Bilimin ayrı, felsefenin ayrı, dinin ayrı hakikatleri olamaz fakat yanlış bilim, yanlış felsefe ve yanlış din anlayışları olabilir.
Dinbilim ilişkisi hakkında ilk olarak “Hangi bilim ve hangi din anlayışından bahsediyorsunuz?” diye sorun.
Salt bilimle evrenin duyulmayan sesini duyarız, bilimdin birlikteliğiyle ise muhteşem bir müziği dinleriz.
Bilgimizdeki eksikliklerle değil, artan bilgimizle Allah’ın sanatına tanıklık ederiz.
“Her kültüre anlayış gösterme” yaklaşımını savunanlar, “Kendi kültürüme göre her kültüre anlayış göstermem” diyen birine de anlayış göstermeleri gerekince çelişkiye düşmeleri kaçınılmazdır.
İçimizde fıtratın delilleri, evrende muhteşem sanatın ve kudretin tezahürleri, elimizde Kuran’ın ayetleri varken Allah’tan nasıl şüphe edilir?
İman için aklı reddedenler, imanı en büyük dostundan mahrum ederler.
Çöp bilgilerin etrafı sardığı günümüzde felsefenin en önemli vazifelerinden biri çöpçülüktür.
Temel soru atomu nasıl gördüğümüz değil, görmenin nasıl var olduğudur.
Ne mutlu Allah’ın yarattığı evrenin, verdiği aklın, biçimlendirdiği benliğin ve gönderdiği Kitap’ın çelişmediğini bilenlere!
Yapay zeka birçok alanda insan zihninden daha başarılı olabilir ama en basit bilinç durumunu bile taklit edemez; arada derece farkı değil, mahiyet farkı var.
Allah’a atıf yapmayan biri de ahlaklı olabilir ama rasyonel bir ahlaki yapıyı temellendiremez.
Maddenin özü itmeçekme ve dalgaparçacıktır. Peki “iyi” ve “güzel” neredendir?
“Bilginin tek kaynağı bilim, bilimin tek kaynağı gözlem ve deneydir” diyenler, bu iddialarının bile gözlem ve deneye dayalı olmayan felsefi bir iddia olduğu görememekteler!
“Her şey şüphelidir” diyenler, bu yaklaşımlarıyla şüphesiz bir şey iddiasında olduklarının farkında olmadan kendilerini yalanlarlar.
Arzularımızda dercedilmiştir varlığın ve hayatın sırları.
Gerçeğe geleneği, moderniteyi ve yüceltilmiş kişileri gerçeğin mutlak kaynakları olarak görerek değil; Kuran, akıl (felsefe) ve bilimle ulaşabiliriz.
İnsan aklını sürekli anlamaya davet eden Kuran, aklı kullanmayı ibadet seviyesine yerleştirir. Bu, bilgeliğe en üst seviyede bir değer kazandırır ve Allah’tan dolayı bilgiyi sevmeyle bilmekten dolayı Allah’ı sevmeyi kaynaştırır. Bildikçe sever, sevdikçe Allah’ın davetinden dolayı daha çok bilmek istersiniz. Bu, felsefenin şükürle birleşmesidir.
Ontoloji ahlakı belirler. Doğru ontolojiyle buluşma din üzerinden olduğu için bu ilke “Din ahlakı belirler” şeklinde de okunmalıdır.
İnsanın fıtratında neden ancak Allah’ın buyrukları varsa rasyonel temeli olacak özellikler mevcuttur?
Ancak Allah’ın diniyle rasyonel temele kavuşan ahlaki yasalardan hareketle dinin içeriği nasıl eleştirilebilir?
Ateist veya teist varoluşçulardan, Hume’dan, Kant’tan, Marksizmden, pozitivizmden, postmodern yaklaşımlardan, aklı küçümseyen dini ekollerden hareketle Allah’ın varlığı için sunulan delillerin tarihin tozlu raflarındaki yerini aldığı ve modasının geçtiği şeklindeki söylemlerin naifçe, hatta daha da kötüsü bilgisizce yapılmış yaklaşımlar olduğu ve tutarlı bir temele dayanmadığı kanaatindeyim.
