Kur’an meali, orijinal dili Arapça olan Kur’an ayetlerinin içerdiği mesajların başka dillere tercüme edilerek o dilde kazandığı anlamı ifade eder. Mealde tercüme yapan kişinin kişisel anlayış ve yorumlarının tercüme edilen metne dâhil edilmemesi gerekir. Dipnot kullanma yöntemi gibi yöntemler ile ayet hakkında bazı açıklamalar yapılabilir ancak kişisel görüş ve yorumların orijinal metnin tercümesine dâhil edildiği bir meal çalışması amacının dışına çıkar.
Kur’an’ın orijinal dili Arapça olsa da mesajı evrenseldir. Dolayısıyla dikkatli ve titiz bir çalışma ile başka dillere tercüme edilebilecek bir özelliktedir. Ayetler, açık anlatımlara ve edebi derinliği olmakla birlikte olabildiğince sade bir anlama sahiptir. Bu yüzden Kur’an’ın anlamının başka dillere tercüme edilmesinin mümkün olmadığı şeklindeki iddia gerçeği yansıtmamaktadır. Bunu iddia etmek, Allah’ın tüm insanlardan mesajını Arapça olarak okuyup anlamalarını beklediğini söylemek olur ki bu anlayışın hiçbir Kur’an ayeti ile temellendirilmesi mümkün değildir. Allah, ayetlerinin okunup anlaşılmasını söylerken sadece Arapça bilenlere değil, herkese hitap etmektedir. Ayetler Kur’an’ın gönderiliş sebebini yalnız Arap olan ya da Arapça anlayan kişilerin karanlıktan aydınlığa çıkartılması olarak değil tüm insanlara bir aydınlık ve doğru yol rehberi olarak açıklamaktadır. Kur’an, kendisi ile uyarılsınlar, Allah’tan başka ilah olmadığını bilsinler ve gerçeklerden ibret alsınlar diye tüm insanlığa yönelik bir tebliğ yani bildiri ve duyurudur. Yine ayetlerde peygamberimizin sadece Arap olanları ya da Arapça konuşup anlayanları değil tüm insanlığı uyarmak üzere geldiği ifade edilmiştir. Yine ayetlerde peygamberimizin sadece Arap olanlara değil tüm insanlara resul kılındığı hatırlatılır. Üstelik Allah tarafından sadece kendi kavmine değil ulaşabildiği herkese bu mesajı iletmekle yükümlü kılınmıştır. Bu yüzden peygamberimiz, Allah’ın âlemlere olan rahmetinin bir sonucu olarak tüm insanlığa rahmet olarak gönderilmiştir. Peygamberimiz son nebi ve resul olarak sadece kendi dönemindeki insanlara değil sonraki nesillerden İslam’a katılacak olan insanlar için de gönderilmiştir.
Kur’an’ın gönderiliş amacı; insanların Allah’ın mesajına muhatap olmaları, düşünerek akıllarını kullanmaları, doğru ile yanlışı, gerçek ile batılı birbirinden ayırt edebilmek için ilahi bir ölçüye sahip olmalarıdır. Bu yüzden tüm insanlığa hitap eden son ilahi mesajın herkes tarafından anlaşılabilmesi için tüm dillere tercüme edilebilir olması gerekir. Kur’an’ın içindeki kıssalarda peygamberlerin dilinden aktarılan sözlerin Arapça olarak verildiğini görmekteyiz. Yani bizzat Kur’an’ın kendisinde, başka dillerden Arapçaya tercüme edilerek aktarılmış sözler mevcuttur. Hz. Musa da Hz. İsa da diğer birçok peygamber de Arapça konuşuyor değildir. Allah’tan aldıkları vahiyler de Arapça değildi.
