İslam sadece bir hakikat değildir; her türlü hakikati hakikat yapan bir hakikattir.
Sağlam bir dini anlayışın gelişebilmesi için hem duyguların hem de aklın güçlenmesi gerekir.
Kuran aklı ilahlaştırmaz ama aklı kullanmanın dine hizmet ettiğini gösterir.
Kuran’ın ya en büyük gerçek ya da en büyük yalan olduğunu dinsizler bile kabul etmek zorundadır; o asla sıradan olamaz.
Kuran öyle bir zihin inşa eder ki gözümüz ve zihnimizle algıladığımız her varlıkta Allah’ın varlığıyla ilgili delilleri hisseder, görür, takdir eder, şükrederiz.
Kuran var olan her şeyde Allah’ın sanat ve kudretini görebilen bir zihin inşa ederek, nerede olursanız olun Allah’ın varlığını hissetmenizi ve O’nu hayatınızın her anına dahil etmenizi sağlar.
Eğer arzu ve alışkanlıkların Kuran’la çatışırsa; Kuran’ı arzu ve alışkanlıklarına değil, arzu ve alışkanlıklarını Kuran’a uyarla.
Kuran’la çatıştığında, arzularını da alışkanlıklarını da çiğne ve parçala.
Kuran, olmak ya da olmamak meselesinde teklifi iletti. Ne yaparsan yap ama bu teklifi görmezden gelemezsin.
Kuran’da yer alan olağanüstü ifadeler kadar Kuran’ın, indiği dönem ve ortamın yanlış kabullerini içermemesi de önemlidir.
Kuran, Allah’tan olduğu için insanüstüdür; ancak dili, harfleri ve cümleleri ile insanlar içindir.
Kuran, kendi gücüyle yokluğu aşma imkanına sahip olmayan aciz insana, tüm dertleri giderme kudreti tekelinde olan Yaratıcısı ile bağ kurdurarak, “Allah’ın yeryüzündeki ipi” (Hablullah) vazifesini görmektedir.
İslam, dünyevi çıkarlar üzerine kurulmuş hedeflerin üstesinden gelebileceğimiz bir varlık ve ahiret anlayışı sunar.
İslam’ın Allah’tan olması demek; Yaratıcımızla bağ kurma olanağımızın bulunması, hayatın anlamının olması, ölümün bizim için de sevdiklerimiz için de bir son olmadığı, öldükten sonra yaptıklarımızdan sorguya çekileceğimiz ve öldükten sonra sevdiklerimizle kavuşma imkanının varlığı demektir. Bunlardan daha önemli, bunlardan daha sarsıcı, bunlardan daha muazzam ne olabilir?
Kuran’da Peygamberimizin putperestlerle antlaşma imzaladığını görüyoruz; Müslümanların iletişime geçemeyeceği bir “öteki” yoktur.
İslam “kaynağı” olmadığı birçok savaşta “mobilize edici” unsur olarak araçsallaştırılmıştır.
Cehalet yerine eğitimi, zevksizlik yerine estetiği, bencillik yerine dayanışmayı, tekfirleşme yerine ortak paydada buluşmayı acilen geliştirmemiz gerek.
Dinin temel sırrı imtihandır; imtihan ancak irade varsa, irade ancak kötülük varsa anlamlıdır.
Kuran hem akla hem duyguya hitap eder hem de fıtratımızın anlam, iyi, doğru ve güzelle ilgili çığlıklarına abı hayat sunar.
İslam ne cesaretsiz, erdemsiz, adaletsiz ne de namazsız, oruçsuz, zekatsız olabilir.
Kuran, uyutan bir melodi ve hafifçe esen bir meltem değildir; o, canlandıran bir şarkı ve batılı söküp atan bir kasırgadır.
Hayat görüşlerini İslam’a göre yargılayacaklarına hayat görüşlerine göre İslam’ı yargılayanlar, lokomotifi vagonlara çektirmeye kalkanlardır!
Her oruç, rızkı verenin Allah olduğuna dair imanımızın tazelenmesidir: Ancak O istediğinde O’nun verdiği rızıklardan faydalanabiliriz.
Müslüman’ın cihadı, karşısındakine nefretinden değil Allah’a sevgisinden kaynaklanmalıdır.
Becerimizi, aklımızdakini Kuran’a söyletmek için değil, Kuran’ı anlamak için kullanalım.