Akıl temelli deliller, bir yandan Kuran’a inanıp da inancını temellendirmek isteyenlere istediklerini sunarken, bir yandan da Kuran’ın otoritesini kabul etmeyenlerle insanlığın ortak zemini olan akıl üzerinden irtibat kurmak için aracı görevi görürler.
Düşünce tarihi içerisinde Allah’ı tanıtan iki kitap olduğu ifade edilmiştir; bunlardan birincisi Allah’ın vahyini içeren kitap(lar), diğeri ise evren kitabıdır. Bunlara “insan doğasını” (fıtratı) eklemek gerekir. Bu üç kitaptan hareketle varılan sonuçların birbirini onaylaması, her birinden çıkarılan sonucu daha da güçlendirecek niteliktedir.
Bilimsel tarif, güçlü nükleer kuvvetin, birbirlerini iten protonları çekirdekte bir arada tuttuğunu söyler ama bu açıklama, neden evrenin her köşesindeki maddenin böyle bir kuvvetin işleyişini belirleyen yasalara uyduğunun ve neden böyle yasaların var olduğunun açıklaması değildir.
Eğer evren düzensiz, kaotik bir yer olsaydı, insan hiçbir zaman bebeklikteki şaşkınlığından çıkamazdı.
“Rabbim kim?” diye sorarak Yaratıcısı ile irtibat isteyen bir fıtrat yaratan Allah’ın bu soruya cevap vermemesi düşünülemez.
Yaşam arzumuzun objesi olan ahiretin varlığının gerçekleşmesi; bu evrene aşkın olanı ama aynı zamanda insanların arzularından haberdar olacak kadar içkin olanı, üstelik bunu gerçekleştirecek kadar bilgili ve kudretli olanı, yani Allah’ın varlığını gerektirmektedir.
İnsanın iradesini yok saydığınızda bütün insanlık tarihindeki gelişmeler anlamsızlaşacaktır.
Materyalistateist varlık anlayışında, evreni aşkın hiçbir varlık olmadığından, bilinçsiz madde parçacıklarından oluşan evrenin bağlayıcı ahlak yasaları empoze etmesi düşünülemez.
“Neden farklı arzularımız bizi Allah’ın varlığına inanmaya yöneltecek şekildedir?” tarzındaki olağanüstü önemdeki sorunun yegane rasyonel cevabını teizm sunmaktadır.
Neden ahlaktan yoksunluk değil de ahlaki farkındalık var?
Doğuştan sahip olunan ahlaki özellikler, bir hedefe otomat gibi yönelmekten farklı bir şekilde “iyikötü, doğruyanlış, adaletliadaletsiz” gibi temel kavramların “farkındalığıyla ahlaki seçim yapacak” bir kapasiteyi de insan için mümkün kılmaktadır.
Doğuştan ahlaki özelliklerimizin talebi ahlakın illüzyon olmamasıdır; bu ise Allah’ın ahlaki buyruklarına, yani bunları ulaştırmadaki tek alternatif olan dine doğuştan muhtaç olacak bir yaratılışla (fıtratla) var edilmiş olduğumuz anlamını taşır.
Sorumluluk ancak iradenin varlığıyla anlamlıdır. İradesi olmayan bir insanın yaptıklarıyla tepeden yuvarlanan bir kaya arasında ne fark kalır? Tepeden yuvarlanan bir kayayı sorumlu tutmak ne kadar anlamsızsa iradesiz insanı sorumlu tutmak da o kadar anlamsızdır.
Bir Müslümanın evrende ve canlılar dünyasında bilimin açıklayamadığı boşluklar bulmayı “din” adına arzu etmesi için bir sebep yoktur. Elbette bilimin açıklayamadıkları vardır ama bilimin açıklayamadığı alanlar olması, bunun “din” adına arzu edilmesini gerektirmez.
