Keramet nedir? Keramet örnekleri neler? İslam’da keramet var mı? Keramet sahibi kimlerdir?

Allah dostu kabul edilen kişilerin elinden çıkan olağanüstü olaylar ve bu kişiler tarafından sergilenen olaylar olarak kabul edilen kerâmet meselesinin de tam anlamıyla temelsiz ve kurgusal kabullere dayalı olduğu görülmektedir. Allah, gerçek anlamda iman sahibi ve samimi kullarını desteklemek üzere onlara yardımcı olabilir. Kuran’da dikkat çekilen ve savaşta Allah’ın inkârcılara karşı galip gelmeleri için inananları desteklemesi hadisesi bu şekilde anlaşılabilir. Ancak bu yardım ve destek, Peygamberimiz de dâhil olmak üzere oradaki inananlardan herhangi birisinin ya da birilerinin ortaya koymuş oldukları bir kerâmet ile değil Allah’ın bir mucizesi ve inananlara yönelik ilahi yardımı şeklinde gerçekleşir.

Gerek Peygamberimiz hayattayken gerekse vefatından sonra Müslümanlar arasında birçok anlaşmazlık ve sorunlar belirmeye başlamış özellikle vefatından sonra tamiri mümkün olmayacak şekilde kırılma ve ayrılıklar ortaya çıkmıştır. Peygamberimize vahiy geldikten sonra onunla birlikte iman eden öncüler arasında birçok Allah dostu olacak imanlı ve erdemli kişiler olmasına rağmen bu kişilerin hiçbiri yaşadıkları onca zorluk, sıkıntı ve eziyet karşısında herhangi bir kerâmet gösterememiş ve zalimlerin zulmüne dur diyememişlerdir. Şayet iddia edildiği gibi, Allah dostu sayılan veli kulların elinde ortaya çıkması mümkün olan sıra dışı olaylar gerçek olsalardı hem Peygamberimizin hem de onunla birlikte inananların kerâmetler göstermiş olmaları gerekirdi. Oysa böyle bir durum söz konusu değildir.

Buna rağmen literatürde evliya sınıfından kabul edilen kişilere birçok kerâmetler nisbet edildiği görülmektedir. Yoku var, varı da yok etmek, ölüleri diriltmek, diriyi öldürmek, nesnelerin mahiyetini değiştirmek, insanların düşüncelerden haberdar olmak, gayba dair olayları bilmek, uzak mesafelere kısa sürede ulaşmak, su üzerinde yürümek, aynı anda çeşitli yerlerde görünmek, vahşi hayvanları emrine almak, cansız varlıklar ve hayvanlarla konuşmak, hastaları iyileştirmek gibi birçok sıra dışı olayın evliyaların kerâmet motifleri olarak sıralandıklarını görmek mümkündür.

Tasavvuf kültüründe sûfîler tarafından gerçekleştirildiği kabul edilen kerâmetleri nakleden birtakım tarihi hikâyelerin menkıbeler olarak halk arasında yaygınlık kazandığı ve böylelikle kerâmet sahibi olduğu iddia edilen kimselerin sıra dışı hikâyelerinin insanlar tarafından dilden dile yayılarak efsaneleştirildiği görülmektedir.

Öte taraftan bu tür kerâmet hikâyelerinin İslam dışı inanç ve kültürlerden İslam’ın içine sokulduğunu ve eski dönemlerde yaşamış bazı kişilere nisbet edilen menkıbelerin bazı Müslüman sûfîlere uyarlanmış olduğu bilinmektedir. Masal ve efsanelere konu olmuş birtakım anlatıların gerçekten yaşanmış gibi veli kabul edilen kişilerin elinden ortaya çıkan kerâmetler halini almış olduğu görülür. İslam öncesi eski Türk, tabiat ve atalar kültü gibi kendilerine özgü inançları ile sonradan dâhil oldukları Şamanizm, Budizm, Zerdüştlük, Maniheizm gibi dinlerinden gelen birtakım inanç ve kabuller ile şekillenmiş motiflerin özellikle Bektaşi menkıbelerinde bolca yer aldığı görülmektedir. Öte taraftan Kuranı Kerim ve hadis kaynaklı İslami inançlardan, Kitabı Mukaddes kaynaklı inançlardan, çeşitli destansı ve mitolojik içerikli halk geleneklerinden ve Budizm gibi inançlardan birçok menkıbenin tasavvuf kültürü içinde uyarlanarak İslami bir elbiseye büründürülmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır.

“Budizm’de aziz telakkisi, tasavvuftaki veli telakkisinde olduğu gibi, kerâmet kavramıyla sıkı sıkıya bağlıdır. Başta Buda’nın kendisi olmak üzere, bütün Budist azizler, harikulade olaylar yapabilen kişilerdir. Meselâ, mevsimi olmadığı halde kuru ağaçtan meyve oldururlar; havada uçarlar; değişik kalıplara girerler. Halka ahlaki bir terbiye vermek ve Budizm’in kaidelerini öğretmek amacını güden bu menkıbeler rahipler tarafından bu dini yaymak için propaganda maksadıyla kullanılıyordu.”