Bir kulun, bir metnin Allah’tan olduğunun bilincine varması, onu, bu metinle belli bir şekilde ilişkiye mecbur eder. Bu ilişkiyi gerekli şekilde kuramamak, ya Allah ya da kul anlayışında bir anlayış zaafını gündeme getirir.
Kuran’ın “bilinçli suskunlukları”nı anlayamayanlar, dine bilinçsizce ilaveler yapmışlardır.
En önemli sorunlarımızdan birisi paket programcılık: Bir kişiyi yüceltiyorsunuz, sonra her konuda bu şahsa körü körüne tabi oluyorsunuz. Bunun yerine, konuları Kuran’ın ve aklın ışığında teker teker masaya yatırma metodunu yaygınlaştırmak zorundayız.
Dindar, dünya ile ahireti; din tüccarı, ahiret ile dünyayı kazanmaya çalışır.
İslam anlamın (varoluşsal çığlığın), iyinin (ahlaki çığlığın), doğrunun (aklın çığlığının) ve güzelin (estetik çığlığın) karşılığını bulmasını; bunların hepsinin birden temele sahip olmasını sağlar. İslam’ın verdiği temelde yapılmaya değer olan (anlamlı olan), erdem (iyi), bilgelik (doğru) ve çekicilik (güzel) ile bir arada olma imkanına kavuşur. Mutlu birliktelik tam olarak budur.
İbadet sadece yapılmaz; ibadet aynı zamanda bizi biz yapar.
İslam dünyayı küçümsemez, aksine onun anlamını büyütür.
Mallarla, yakınlarla, canla imtihan edileceğimiz Kuran’da bildirildi. Neden her imtihanda kancaya takılmış balık gibi çırpınıyorsun?
Kuran insanın çaresizliğinin, aczinin, arayışının, dualarının, gözyaşlarının, en yürekten sorularının cevabıdır.
Ahlak, nihai temelini en iyi şekilde Allah’ın iyiliğinde bulmaktadır. Bu ise Allah’ı “iyi” olarak tanıtan dinin benimsenmeye layık din olduğunu gösterir. İslam bu gereği yerine getirir.
Ya cennetteyiz de cenneti cehennem kılıyoruz ya da cehennemdeyiz de cehennemi cennet kılıyoruz. İslam doğruysa birinci şık, yanlışsa ikinci şık doğrudur.
Allah’ın içimize koyduğu en önemli arayışlara cevap veren adresin adıdır İslam.
Gelenekçilik eskiyi gerçekle, modernizm ise yeniyi gerçekle karıştırma yanlışına sürüklemektedir. Bu iki beladan kurtulmada Müslümanların mihengi Kuran’dır.
Alimlerin ve kanaat önderlerinin olması normal hatta gereklidir. Ancak bir söz ya da görüşün doğruluğu onu kimin söylediğine göre değil içeriğine göre belirlenir. Sorunlu olan, birilerinin ruhbanlaştırılması ve söylediklerinin içeriği analiz edilmeden bunlara zihnin, gönlün, cüzdanın, namusun körü körüne teslim edilmesidir.
Kuran’ın hükümleri değerlendirilirken, hüküm her uygulandığında oluşan tikel etkiye değil, daha ziyade hükmün uygulanmasıyla tüm zamanlarda oluşmuş toplam etkiye bakmak gerekir.
İslam zayıf olmayı değil, zayıfın durumunun düzeltilmesini kutsar.
Aklı aşan şeyleri ihtiva ederken akılla çelişmeyen din inanılmaya layık dindir.
İnanılmaya layık bir dinden aklı ilahlaştırmaması ama aklın dine katkı yapacağını dile getirmesi beklenir.
Kuran’daki ifadeler, dini inanç ve eylemlerin “gerçek anlamları” için güvencedir. Kuran’ın insanlar için olması, bu “gerçek anlamların” anlaşılması için tutarlı bir yaklaşım geliştirilmesini zaruri kılar. Ancak, insani olan yorumların Allah’ın vahyi gibi garanti altında olmadığı unutulmamalıdır.
Din, Allah’ın vahyinin bir ürünü, vahiyden sonuçlar çıkaran teolojiler ise insan ürünüdür. Teolojilerde, insanların toplumsal şartlanmaları, önyargıları, apriori kabulleri, kavramsal ve kapasite yetersizlikleri gibi sınırlılıklarla karşılaşılır.
