Yunanca’da “Tanrı” anlamına gelen theos kelimesinin başına olumsuzluk eki olan “a” getirilerek oluşturulmuş bir terkip olup, “Tanrı inancı olmayan veya herhangi bir tanrıya inanmayı reddeden kişi, tanrıtanımaz.” anlamına gelir. Tanrı’ya inançsızlık anlamına gelen kelime aynı zamanda bu yönde gelişmiş bir akımı da ifade eder. Türkçe’de bunu tanımlamak için dehrî, zındık, inançsız, tanrıtanımaz gibi kelimeler kullanılmaktadır. Aslında ateizm çok boyutlu ve karmaşık bir akımdır. Onu bütün karmaşıklığı ile tanımlayabilecek uygun bir tanımı bulmak oldukça zor olsa da, en genel anlamıyla yukarıdaki tanımı yapabilmek mümkündür. Yine de ateizmi tanımlamak için kullanılan her terim temsilîdir ve çoğu kere de, tarihten seçilebilecek bazı örneklerle daha iyi anlaşılabilir bir karakter taşır.
Ateizm, pek çok kimse tarafından bilimsel ve felsefî bir sistem olarak görülse de hakikatte hiçbiri değildir. Zira bilimsel ateizm yoktur. Çünkü hiçbir bilim, tek başına Tanrı kavramını değerlendirme yetkisine sahip değildir.
Ateizm bilimsel bir sistem olmadığı gibi felsefî bir sistem de değildir. Çünkü hiçbir felsefî sistem, ilk sebebi ve bütün mevcudatın sebepsiz ilkesini inkâr edememiş, aksine onu maddî temelde açıklamayı tercih etmiştir.
Bunun ötesinde, ateizmin, Hıristiyanlığın ve özellikle kilisenin bilime ve bilim adamına yönelik ortaya koyduğu baskıcı tutuma karşı tepkisel bir hareket olarak ortaya çıktığı dikkate alınırsa, “sanki Tanrı yokmuş gibi” sürdürülen bir hayat tarzına göndermede bulunduğunu söylemek mümkün görünmektedir. Aslında her ateist yüce ve yaratıcı bir Tanrı’nın varlığının farkındadır, ancak buna rağmen Tanrı yokmuş gibi hayatını sürdürmekte ve davranışlarını ona göre şekillendirmektedir. Dolayısıyla ateizm bir zihin ve bir davranış problemidir. Belki de bu sebeple, hakikatte bilimsel ve felsefî bir ateizm yoktur; aksine ilmî metotlarla ele alınan birtakım problemlerle dopdolu bazı zihinlere has bir ateizm vardır.
İnsan zihninde doğuştan “Tanrı” mefhumunun mevcut olmadığını savunan teze “mutlak ateizm” adı verilmiştir. Bu anlayışa göre insan doğuştan zaten Tanrı kavramına sahip olmadığı için reddedecek bir şeyi de mevcut değildir. Ancak insan düşünce ve zihninde doğuştan “Tanrı” mefhumunun bulunmaması anlamında mutlak bir inançsızlığın düşünce ve pratikte imkânsız oluşu bir tarafa, böyle bir inançsızlığın nasıl tespit edilebildiği de bilinmemektedir. Başka bir anlatımla, Tanrı kavramının yaratılıştan ve fıtrî oluşunu savunmak çok daha kolayken, bunun mevcut olmayışını savunmak ve ispatlamak son derece zordur. İslâm düşünürlerine göre Tanrı inancı fıtrîdir ve insan doğuştan yüce bir yaratıcıya inanmaya eğilimlidir. Bir ateist her fırsatta bir Tanrı’nın mevcudiyetine inanmadığını söylese de, varlığının derinliklerinde her zaman bir Tanrı fikri saklıdır. Mutlu ve sağlıklı günlerinde Tanrı’yı inkâr eden bir ateistin, sıkıntılı zamanlarda Tanrı’ya sığınması da bunun bir delilidir.
Ateizmin diğer türünü “teorik ateizm” oluşturmaktadır ki bu “Tanrı’nın varlığının inkâr” edilmesi anlamına gelip, ateizm deyince akla gelen türü de budur. Burada Tanrı’nın varlığının düşünerek, tartışarak, deliller üreterek inkâr edilmesi söz konusudur. Bu çerçevede inananların Tanrı’nın varlığı lehine ortaya koyduğu deliller tartışılmış ve karşıt tezler üretilerek çürütülmeye çalışılmıştır. Teorik ateizm, yalnızca Tanrı’nın varlığının reddi ile sınırlı kalmamış, Tanrı kavramıyla ilişkili olan âhiret, nübüvvet, vahiy vb. pek çok husus da inkâr edilmiştir. Bu anlamı içinde ateist, yalnızca Tanrı’ya inanmayı reddetmemekte aynı zamanda niçin inanmadığını da açıklamak zorunda kalmaktadır. Bunu yaparken diğer taraftan da inananların Tanrı’nın varlığı lehinde ortaya koyduğu delilleri de eleştirmekten geri kalmaktadır.