Görüldüğü gibi Budizm’deki azizlerin de kerâmet sahibi oldukları ve tasavvuftaki velilere nisbet edilen türden kerâmetlerin onlar tarafından da gösterdiğine inanılmaktadır. Durum böyle olunca ya her türlü kerâmet iddiasının temelsiz ve büyük bir yalan olduğunun söylenmesi ya da Allah’a inanmayan Budist rahipler tarafından da gösterilebilen türden kerâmet iddialarının Allah’tan ve İslam dininden bağımsız olduğunun kabul edilmesi gerekir. Muhtemelen aklı başında hiçbir Müslüman, bir Budist rahibin gösterdiği iddia edilen kerâmeti dikkate almayacak ya da böyle bir kerâmete şahit olsa bile Müslümanlığı bırakarak Budist olmayacaktır. Sûfîlerin elinden çıkan kerâmetlere inanılmasının sebebi bu kişilerin Müslüman olmaları mı? Şayet bu din, evliyalar ve kerâmetler ya da atalar diniyse, bir Budist de kendi atalarından ve azizlerinden gelen kerâmet ve menkıbeler sebebiyle üzerinde bulunduğu inancı gözden geçirme ve sorgulama ihtiyacı hissetmeyecek ve dinini yaşamaya devam edecektir. Böyle bir durumda, İslam’ın neden diğer inançlara göre daha doğru ve makul olduğunu insanlara anlatma imkânı da kalmayacaktır. Çünkü her din ve inancın kendine göre bir atası ve kültürel dayanağı vardır.

İslam, birçok farklı kültürden insanın dini inancını değiştirirken bu farklı kültürdeki insanların önemli bir kısmı, eski inanç ve kültürlerindeki gelenek ve kabullerini de beraberinde getirmişlerdi. Durum böyle olunca gerçekte İslam inancı içinde olmayan birçok yabancı unsur İslam kılıfı altında biçim değiştirerek Müslümanlar tarafından dinin geleneksel ve kültürel boyutu haline gelmişlerdi. Türkler de İslam’a girdikleri süreçte benzer bir durum ile karşılaşmış, eski inanç ve kültürlerinden birçok unsuru yeni bir boyutta İslam çatısı altına almışlardır:

“Müslüman Türklerin yaşadıkları bütün coğrafyalarda ve bu arada tabiatıyla Anadolu’daki veli kültü tahlil edildiği zaman, bunun ana kaynağını İslam öncesi eski Türk inançlarının teşkil ettiği daha ilk bakışta dikkati çekecek kadar sarihtir (açıktır). Tasavvufun veli telakkisi, tabiri câizse buna bir kılıf hizmeti görmüştür… Türklerin veli kültünün temelinin Şamanist döneminde atıldığı söylenebilir. Zira eski Türk şamanları incelendiği zaman, bunların Türk veli imajına çok benzediğini fark etmemek mümkün değildir. Gelecekten haber veren, hava şartlarını değiştiren, felâketleri önleyen veya düşmanlarına fırtınalar musallat eden, hastaları iyileştiren, göğe çıkıp uçabilen, ateşte yanmayan Türk şamanları, bu hüviyetleriyle âdeta Bektaşî menâkıbnâmelerinde ve kısmen de öteki tarikat çevrelerinde yazılmış menâkıbnâmelerde yeniden hayat bulmuş gibidirler. Bu eserlerde anlatılan Türk velileri, işte böyle özelliklere sahip kişilerdir. Şamanist Türkler, şamanların harikulâde insanlar olduklarına, ruhlar, gizli güçler ile ilişki kurup onlara istediklerini yaptırabildiklerine inanırlardı. Hatta şamanlar Gök Tanrı ile de temasa geçip ondan mesajlar getirebilen şahsiyetlerdi. Onlar bu kabiliyetlerini elde etmek için, tıpkı velilerin yaptığı gibi, inzivaya çekilerek kendilerini sıkı bir riyâzata tâbi tutarlardı.”

Bazı çevreler tarafından peygamberlerin elinde ortaya çıkan sıra dışı hadiseler mucize, veli kabul edilen kişilerin elinden çıkan sıra dışı hadiseler ise kerâmet olarak kabul edilmiştir. Oysa mucizeler, peygamberlere verilmiş olan ve Allah tarafından yaratılan olaylar olarak dini bir gerçeklikken, literatürde inanan ve Allah dostu kabul edilen bir kimseden peygamberlik iddiasında bulunmadığı müddetçe gösterebileceği iddia edilen kerâmetler, gerçek dışı ve hiçbir dini dayanağı bulunmayan iddialardan ibarettirler. Peygamberimiz Hz. Muhammed’e bile kendisinden önceki peygamberlere verilen türden bir mucize verilmemişken ve Peygamberimizin tek mucizesi Kuranı Kerim iken, kendisinden sonra gelen kişilere birtakım kerâmetler verildiğini kabul etmek İslam inancı açısından kabul edilebilir olmasa gerek.