Allah’ın İslam’ı, dünyanın değişimine göre değişen değil, dünyayı değiştirme iddiasındaki İslam’dır.
“Vahyedilen İslam” ile “benimsenmiş olan İslam” arasında farkı belirlemek “İslam nedir?” sorusuna vereceğimiz cevap için hayati önemdedir.
Allah, insanlara mesajlarını ilettiği Kuran’a çağı aşan tarifler ve örnekler koymuştur ki insanlar Kuran’ın Allah’tan olduğunun delillerine şahit olabilsinler.
Temel mesele tarih boyunca Müslümanların ne yaptıkları değil, İslam’ın ne olduğudur.
Toplumun şekillendirdiği aklı Kuran ile düzeltmek yerine Kuran’ı toplumun şekillendirdiği akla uydurmak, Kuran’ın Allah’tan olduğu iddiasıyla çelişkilidir.
Kuran, aklı taklitten kurtaracak araç, taklidi ise İslam’ın özünden uzaklaştıracak düşman olarak tanıtır. Bugünse İslam’ı bir taklit dini yapmaya kalkanlar, kılıçlarını akla ve onun sofistike uygulaması felsefeye karşı çekmiş vaziyetteler.
İnsanın Allah’tan gelecek ahlaki buyruklara göre yaratılmış olması ve Allah’tan ahlaki buyrukları ulaştırma hususunda dine alternatif bir kurumun gösterilemeyecek olması, insanın, Yaratıcısı tarafından, O’nun ahlaki buyruklarını ileten dine uyacak şekilde yaratıldığı anlamına gelmektedir. Bu, insan fıtratının dine göre biçimlendirilmiş olması anlamını taşımaktadır.
Suya karşı arzumuz, suyun var olması gerektiğini gösterir ama susuzluktan ölmeme garantisi vermez. Aynı şekilde en derinden gelen arzularımız, Allah’ın gönderdiği dinin var olması gerektiğini gösterir ama bu dine herkesin inanacağının garantisini vermez. Ayrıca doğal arzularımızdan olan susamayı tatmin eden suların, ağır metallerle insanlar tarafından kirletilme olasılığı olduğu gibi, özgür irade sahibi insanların, Allah’ın gönderdiği dini kirletme ve tahrif etme olasılığı da mevcuttur.
Allah’ın insanların yaratılışına/fıtratına yerleştirdiği özelliklerin dini gerektirmesi, Allah’ın gözlerimizi dine çevirdiği anlamını taşır ve Allah’ın din göndermesi gerektiği görüşünü, Allah’ın din göndermediği görüşünden daha rasyonel kılar.
Doğuştan sahip olduğumuz ahlaki özelliklerimiz üstünde kilit olan bir kapı gibidir ve bu kapıyı açacak anahtar Allah’ın buyruklarıdır. Bu kilidin bu anahtarı gerektirmesi bu anahtarın varlığının bir delilidir. İslam, bu anahtarın adıdır.
Akıl üzerinde düşünen kişi, salt aklıyla “Nereden geliyoruz?” ve “Nereye gideceğiz?” gibi en temel sorulara cevap bulamayacağını fakat aklı aşan bu sorulara cevap vermesi mümkün olan, Yaratıcısının cevaplarını içeren bir sistem (din) aracılığıyla bu sorulara cevap bulabileceğini de anlar.
İslam yaratılış, dünya, imtihan, ahiret bağlantısını kurarak resmin tümünü görmemizi ve yaratılışın bu çerçevede “anlamlı” ve “güzel” olduğunu kavramamızı; karşımızdakinin gürültü değil müzik, saçılmış boyalar değil resim olduğunu anlamamızı sağlar. Bazılarına göre İslam’ın bakışı; gürültüyü müzik, saçılmış boyaları ise resim sanan bir saflık, bir romantizmdir. İslam’a göre, müziği gürültü, resmi rastgele saçılmış boyalar sanmak, güzelliğin ihtişam ve coşkusunu algılayamamak; kalplerin katılaşması, kulakların sağırlaşması, gözlerin körleşmesidir.
İslam, Yaratıcı ile yaratılanlar arasındaki bağı ortaya koyarak; gözlemlediğimiz evrenin gürültü değil müzik, saçılmış boyalar değil resim olduğunu kavramamızı sağlar.