Beddua çeşitleri neler? Kuranda beddualar neler? İslam’da beddua nedir? Kimlere beddualar edilir?

İnsanlar; bazen kendileri, çocukları, yakınları ve diğer insanların aleyhine dua ederler. Türkçe’de buna “beddua” denilmektedir.

Yüce Allah, insanın beddua ettiğini Kur’ân’da şöyle beyan etmektedir:

“İnsan, hayra dua eder gibi, şerre de dua eder (hayrı ister gibi şerri de ister.) İnsan pek acelecidir.” (İsrâ, 17/11)

Ayette insanın beddua etmesinin gerekçesi olarak “aceleci” oluşu zikredilmiştir. İnsan, acele edip istediği şeyin hakkında hayır mı şer mi zikredebiliriz:

olduğunu bilmeden dua veya beddua etmemelidir. Duanın bilerek, düşünerek ve teenni ile yapılması gerekir. İnsan daima Allah’tan hakkında hayırlı olanı istemelidir. Çünkü neyin hayır neyin şer olduğunu en iyi bilen Allah’tır. İnsanın hayır zannettiği şer, şer zannettiği hayır olabilir. Yüce Allah, kâfirlerin kendileri için azap, bela ve kötülüğü istediklerini Kur’ân’da bize haber vermektedir. Şu ayetleri örnek olarak

“Senden azabı acele bekliyorlar.” (Ankebût, 29/53-54),

“Senden, iyilikten önce kötülüğü acele istiyorlar.” (Ra’d, 13/6)

“(Mekke müşrikleri); hani, ‘Allâh’ım! Eğer bu (Kur’ân), senin yanından gelmiş gerçekse başımıza gökten taş yağdır, yahut bize acı bir azap getir!’ demişlerdi.”

Dolayısıyla bir Müslüman kendisi, yakınları ve diğer Müslümanlar, hatta bütün insanlar için hayır dua etmeli, beddua etmemelidir. “Allah, belanı versin”, “canın cehenneme”, “gözün kör olsun”, “canın çıksın”, “gün yüzü görme”, “boyun devrilsin”, “Allah, canımı alsın”, “Allah’ım, canımı al” gibi yapılan beddualar, İslâmî adaba uygun değildir. Peygamberimiz (s.a.s.), bir sıkıntıdan dolayı bile olsa ölmek için dua etmeyi yasaklamış

(Buhârî, De’avât, 29) ve

“Sizden biri başına gelen bir sıkıntıdan dolayı ölümü temenni etmesin.” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No. 968; Buhârî, De’avât, 29)

“Kendinize beddua etmeyin, çocuklarınıza beddua etmeyin, mallarınız için de beddua etmeyin.” (Müslim, Zühd, 74)

“Allah, ana-babasına lanet edene / beddua edene lanet eder” (Müslim, Edâhî, 43) buyurmuştur.

İnsan kendisi, çocukları, ana-babası ve malı mülkü için ancak öfkeli olduğu zaman beddua eder, bedduası kabul oluverdiğinde ise zararını kendisi çeker, neticede kendisine, ana-babasına ve çocuklarına zulmetmiş olur. Peygamberimiz özünde, sözünde ve davranışlarında dürüst olan mü’minin lanetçi olamayacağını ve lanetçilerin kıyamet günü şefaat ve tanıklık edemeyeceklerini bildirerek mü’minleri bedduadan sakındırmış-tır:

“Sadık mü’mine lanetçi olmak yakışmaz.” (Müslim, Birr, 84)“Lanetçiler, kıyamet gününde şefaatçi ve tanık olamayacaklardır.” (Müslim, Birr, 84)

İnsanlara örnek olarak gönderilen peygamberler, insanlara hep hayır dua etmişler, mecbur kalmadıkça beddua etmemişlerdir. Bedduayı da mü’minler için değil sadece imana yanaşmayan ve inkârda ısrar eden kâfirler için yapmışlardır. Şu örnekleri zikredebiliriz:
Israrla hak dine davet ettiği, ancak bir türlü imana yanaştıramadığı kavmi için Nuh (a.s.) şöyle beddua etmiştir:

“(Rabbim!) Onlar, çok kimseyi yoldan çıkardılar. Sen de o zâlimlere şaşkınlıktan başka bir şey arttırma.” (Nûh, 71/24)

“Nûh, dedi ki: Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden tek kişi bırakma. Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını şaşırtırlar ve sadece ahlâksız, nankör

(insanlar) doğururlar.” (Nûh, 71/26–27)

Nuh (a.s.), imana yanaşmayan kavmine beddua etmesinin gerekçesi olarak; insanları hak yoldan saptırmalarını zikretmiştir. Nuh Peygamberin bedduası kabul olmuş; Allah, kâfirleri helâk etmiştir. Yüce Allah, mü’minlere kin tutan münafıklar için;

“De ki: Kininizle ölünüz” (Âl-i İmrân, 3/119) diye beddua edilmesine müsaade etmiştir.

