Arapça, “örtmek ve gizlemek” anlamına gelen küfr kökünden türemiş tekfir terimi, “Birini küfürle itham etmek, mümin diye bilinen birine kâfir hükmü vermek.” anlamına gelmektedir.18 İslâm düşünce tarihinde tekfir meselesi daha çok sahâbe devri sonlarına doğru ortaya çıkmıştır. Hz. Osman’ın öldürülmesi sonrasında meydana gelen olaylar, Hz. Ali ile Muâviye arasındaki savaşta, Hz. Ali’nin saflarında bulunan ve daha sonra ondan ayrılıp Hâricîler diye teşekkül edecek grup mensupları, Hz Ali ve Muâviye başta olmak üzere onların yanlarında yer alan sahâbeleri de tekfir etmişlerdir.
Daha sonra teşekkül edecek olan Şîa içinde de siyasî konulardaki tutumları sebebiyle sahâbeyi tekfir etme anlayışlarına rastlanmaktadır. Başlangıçta Sıffîn Savaşı zemininde siyasî bir tavır olarak ortaya çıkan tekfir, sonrasında Hâricîler’in diğer konulardaki bakış açılarına da yansımış, özellikle iman, amel ve büyük günah anlayışlarının ayrılmaz bir parçası haline dönüşmüştür. Farz, nâfile her türlü ameli imanın aslına dahil ederek, bunları terkeden herkesi büyük günah işlemiş gibi kabul edip tekfir etmişlerdir. Bunun da ötesinde ortaya çıkan pek çok mezhep ve grup, hemen hemen her konuda muhaliflerini tekfir etmişlerdir.
Görüldüğü gibi tekfir meselesinin tarihi sahâbe dönemi sonrasına kadar gitmektedir. Konuyu güncel kılan ise, günümüz İslâm dünyasında da bir düşüncenin, ideolojinin ya da anlayışın, kendi dışındaki anlayışları kolaylıkla tekfir parantezine alabilmesidir. İslâm dini, düşünmeye, araştırmaya önem vermiş, ilmi ve ilmin peşinden koşmayı övmüştür. Böylesine hür bir düşünce atmosferinde farklı anlayışların, bakış açılarının ve hatta din anlayışlarının olabilmesi gayet doğaldır. Tarihten günümüze pek çok mezhep ve fırka ortaya çıkmış, pek çok farklı anlayışlar var olmuştur. Hiç kuşkusuz ki günümüzde de pek çok yorum ve farklı anlayışlar söz konusudur ve gelecekte de var olacaktır.
İslâm’ın genel ilke ve prensiplerini dar ya da sığ bir bakış açısıyla ele alarak, kendi anlayış ve bakış açılarını mutlaklaştıran, tek doğru ve dolayısıyla kurtuluşa erecektek anlayış olarak gören, bunun dışındaki anlayışları ise incelemeden ve araştırmadan tekfir silâhıyla reddeden yaklaşımlar her zaman var olabilmekle birlikte dinî değildir. Çünkü din, küfür ve küfrün sınırlarını açık ve net olarak belirlemiştir.
Dinin asılları ve farzlarını küçüksemek ve reddetmek açık küfür olarak görülmüştür. Dinin asıllarını ilgilendirmeyen salt yoruma ve içtihada dayalı farklıkları ötekileştirme, reddetme ve tekfir etme, dinîn ruhuna uygun değildir; tersine onun oldukça sığ ve yanlış anlaşılmasıdır. Ayrıca her türlü farklı anlayışı ve yorumu reddetmek, dinî düşüncenin gelişmesi önünde de ciddi bir engel oluşturacaktır.
Ehli sünnet âlimleri ehli kıbleden birinin tekfir edilemeyeceğini ilke olarak benimseyerek muhaliflerini yalnızca hataya nispet etmiş ve tekfirden uzak durmuşlardır. Ebû Hanîfe’nin, “Ehli kıbleden olan müslümanı küfre nispet etmeyiz.”22 görüşünü benimseyen Ehli sünnet, iman, amel ve büyük günah meselelerini ele alırken bu çizgide hareket etmiş ve bu konudaki farklı yaklaşımları küfre nispet etmemişlerdir. Ehli sünnet âlimleri tarafından kaleme alınan kelâm ve mezhepler tarihi kaynaklarında muhaliflere yöneltilen küfür ithamları, Ehli sünnet’in asıl görüşünü yansıtmamaktadır. Bu kaynaklarda tekfirin kullanışı, akademik ve metodolojiktir; muhatabı baskı altında tutmaya yöneliktir. Bu sebeple de dinî bir gerçeklik olarak ciddiye alınmamalıdır.
Günümüz dünyasında bazı ülkelerde ortaya çıkan tekfir hareketleri büyük ölçüde siyasî olup bir reaksiyon durumunu yansıtmaktadır. Muhatabını tanımak, düşüncesinin dayanaklarını inceleyip araştırmak yerine küfre nispet ederek reddetmek, en azından cehaletin bir ürünüdür. İslâm’ın temel esaslarını özgür iradeleriyle reddettikleri bilinmeyen insanları, onların tutum ve davranışlarından hareketle, zannî delillerle tekfir etmek, inancımız açısından da son derece risklidir.
“Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapınız. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimet) göz dikerek, ‘Sen mümin değilsin.’ demeyiniz. Allah katında pek çok ganimetler vardır.” âyeti açık bir biçimde, insanların açık beyanına dayanmayan ve sırf durumdan vazife çıkararak insanları tekfir etmenin yanlışlığını vurgulamaktadır.
Ayrıca Peygamber Efendimizin bir hadisinde, müslüman kardeşine kâfir diyen kimsenin sözü isabetli ise muhataba gideceği, değilse dönüp dolaşıp kendisine geri döneceği beyanı, tekfir konusunda son derece titiz davranılması gerektiğini vurgulamaktadır. Bilmeden, araştırmadan ve durumdan vazife çıkararak birini küfürle itham etmenin kendi inancımız açısından da risk oluşturacağı ve bu küfrün dönüp dolaşıp bize dönebileceği ifade edilmektedir.