştıran; tövbeleri kabul edip günahları bağışlayan.
Vâcid : Dilediğini dilediği zaman bulan bir müstağni.
Vâhid : Tek; zatında, sıfatlarında ve fiillerinde benzeri bulunmayan; bölünüp parçalara ayrılmayan.
Vâlî : Kâinata hâkim olup onu yöneten.
Vâris : Bütün servetlerin gerçek sahibi. Vârislerin yokluğa dönüşünden sonra bakī kalan yegâne vâris.
Vâsi‘ : İlmi ve merhameti her şeyi kuşatan; zenginliği her fakire yetip artan.
Vedûd : Çok seven, çok sevilen.
Vehhâb: Karşılık beklemeden bol bol veren.
Vekîl : Güvenilip dayanılan.
Velî : Yardımcı ve dost.
Zâhir : Âşikâr; varlığını ve birliğini belgeleyen birçok delilin bulunması açısından âşikâr.
Zü’l-celâli ve’l-ikrâm :Azamet ve kerem sahibi.
Doksan dokuz esmâ-i hüsnâya dair kaydettiğimiz mânalar, onların çok kısa fakat aslî mânalarıdır. İslâm’ın ilk asırlarından itibaren esmâ-i hüsnâ üzerine yazılmış birçok eser vardır. Cenâb-ı Mevlâ’nın bu güzel isimleri incelendiği takdirde görülecektir ki sadece iki üç tanesi gazab-ı ilahîye işaret etmekte, diğerleri doğrudan doğruya ilahî rahmetin, muhabbetin, esenliğin, bağışlayıcılığın, lûtufkârlığın, az iyiliğe pek çok mükâfatın müjdeciliğini yapmaktadır. İslâmiyet korkuya değil sevgiye, merhamete, affediciliğe ve selâmete dayanan bir dindir. Bir vâiz, İslâm’ın ulûhiyyet anlayışı konusunda korku-sevgi açısından 100 saatlik ders yapacak olsa bunun doksan yedisini sevgiye, üçünü korkuya, bir müellif aynı maksatla 100 sayfalık bir eser yazacak olsa doksan yedi sayfasını sevgiye, üç sayfasını korkuya ayırmak durumundadır.
Allah’ın en güzel isimlerini inceleyip de duygulanmayacak, sevgi evi şenlenmeyecek bir mümin düşünülebilir mi? O’nun esirgeyiciliği, bağışlayıcılığı, lûtufkârlığını düşünüp de rahmet kapısını çalmayacak bir günahkâr bulunabilir mi?
Kur’ân-ı Kerim’de esmâ-i hüsnâ ile ilgili âyetlerden biri şöyledir:
“En güzel isimler Allah’a aittir. O’na bu isimlerle dua edin. O’nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını göreceklerdir.”
Cenâb-ı Hakk’ı anmak, O’nu tanımaya çalışmak, İslâm’ın sunduğu ulûhiyyet mefhumunu kavramak ve zikirle gönlünü aydınlatmak için yukarıda sıralandığı gibi Kur’an ve Sünnet’te yer alan isimlere müracaat edilmelidir. Allah’ın isimlerini başkalarına takmak, O’na mahsus kavramların başka varlıklarda bulunduğuna inanmak veya zatına lâyık olmayan isimlerle O’nu anmak, âyette belirtildiği üzere, hak yoldan sapmak (ilhad) ve gerçeğe karşı çıkmaktır.
Şüphe yok ki esmâ-i hüsnâ, dinî metinlerde ve müslümanların hayatında büyük bir yer tutmaktadır. Lafza-i celâl dediğimiz Allâh ism-i şerifi Kur’ân-ı Kerim’de 980, “yaratan, terbiye edip geliştiren ve yaşatan” mânasındaki rab kelimesi 960 civarında, rahmân 57, rahîm 115 defa geçmektedir. Allâh, rahmân ve rahîm isimlerini toplamış bulunan besmele, dinî görevlerini yerine getiren müslümanın günlük hayatında yüzlerce defa tekrarlanır.
“Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla.”