Peygamberimiz (s.a.s.), mecbur kalmadıkça kimseye beddua etmemiştir. Meselâ;

“Ey Allah’ın elçisi! Müşriklere beddua et” denildiğinde, “Ben lanetçi olarak gönderilmedim, rahmet olarak gönderildim” buyurmuştur. (Müslim,Birr, 87)

Uhut savaşında yüzü yaralandığında;

“Allah’ım! Kavmimi bağışla, çünkü onlar, bilmiyorlar” diye dua etmiştir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 973) Ancak mecbur kalınca kendilerini yok etmek için Medine’ye saldıran Mekke müşriklerine Uhut savaşında şöyle beddua etmiştir:

“Allah’ım! Peygamberlerini yalanlayan ve insanları Senin yolundan alıkoyan şu kâfirleri helâk et, onlara rezillik ve azap ver. (Sen) gerçek ilahsın Allah’ım!”

Hendek savaşı esnasında müşriklere şöyle beddua etmiştir:

“Ey kitabı indiren, hesabı süratli olan, güçlü toplulukları helâk edebilen Allah’ım! Müşriklerin kökünü kes ve onları darmadağın et.” (Buhârî, De’avât,58; Müslim, Cihad, 20–21)

“(Müşrikler) bizi orta (fazîletli) namazdan (yani) ikindi namazından alıkoydular. Allah, onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun.” (Müslim,

Mesâcid, 205; bk. Buhârî, Cihâd, 98)

Zulme uğrayan insan, zalimin zulmüne meşru yollarla mani olamazsa, zalime beddua edebilir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, 874)“Allah, kendisine haksızlık edilen dışında (hiç kimse tarafından) açıkça kötü söz söylenmesini sevmez.” (Nisa, 4/148) anlamındaki ayet, buna işaret etmektedir.
Peygamberimiz;

“Zalime beddua eden kimseye Allah yardım eder” (İbn Ebî Şeybe, Dua, 68, No: 29567) buyurmuş, bu sebeple mazlumun bedduasından sakınılmasını tavsiye etmiştir:“Mazlumun bedduasından sakının, çünkü mazlumun bedduası ile Allah arasında perde yoktur (duası kabul olur.)” (İbn Ebî Şeybe, Dua, 37, No: 29361;

Abdürrazzâk, Dua, V, 216)“Mazlumun duası bulutların üzerine taşınır, sema kapıları onun için açılır, şanı yüce Allah şöyle buyurur: Belli bir zaman sonra da olsa mutlaka sana yardım edeceğim.”“Mazlum, fâcir/günahkâr bile olsa bedduası makbuldür, günahı kendi boynunadır.” (İbn Ebî Şeybe, Dua, 37, No: 29365)

Bu hadislerden, mazlumun, kendisine zulmeden kimseye beddua edebileceğini ve bedduasının kabul olacağını anlıyoruz. “Alma mazlumun âhını çıkar âheste âheste” atasözümüz de bu gerçeğin ifadesidir. Ebû Ya’lâ, son hadisi el-Müsned’inde şu şekilde rivayet etmiştir:“Kâfir bile olsa mazlumun bedduasından sakının, çünkü Allah ile onun duası arasında bir perde yoktur (duası kabul olur.)” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua,

İbadet olması hasebiyle kâfir, duası ile Allah’a kulluk etmiş olmaz ve sevap alamaz, ancak kendisine zulmedene -Müslüman bile olsa-beddua ettiği zaman, duası kabul olur. Hadis, bu gerçeği ifade etmektedir.

Zarar veren ve zulmeden insana beddua edilebileceği gibi zarar veren başka bir canlıya da onun zararından korunmak için beddua edilebilir.

Sahabeden Enes b. Malik’in bildirdiğine göre Peygamberimiz (s.a.s.), Medine’yi istila eden çekirge sürüsüne karşı şöyle beddua etmiştir:“Allah’ım! Çekirgeleri helâk et, büyüklerini öldür, küçüklerini yok et, yumurtalarını işe yaramaz hâle getir, köklerini kes, ağızlarından ekinlerimi-zi, ürünlerimizi ve rızıklarımızı al, Sen duaları işitensin.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, 1127)
Peygamberimiz (s.a.s.)’in, görevlerinde kusurlu davranan Müslümanlara beddua ettiği olmuştur. Meselâ anne-babasının hizmetinde bulun-mayan kimse için şöyle beddua etmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.) bir gün;

“Burnu yerde sürtünsün, burnu yerde sürtünsün, burnu yerde sürtünsün” demiş, sahabe, “Kimin burnu yerde sürtünsün ey Allah’ın elçisi?” diye sormuş,
Peygamberimiz (s.a.s.); “Yaşlılıklarında anne-babası veya ikisinden biri yanında olup onlara hizmet ederek cennete girmeyi hak edemeyen kimse-nin burnu yerde sürtünsün” buyurmuştur.

Bu hadisin, İbn Hıbbân’ın rivayetinde; Peygamberimiz (s.a.s.)’in “burnu yerde sürtünsün” şeklindeki bedduasını Ramazan ayına yetişip de bağışlanamayan, yanında ismi geçince kendisine salât ü selâm getirmeyen kimse için de yaptığı vardır. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 908)