İnsanların tamamının da Kur’an’ı orijinal dilinden okuyup anlayabilecek kadar Arapça öğrenmesini beklemek ya da bunu gerekli görmek, Kur’an ile de gerçekler ile de örtüşmez. Şüphesiz Kur’an’ı orijinal dilinden okuyup anlayabilmek için iyi derecede Arapça öğrenmeye çalışmak çok takdir edilecek bir şeydir. Ancak insanlardan bu çabayı ya da imkânı beklemek gerçekçi değildir. Öte taraftan çoğu kişi bunu yapsa bile yani ömrünün on yılını Arapça öğrenmeye adasa da sonunda Kur’an’dan anlayacağı şey, titiz bir çalışma ile yapılmış mevcut meallerden daha fazlası olmayacaktır. Dolayısıyla herkes Kur’an’ı anladığı dilde okuyabilir çünkü tam da bu şekilde yani anlayarak okuduğunda gerçek anlamda Kur’an’ı okumuş sayılabilir. Anlamadan okunan Kur’an, okunmuş değil seslendirilmiş olur.
Bazı kişi ve çevreler Kur’an’ı mealinden okumaya şiddetle karşı çıkmakta ve Kur’an’ı anlamı bilinmeden seslendirilen bir kitap kılmaya çalışmaktadırlar. Oysa bir insanın kendisini yaratan Rabbinin mesajı ile tanışıp buluşmasından daha büyük bir nimet yoktur yeryüzünde. İnsanların bu nimet ile buluşmasından rahatsız olan bazı kişi ve çevreler, insanların Kur’an’ı anlamak üzere mealinden okumalarından rahatsız oluyorlar. İslam adına ileri sürdükleri temelsiz iddiaların yıkılacağı endişesinden olsa gerek insanları Kur’an’ın evrensel mesajından uzak tutmaya çalışıyorlar. Bunu yaparak gerçeği gizlediklerinin ve ahirette hesabını veremeyecekleri çok ağır yüklerin altına girdiklerinin farkında olmaları gerekir. Kur’an, tüm insanlık için doğru yola ileten bir rehber olarak gönderilmiştir. Buna rağmen bazı kişiler Kur’an’ın anlamıyla buluşmak isteyen insanlara “Kur’an’ı mealinden okursanız sapıtırsınız.” diyebilmektedir. Bu korkunç iddia, Kur’an’a gerektiği gibi güven duyulmadığının bir çeşit itirafıdır. Her Müslümanın Kur’an’ı okuyup anlaması farzdır. En iyi hangi dilde anlıyorsa o dili kullanacaktır. Bu kişiler âlim saydıkları kimselerin kitaplarının, hadis ya da tefsir metinlerinin, ilmihallerin veya kendi gruplarının yayınlarının Türkçe olarak okunmasına karşı çıkmazken Allah’ın kitabının Türkçe olarak okunmasına şiddetle karşı çıkıyorlar. Kur’an’ı anlamadan okumanın inananların imanı için daha doğru olacağını söyleyebiliyor ve Allah’ın dinini, başkalarının yorum ve anlayışına mahkûm edebiliyorlar. Kısacası bu kişiler, “Dini Allah’ın kitabından değil bizden ya da bizim söylediğimiz kişilerden öğrenin.” diyorlar. Hatta Kur’an’ı anlamak üzere mealinden okuyan ve bu şekilde dinini öğrenmeye çalışan kişileri “mealciler” etiketi ile küçük görüyor, Kur’an’ı anlama çabasını değersiz buluyor, Kur’an’ın anlamıyla hiç buluşmayan bir inancı, anlamıyla buluşan bir inançtan üstün tutuyorlar. Madem hesap günü Allah herkesi Kur’an’dan sorumlu tutacak ve soruları Kur’an’dan soracaktır, o zaman kimin Kur’an’ı hiç anlamadan daha iyi seslendirip ezberlediğine değil kimin daha iyi anlayıp ne oranda hayatına taşıyarak ayetlerini muhafaza ettiğine bakılacaktır. Kimin hangi kaynağı kendine din ya da rehber edindiğine değil herkesin Kur’an ile kurduğu ilişkiye bakılacaktır. Allah mutlaka insanlara dinlerini nereden öğrendiklerini soracaktır. İşte o gün, kimse kimsenin yardımına koşamayacak ve Kur’an dışında hiçbir kaynak, Allah katında geçerli olmayacaktır. Allah’ın kitabı olan Kur’an’a tam anlamıyla tabi olmadıkça kimse doğru yolu bulamayacaktır. Çünkü şüphesiz hidayet yani doğru yolda rehberlik sadece Allah’ın rehberliğidir. Allah’ın hidayeti (rehberliği), hidayetin (doğru yolun) ta kendisidir. Ayetlerde Yahudi ve Hıristiyanların kendi inançlarına uymadıkça peygamberimizden razı olmayacakları oysa asıl doğru yol rehberliğinin Allah’ın rehberliği olduğu, bu yüzden onların arzularına uyması durumunda peygamberimizin Allah’tan gelebilecek olana karşı herhangi bir dost ya da yardımcı bulamayacağı haber verilir. Bu ayette olduğu gibi, gerçeğe uygun hareket etmek isteyen her Müslümanın başkalarını razı etmekten ve onların arzularına uymaktan uzak durması gerekir.