Ancak şunu hemen belirtelim ki bütün çabalarına rağmen ateistler, özgün ve yeterince güçlü deliller ortaya koyamamışlardır. Pek çok ateist ise belli bir zaman sonra savunduğu temel tezlerin yanlışlığının farkına varmış, bu düşüncelerini terketmiş ve yüce bir yaratıcının varlığı düşüncesine meyletmişlerdir.5 Diğer taraftan, inananların Tanrı’nın varlığı lehinde ortaya koydukları deliller çok daha güçlüdür.
Bir insanı yüce bir yatıcıya inanmaya götüren pek çok delil söz konusudur. İnsanın gündelik yaşamından, psikolojik durumuna, evrenin yaratılışından yaratılıştaki düzen ve intizama kadar insanın çevresindeki her şey, insaf sahibi insanı Allah inancına götürmektedir.
İnsan ön yargılarından uzak bir şekilde çevresine baktığında ve eşyanın arkasındaki düzeni, intizamı ve hikmeti tefekkür ettiğinde yaratıcı bir Tanrı’ya inancı güçlenmekte ve O’nu inkâr neredeyse imkânsız hale gelmektedir. Elbette ki inanan bir insanın Tanrı’nın varlığı lehinde ortaya koyduğu deliller de tartışılabilir ve eleştirilebilir. Hatta bazı durumlarda zayıf olduğu da düşünülebilir. Delillerin zayıf olması ve bu konuda inanan insanın ortaya koyduğu argümanın yetersiz kalması, o delil ve argümanın ispat ettiği gerçekliğin var olmaması anlamına gelmez. Bu durum yalnızca insanın ortaya koyduğu entelektüel çabanın yetersizliğini gösterir. Oysa ki Ehli sünnet kelâmcılarına göre, delil ile delilin ispatladığı şey tamamıyla birbirinden farklıdır. Tanrı, zatı gereği delillerle ispatlanmaya muhtaç değildir. Deliller yalnızca inanan insanın kendi zihin dünyasını tatmin etmeye yöneliktir.
Ateizmin en yaygın biçimlerinden biri de yukarıda da kısaca temas ettiğimiz “sanki Tanrı yokmuş gibi yaşama”yı dile getiren ve bunun bir yaşam tarzına dönüştürülmesiyle de pratik görünüm kazanan türüdür. Burada ateist, düşünce ve pratikte Tanrı’yı hayatına sokmamaktadır. Bu tutumuyla kendini özgürleştirdiğini düşünmekte, Tanrı’yı kendi dünyasından uzak tutarak bir anlamda dinin kendisine yüklemiş olduğu sorumluluklardan da kaçmaktadır. Ateizmin bu türünde insanın kendine karşı dürüst olmaması ve kendi kendini kandırması söz konusudur. Çünkü inanma, insanın özünde mevcut yaratılıştan gelen bir duygudur ve ne tür bir hayat sürdürürse sürdürsün, vicdanının derinliklerinde merhamet, şefkat, yardımlaşma ya da yüce bir varlığa sığınma ihtiyacı vardır. Bu açıdan bakıldığında bir insanın inançsız yaşaması oldukça zordur. Pek çok değerimizin dejenere edildiği günümüz hayat tarzında, kör ideolojilerin kuşatılmışlığı içinde bulunmayan her insan, vicdanından gelen sese kulak verdiğinde yaratıcıya götüren yolu kendi derununda hissedecektir.
Bazı ateistler ise, Tanrı’nın varlığını reddetmek yerine bu konulara sırt çevirmeyi ve ilgilenmemeyi tercih etmişlerdir. Tanrı’nın varlığı ve yokluğu ile ilgilenmemeyi ve uzak kalmayı benimsemişlerdir. “ilgisizlerin ateizmi” olarak da adlandırılan bu inançsızlık türüne göre insan ancak mevcut ve gözle görülenle ilgilenmeli ve onun ötesinde varlıkla ve âlemle ilgilenmemelidir. Bu düşünce sahipleri, Allah’ın varlığı kadar yokluğuyla ilgili tartışmalarla ilgilenmeyi de anlamsız görmektedirler. Pozitivist düşüncenin bir hipotezi olarak ortaya çıkan bu anlayış, doğrudan doğruya Tanrı’nın varlığını reddetmese de, hakikati tamamıyla görülebilir olanla sınırlaması ve onun ötesinde hakkında düşünülecek ve inanılacak bir hakikat kabul etmemesi yönüyle ateisttir. İnananların kabul ettiği türden bir Tanrı’ya inanmayı ve onun da ötesinde O’ndan söz etmeyi anlamsız saymaktadır.