Evrimin doğru olup olmadığı ayrı, İslam’a uyup uymadığı ayrı bir tartışmadır. Önce bu ayrımı yapmak, sonra İslami açıdan sorun zannedilenleri masaya yatırmak gerekir.
“Bir Müslüman evrimci olabilir” demek “Evrimci olmalıdır” demek değildir. “Evrim Kuran’la çelişmez” demek “Kuran’dan evrim çıkar” demek değildir.
Kuran’da kınanan Firavun ve Ebu Leheb gibi kişiler insandır fakat bu hususu kimse insan onuruna zıt bulmamıştır! İnsan türünün üyeleri arasında böylelerinin olmasını insan onuruna aykırı bulmuyorsak, hayvan türleriyle hayat ağacındaki herhangi bir ilişkiyi insan onuru açısından nasıl sorun olarak görebiliriz?
Bir Müslüman, Hz. İsa’yı ilahlaştıranlardan dolayı Hz. İsa’ya sevgisinden vazgeçmediği gibi, bilimi ateizm için araçsallaştırmaya çalışan ateistler yüzünden Allah’ın yarattığı varlıkları tanımada en önemli yardımcılardan biri olan bilimden de vazgeçmemelidir.
Yanlışa düşmekten korumada araç olan şüphecilikle, kendisi hedef olan kutsanmış şüpheciliği ayırt etmek gerekir. Birincisinin gayesi gerçeğe ulaşmak, ikincisinin gayesiyse postmodern safsatacılıktır.
Entropi;
Katı ve ironik,
Tavizsiz ve olasılıkçı,
Sonun ve başın habercisi,
Düzensizlik ve düzen sebebi,
Determinist ve mucizeye imkandır.
Entropi;
Kimine yeis kimine de ümittir.
“Bu evrenin anlamı nedir?”, “Hayatın anlamı nedir?”, “İyi ve kötünün rasyonel temeli nedir?” ve “Güzel kavramı izafi midir?” gibi soruların cevabı bilimin sınırlarını aşmaktadır.
Materyalizmde olduğu gibi pasif, umursamaz, farkındalıksız maddeyi başlangıç yapınca, bu maddeyi kaç trilyon yıl boyunca, hangi şekilde birleştirirseniz birleştirin; akla, iradeye ve bilince benzer bir unsurun buradan çıkmasını beklemek için hiçbir sebep yoktur.
Kuran, bilimsel faaliyetler için gerekli ön kabulleri inşa eder ve verdiği motivasyonla bilimsel uğraşa teşvik eder.
İnsanın içinden gelen öğrenme arzusu, evrenin incelenmesini desteklese de, içten gelen bu arzu, evreni incelemenin neden değerli olduğunu göstermek için rasyonel temel sunmaz.
Aklın inanma ve inkar sürecinde etkisi olduğunu görmezden gelmek de her şeyi akılcı deliller ileri sürmekten ibaret sanmak da önemli hatalardır.
Allah’ın yarattığı doğa ve Allah’ın gönderdiği din çatışmaz fakat insanların doğayı anlama gayretini ifade eden bilim ve insanların Allah’ın gönderdiği dinden çıkardıkları teolojiler çatışabilir; eğer bir sorun varsa bu sorun, insanın ya doğayı ya dini ya da ikisini birden yanlış veya eksik anlamasından kaynaklanmaktadır.
Ateistevrimci görüşe göre akıl, doğruyu bulmak için değil hayatta kalmak için oluşmuştur. Dolayısıyla bu görüşün sahipleri, kendi akıl yürütmelerine güvenecek bir zemin bulamayarak kendi kendilerini çürütürler.
Zayıf aklın daha çok iman edeceğini sanmak bir kuruntudur; böylesi bir aklın sadece hurafelere düşme ihtimali artar.