İntihar kelimesinin Tanzimat’la birlikte Türkçe’ye girdiği ve Batı dillerindeki suicide kelimesinin karşılığı olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Arapça’daki “kurban kesme” anlamına gelen nahrdan türemiş olup, “bir insanın kendini katletmesi ve öldürmesi” anlamına gelmektedir.1 Dolayısıyla farklı isimlerle adlandırılsa da intihar, insanın bilerek ve kasıtlı olarak kendi hayatına son vermesi olarak tanımlanabilir. Hem dünya genelinde hem de ülkemizde yıllara göre intihar eden birey sayısı giderek artış göstermektedir. Bu sebeple de bugün intihar, sosyologların ve psikologların ilgilendiği en önemli meselelerden biridir.
Dünya sağlık örgütü verilerine göre her yıl dünya genelinde yaklaşık bir milyon kişi intihar etmektedir. Bunu saniye olarak ifade etmek gerekirse, her 40 saniyede bir kişi intihar etmektedir ve bu oranın 2020’li yıllarda yıllık baz da 1.5 milyona ulaşması beklenmektedir. Ülkemizde intihar oranı, diğer bazı dünya ülkelerine göre yüksek olmasa da, yıllara göre artan oranda bir seyir izlemektedir. TUİK’in Mayıs 2014 tarihinde güncellenen intihar istatistik rakamlarına göre 2013 yılında Türkiye’de ölümle sonuçlanan intihar sayısı 3189 olarak verilmiş ve kaba artış hızı ise 4.19 olarak tespit edilmiştir.2 Bu, bir başka ifade ile her yüz kişiden dördünün intihar ettiği anlamına gelmektedir. Diğer ülkelere nispetle, ülkemizde intihar oranları önemsiz gibi görünse de, son yıllarda giderek artan bir ivme takip etmesi, meselenin ciddiye alınması gerektiğini göstermektedir.3 Çünkü intihar, hem dünya ülkeleri hem de ülkemiz için özellikle genç nüfus açısından ciddi bir sorun teşkil etmektedir.
İçinde yaşadığımız asır, iletişim ve teknolojideki baş döndürücü gelişme ve maddî imkânlarıyla insana büyük imkânlar sunsa da, bu gelişimi kimlik, kişilik ve karakter gelişimi anlamında paralel bir mânevî gelişimin takip edememesinin oluşturduğu boşluk, çağ insanını krizlerle ve depresyonlarla daha fazla yüzleşmek zorunda bırakmıştır. Bu durum, intihar vakalarının gelişmiş olarak nitelenen ülkelerde yoğun biçimde yaşanmasının altında yatan sebeplerin başında gelmektedir.
Biz burada intihar olgusunu genel olarak tartışmak yerine, intiharın önlenmesi ve azaltılmasında inancımızın katkısı üzerinde duracağız. Dinî inancımız, getirdiği temel felsefe, bireye kazandırdığı engin bakış açısı, anlamsızlık sorununa verdiği cevap ve ibadet ve uygulamalarıyla kişilik gelişimine doğrudan katkısıyla, insanımızın içine düştüğü bunalımın aşılmasında inkâr edilemez bir yere sahiptir. İslâm ülkelerinde ya da dinî inancını daha yoğun biçimde yaşayan bireylerde intihara daha seyrek rastlanması da bu tezimizi doğrulamaktadır.