Meallerin birbirinden farklı oldukları konusuna gelince, Kur’an meallerinin önemli bir kısmında bazı teknik hataların yapıldığı ya da geleneğin etkisi ile kimi ayetlere yanlış anlamlar verildiği doğrudur. Ancak özellikle son yıllarda Kur’an üzerinde daha fazla çalışma yapılması, dinin tek kaynağının Kur’an olduğu gerçeğinin daha fazla ilim insanı tarafından ifade edilmesi ve Kur’an’ın anlamının eskiye nazaran daha fazla önemsenmesi ile söz konusu hataların fark edilip düzeltildiğini ve orijinal metne olabildiğince sadık çalışmaların yapıldığını görmek mümkündür.1148 Örneğin Nisa Suresi 34. ayette erkeklerin eşlerini dövebilecekleri şeklinde eskiden beri yanlış anlam verilmiş olan mealin dövme değil, ayrılma/uzaklaşma gibi bir anlama geldiği bugün birçok kişi tarafından ifade edilen bir gerçek olmuştur.
Bu türden bazı ayetlere hatalı anlam vermenin dışında genel itibariyle ilahi mesajın bütünüyle anlaşılıp kavranmasının önünde bir engel bulunmamaktadır. Bu noktada yapılması gereken şey hataların giderilmesi ve ayetlere mümkün olan en iyi şekilde orijinal metne sadık bir anlam verilmesidir. Meallerdeki farklılıklar, daha çok ifade ediş ya da cümle kuruş şekillerinden kaynaklanmaktadır. Çoğu zaman da bazı meallerde Arapça, Osmanlıca ya da Farsça kökenli eski kelimeler kullanılırken, başka meallerde daha Türkçe ya da diğer bir ifade ile yaşayan günlük dilde kullanılan kelimelerin tercih edilmesinden kaynaklı bir farklılık algısı oluşmaktadır. Bazı mealler, kendinden önceki meallere benzememek için gereksiz yere aynı şeyi farklı ifade etmeye zorlanarak hazırlanmaktadır.
Dolayısıyla meal okumak ve Allah’ın ayetleri üzerine derinlemesine düşünmek tam anlamıyla Allah’ın razı olacağı şekilde Kur’an’ı okumaktır. Kimi zaman çeşitli kişi ve çevrelerin meal okuyan insanlara karşı eleştirel ve alaycı baktıkları görülse de Kur’an’ı anlayarak okuyan birçok kişi, Kur’an’ı okuduktan sonra gerçek İslam ile tanıştığını ve o zamana kadar kendisine din diye anlatılan şeylerin önemli bir kısmının dinde olmadığını fark ettiğini söylemektedir. Zaten insanların Kur’an’ın anlamıyla buluşmalarına engel olunmasının asıl nedeni de bu gerçeği fark edeceklerine yönelik korkudur. Bununla birlikte Kur’an’ı mealinden okuyan birçok kişinin, bu sebepten dolayı kendilerine aşağılayıcı bakan kişilerden çok daha fazla Kur’an bilgisine sahip olduklarını görmek de mümkündür. Meallerdeki bazı teknik hataların düzeltilmesi son derece gerekli ve önemlidir. Ancak bu tür hataların varlığı Kur’an’ın anlaşılarak okunmasına engel olmamalı, aksine hataların fark edilip düzeltilebilmesi için insanlar Kur’an’ın anlamıyla buluşmalıdır.
Emre Dorman