Ancak bu yaklaşım, beşerî tecrübenin önemli bir kısmını görmezlikten gelmekte ve hakikati yalnızca gözle görülebilir olanla sınırlamaktadır. Bu sebeple tarihte pek çok kesim tarafından eleştirilmiş ve hatta kendi içinden güçlü eleştiriler almıştır. Çünkü görülebilir dünyanın dışındaki âlemler, (Allah, melekler ve âhiret hayatı gibi) pek çok insan için derin anlamlar taşımakta, beşerî tecrübeye katkı yapmakta, hayatı anlamlandırmakta ve onlar için vazgeçilmez önem taşımaktadır. Dolayısıyla insanın ufkunu yalnızca maddî olanla sınırlamanın ve onun dışındaki dünyalar ve âlemlere karşı ilgisiz kalmaya çağırmanın gerçekle bir ilgisi olmadığı gibi, aynı zamanda son derece gülünçtür de. Zira bir insanın yemesi, içmesi ama mânevî ve estetik değerlere karşı ilgisiz kalması düşünülemez.
Elbette ki yüce yaratıcının varlığını inkâr etmek kolay bir iş değildir ve tarih boyunca da öyle olmuştur. Ateist düşünce bazan kendi içinden ve çoğu kere de inananlar tarafından ciddi eleştirilere mâruz kalmış, ortaya koyduğu hipotezler çürütülmüş ve her fırsatta ateizmin bilimsel ve felsefî açıdan tutarsızlığı ortaya konulmaya çalışılmıştır. Zira inanma duygusu, insanda yaratılıştan gelen en temel duygudur ve her insan şöyle veya böyle inanmaksızın edemez. Bu sebeple yeryüzünde hakikatte inançsız insan yoktur.
İnsanda yaratılıştan inancın ya da bir Tanrı inancının olmadığını savunmak, ateizmin de olumsuz bir inanç türü olduğu düşünülürse kendi bindiği dalı kesmek anlamına gelir ve kendi kendini yanlışlar. Bu açıdan bakıldığında ateizm, hakiki olmaktan çok zihni bir problemdir ve insanın kendini yalnızca öyle olduğuna inandırma yönündeki yanılgısından ibarettir. Diğer taraftan bir insanın nereye kadar Tanrı’ya ve onun temelinde dinî değerlere karşı ilgisiz kalacağı hususu da ayrıca tartışmaya açık bir husustur.
Ateizmin ve temel varsayımlarının inanan için hiçbir anlamı yoktur. Bununla birlikte her dönemde bu düşüncelere eğilimli olan ve ateist olmayı kendi düşünce ve ideolojilerine uygun bulan insanlar var olmuştur ve var olmaya da devam edecektir. Bunların mevcudiyeti, Tanrı’nın insanlık için anlamını yitirmesi anlamına gelmemektedir ve pek çoğu için Allah, birinci derecede önem taşımayı sürdürmektedir. Diğer taraftan ateistlerin Tanrı fikrini metafizik bir kavram olarak reddetmeleri de büyük bir safdilliktir.6 Ateistlerin Tanrı’nın var olmadığına ilişkin delil getirmeye duydukları ihtiyaç bile, Tanrı’nın var olduğunun güçlü bir delili olarak görülebilir.
Ateizmin tarih içinde pek çok kültürde izlerine rastlansa da, hiçbir dönemde, hiçbir zaman kitlelerin paylaştığı yaygın bir inanç haline gelmemiştir. En yaygın dönemini yaşadığı XIX ve XX. yüzyıllarda bile yalnızca birtakım filozof ve sözüm ona entelektüellerin kabul ettiği bir düşünce olmanın ötesine geçememiştir.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi aslında ateizm, şemsiye kavramdır ve tarihte teşekkül etmiş pek çok kuşkucu ve inkârcı akımı içine alır. Her şeyi madde temelinde açıklayıp, Tanrı’nın varlığını inkâr eden materyalistlerden ve pozitivistlerden tutun, O’nun hakkında karara varamamış ve sürekli tereddüt içinde kalmış olan kuşkucuları, Tanrı’nın bilginin konusu olamayacağını iddia eden agnostikleri, nihilistleri ve her şeyi doğal evrimi içinde açıklayıp Tanrı’yı evrenin dışına atan evrimcileri de içine alır. Bu düşünceler aynı zamanda ateist düşüncenin beslendiği temel akımları oluşturmaktadır.