İslam kadın düşmanı mıdır? İslam’da kadın düşmanlığı var mıdır? İslam ve Kuranda kadınların durumu nedir?

İslam dini hakkında doğru bilinen yanlışların başında kadın konusu gelmektedir. İslam, bazı kişi ve çevrelerin sandığı gibi kadın düşmanı ya da kadını erkekten aşağı gören bir din değildir. Kadını erkekten aşağı gören ve en doğal haklarını dahi kadının elinden alarak ona zulmeden zihniyetin temel dayanağı, Kuran’a ve Peygamberimiz Hz. Muhammed’in üstün erdemi ve ahlakına hiç uygun olmamasına rağmen Peygamberimiz üzerinden uydurulan rivayetlerdir.

Bu türden hadis rivayetlerinin önemli bir kısmı erkek egemen bir anlayış ve dille uydurulup rivayet edildiği için, uydurulan dinde kadının sıradan bir eşya kadar değeri yoktur. Oysa Kuran, kadın ve erkeğin yaratılışları itibarıyla doğal olarak farklı özellikleri olduğuna dikkat çekse de erkek ve kadının birbirlerine üstünlükleri olmadığını, üstünlüğün takvada yani hem Allah’a hem de yarattıklarına karşı duyarlı ve sorumluluk bilinci içinde erdemli yaşamada olduğunu vurgular.

Günümüz dünyasındaki en gelişmiş ülkeler için bile oldukça yeni olan kadına özgür bir birey olarak bakma anlayışının, yedinci yüzyılda Kuran tarafından ortaya konulduğu görülmektedir. Özellikle Kuran’ın indiği dönem ve toplumun sosyal yapısı dikkate alındığında bu, tam anlamıyla devrimsel bir anlayıştır. Buna rağmen Kuran’dan önce önde gelen ailelerin kadınlarının dışında kadının pek bir önem ve değerinin olmadığı Arap toplumuna bu değişim ağır gelmiş, Peygamberimizin vefatından sonra yavaş yavaş eski kültür ve adetlere dönülmeye başlanmış ve muhtemelen “Böyle olursa bu kadınlar ile başa çıkamayız” mantığı ile Kuran’ın kadına verdiği değer ve haklar zamanla, hemen hepsi erkek olan fıkıhçı, hadisçi ve tefsirciler tarafından yavaş yavaş ellerinden alınmıştır. Bu tavrı meşrulaştırmak için de Peygamberimiz üzerinden kadınlar ile ilgili birçok hadis uydurulmaya başlanmıştır.

Peygamberimizin zamanında kadın olmanın medeni ölçüler içinde kadınerkek sosyal ilişkileri açısından hiçbir kısıtlayıcı etkisinin olmadığı bilinmektedir. Kadınlar erkekler gibi haklara sahiplerdir ve örneğin Müslüman hamımlar peygamberleri ile serbest bir şekilde görüşüp konuşabiliyor, erkekler ile aynı ortamlarda bulunabiliyor, kendilerine danışılıyor ve görüşleri alınıyordu. Hasanı Basri (ö.728) kadınların erkeklere selam verdiklerine dikkat çekiyordu. Çünkü Peygamberimizin döneminde kadınlar ile erkeklerin selamlaşmalarının İslam terbiyesi gereği olduğu bilinmekteydi. Yine kadınların erkekler ile birlikte namaz abdesti almalarında, aynı sofraya oturup birlikte yemek yemelerinde bir sakınca görülmediği gibi kadınların gerek sokakta gerekse camide Hz. Ömer’e açık ve cesur bir şekilde görüşlerini ifade ettikleri hatta sert tenkitlerde bulundukları, Hz. Ömer’in de kadınların haklı itirazlarını kabul ederek görüş ve kararlarını değiştirebildiği biliniyordu. Kuran’ın kadınlara tanımış olduğu en doğal haklar ve İslam inanç sisteminin beraberinde getirmiş olduğu medeni hayatın insanlar tarafından özünden uzaklaştırılması ve olmadık inanç ve kabuller ile amacından saptırılması sebebiyle kısa zaman içinde kadın ‘fitne’ unsuru sayılmış ve yavaş yavaş toplumdaki son derece önemli olan konumundan uzaklaştırılarak adeta erkeği saptıran ve onu yoldan çıkartan bir mikrop olarak görülmeye başlanmıştı. Bu zihniyetin Hz. Peygamberin Kuran ile inşa ettiği medeni toplum yapısına çok sarsıcı zararları olmuştur. Bu noktada Matar ibn Tahmân’ın (ö.129/746) bu konudaki beyanı tarihi bir değer ve önem taşımaktadır: “Vaktiyle kadınlar meclislerde erkeklerle birlikte otururlardı. Fakat şimdi kadının bir tek parmağı bile fitnedir.”

Konu ile ilgili sözlerini özetleyip derlediğimiz Prof. Dr. Mehmet Said Hatipoğlu’nun şu açıklamalarına katılmamak mümkün değildir: “Yukarıda işaret ettiğim fitne mikrobunun, en mühim tahribatını maalesef kadınların öğreniminde yaptığını görüyoruz: Hanımları fitneden koruyabilmek için cehaletten medet ummak suretiyle! Bu işi, bazı ilim adamı geçinenlerin vazife edinmiş olması, meselenin en acıklı tarafı olmalıdır. Bunun üzerinde biraz durmayı gerekli görüyorum. İslami kaynaklarda okuduğumuza göre, ilk Muhacir hanımlarından Şifa Hatun, Hz. Peygamber’in hanımı ve Hz. Ömer’in kızı olan Hz. Hafsa’ya yazı öğretmiş, müstesna vasıfta bir değerdir. Halife kendisinden fikir alırdı.

Hz. Peygamberin sünnetine sahip çıkan benzer hanımlar, ilk devirlerden itibaren topluma olan sorumluluklarını hakkiyle yerine getirebilmek için, kültürel sahada da yetişip çalışmayı vazife bildiler. Batı dünyasında emsali bulunmayacak örnek şahsiyetler oldular. Ne var ki, ilk asırlarda tohumları atılan sosyal çalkantıların, fitne tehlikelerinin, kadınları sarmasından korkan erkek takımı, onları duvarların arkasında hapsetmeyi çare zannettiler ve bu sakat düşüncelerini tatbik ettirebilmek için de, Hz. Peygamber adına konuşmayı metot edindiler. Zira Kuranı Kerim’e işlerine yarayacak ayet eklemek ellerinden gelmiyordu, hadisi kullanmaya mecbur kaldılar. 627 senesi Hudeybiye barışına takaddüm eden saatlerde, hanımı Ummu Seleme’nin tavsiyeleri ile hareket etmiş bir Peygamber’in modeli ortada iken, “Kadınlarla müşavere edin, fakat dediklerinin zıddını yapın” emrini o büyük zata isnad etmekten utanmayan Müslümanlar vücut buldu. Sahabe devrinde, uzak bölgedeki erkekler, bilgin hanımlara yazıyla başvurup yazılı cevap alabiliyorken, hanımları cahil bırakarak fitneyi yenebileceği zehabına (sanısına) kapılan ve bu yolda Peygamber’i istismar eden zavallı babalar görüldü.”